OYUN İÇİNDE OYUN

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Yâ Rasûl-i müctebâ eyle şefâatle rehâ.
Abd-i âciz bir günahkârım gönülde yok sivâ.

Eylemiş Allâh bu tahtı nasîb ümmetüne,
Ben günahkâra değil lâyık bu ihsân u atâ.

Âcizim pür-ism ü zenb ü pür-maâsîdür kulun,
Merhamet kılmazsan, ey Şâh-ı Rüsûl, hâlim fenâ!

Lutf u ihsânından ümmid kesmezem kim şefkatin,
Bu Selîm’i elbet eyler mevsul-ı râh-ı Hudâ.
Selîmî (II. Sultan Selim Han)

 

Atik Vâlide Camii’nin bahçesindeki çay evinde namaz vaktini beklerken, yan tarafımda oturanların muhabbetine kulak misafiri oldum.
Oldukça yaşlı, beyaz sakallı bir kişi etrafındakilere bir şeyler anlatıyordu:
“Beş-altı yaşlarındaydım Ramazan ayında teravih namazı için mahallenin hanımları, çocukları ile birlikte camiye gelirler, biz de anacığımla birlikte onlara katılır bu camiye gelirdik.
Onlar namaz kılarlarken biz çocuklar; cami içinde oyunlar oynardık, en çok oynadığımız oyunlardan biri saklambaç idi, bir kişi ebe olur, diğerleri saklanır, ebe olan diğerlerini bulmaya çalışırdı.
O akşamki oyun sırasında ben hanımlar mahfilinin girişinde, hemen merdivenin başındaki küçük odaya girmiştim.
Oda ancak bir seccade serilecek büyüklükte karanlık bir oda idi.
Gözüm karanlığa alışınca fark ettim ki içeride daha evvel hiç görmediğim başka bir çocuk daha var; «Başka mahalledendir herhâlde…» diye düşündüm, bana eliyle işaret etti; «Gel!.. Gel!..» diyerek beni yanına oturttu, o küçük odaya ancak ikimiz sığmıştık.
«–Ben de senin oyununa katılabilir miyim?» dedi.
«–Olur!» dedim.
«–Seninle oyun içerisinde oyun oynayacağız.» dedi.
«–Nasıl?» dedim.
«–Seni arkadaşlarının hiç bulmamalarını sağlayacağım, ama bir şartım var…»
«–Nedir?»
«–Bu odaya her girdiğinde sana İsm-i Âzam’dan bir dörtlük öğreteceğim.»
«–Ama bir kere bu odadan çıktığımı görürlerse, arkadaşlarım beni bulur.»
«–Sen beni dinle, her seferinde sen bu odaya saklan!» dedi.
«–Peki!» dedim.
«–İlk dörtlüğün şudur:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yâ Cemîlu yâ Allah!
Yâ Karîbu yâ Allah!
Yâ Mücîbu yâ Allah!
Yâ Habîbu yâ Allah!»
Tekrar ettim… Saklambacın ebesi belli oldu, beni bulamamışlardı. İkinci oyun başladı, ben yine aynı odaya girdim, o çocuk yine oradaydı:
«–İkinci dörtlüğün:
Yâ Raûfu yâ Allah!
Yâ Atûfu yâ Allah!
Yâ Mârûfu yâ Allah!
Yâ Latîfu yâ Allah!»
«–‘Tamam’ dedim, tekrar ettim.»
Arkadaşlarım benim o odadan çıktığımı gördükleri için bu sefer ilk olarak bu odaya bakmışlardı ama bizi göremediler, çok şaşırmıştım. Yeni oyun başladı, ben yine o küçük odadaki yeni arkadaşımın yanına girdim.
«–Yeni dörtlüğün:
Yâ Azîmu yâ Allah!
Yâ Hannânu yâ Allah!
Yâ Mennânu yâ Allah!
Yâ Deyyânu yâ Allah!»
«–Diğerleriyle beraber tekrar et!» dedi, en baştan tekrar ettim.
Bu böyle devam etti, her yeni oyun başladığında ben bu odaya saklanıyordum, diğer arkadaşlarım odaya bakmalarına rağmen bizi göremiyorlardı ve ben bu yeni arkadaşımdan yeni bir dörtlük öğreniyordum:
Yâ Sübhânu yâ Allah!
Yâ Emânu yâ Allah!
Yâ Bürhânu yâ Allah!
Yâ Sultânu yâ Allah!

Yâ Müste‘ânu yâ Allah!
Yâ Muhsinu yâ Allah!
Yâ Müteâlü yâ Allah!
Yâ Rahmânu yâ Allah!

Yâ Rahîmu yâ Allah!
Yâ Kerîmu yâ Allah!
Yâ Mecîdu yâ Allah!
Yâ Ferdu yâ Allah! …
Anacığımın sesiyle kendime geldim:
«–Evlâdım nerelerdesin, kaç saattir seni arıyoruz!»
«–Buradaydım anneciğim!»
Etrafıma baktım yeni arkadaşım artık yanımda değildi. Eve gidince olanları anlattım, ben anlattıkça anacığım ağlıyordu. Peder bey;
«–Rüya görmüştür hanım!» deyince benim ağzımdan gayr-i
ihtiyârî mısralar dökülmeye başladı:
Yâ Vitru yâ Allah!
Yâ Ehadu yâ Allah!
Yâ Samedu yâ Allah!
Yâ Mahmûdu yâ Allah!

Yâ Sâdıka’l-va‘di yâ Allah!
Yâ Aliyyü yâ Allah!
Yâ Ganiyyü yâ Allah!
Yâ Şâfî yâ Allah!

Yâ Kâfî yâ Allah!
Yâ Muâfî yâ Allah!
Yâ Bâkî yâ Allah!
Yâ Hâdî yâ Allah!

Yâ Kādiru yâ Allah!
Yâ Sâtiru yâ Allah!
Yâ Kahhâru yâ Allah!
Yâ Cebbâru yâ Allah!

Yâ Gaffâru yâ Allah!
Yâ Fettâhu yâ Allah! …
–İşte böyle kardeşler! O gün bu gündür ata yâdigârı, Sultan II. Selim Han’ın refîkası Nurbânû Sultan’ın bânîsi olduğu Mimar Sinan’ın eseri olan bu camide namaz kılarım.”
Ve ekledi:
“–Sizlere de kıssadan hisse:
Çocuklarınızı camilere getirmekten çekinmeyin; küçük de olsalar, oyun da oynasalar, onları camilere getirin ve oyun oynamalarına kızmayın.”
O sırada ezân-ı Muhammedî okunmaya başladı. Herkes camiye doğru yönelirken, ben bir koşu yetişip beni ve muhatap olduğu bu küçük topluluğu irşâd ederek hem bu camiyi tanıtan hem de bir «Sünnet-i Seniyye»yi hatırlatan bu mübârek insanın ellerinden öpme fırsatı buldum.