ZULMÜN İFLÂSI!

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

Câhiliyye döneminde, Mekke bir zulüm bataklığı idi. Sayıca az olan sözde elit bir zümre; türlü baskı ve zulüm ile insanları köleleştiriyor, onların bütün haklarını ellerinden alıyordu. Hak ve adâlet mumla aranır hâle gelmişti. Bu zâlimler; sahte para ile alışveriş yapmak isteyen dolandırıcı misali, eski düzenleri devam etsin istediler. Zaten o zamana kadar Araplar arasında son derece şiddetli bir nesep üstünlüğü dâvâsı bulunmaktaydı. Ebû Süfyân’ın karısı Hind de onlardan biriydi, rahatsız olduğu İslâm adâletine karşı şöyle diyordu:

“Köleler ile efendiler asla eşit olamaz, onlar tâlihlerine küssünler!..”

Hattâ daha da ileri giderek ilk müslümanlardan olan Habbâb bin Eret, Bilâl-i Habeşî ve Ammâr bin Yâsir -radıyallâhu anhüm- gibi alt sınıf olarak gördükleri kimselerle aynı mekânda bulunmayı bile kabul etmiyorlardı. Fakat Efendimiz, tüm insanlara daima en güzel şekilde muamelede bulunmuştur.

Yahudiler de üstün ırk (!) olduklarını, «Eski Ahit» adlı muharref (bozulmuş) kitaplarını kaynak göstererek iddia etmekteydiler.

Aynı şekilde hıristiyanlar her ne kadar yahudileri ırkçılık ile suçlasa da; yaptıkları sömürge hareketleri ile, kölelere yaptıkları zulümler ile, asıl ırkçı düşünceyi kendileri ortaya koymuştu. Esasen modern mânâda ırkçı düşünce ve uygulamalar ilk olarak hıristiyan toplumlarda ortaya çıkmış olup, günümüzde batıda hâlâ farklı ırkların kiliselerinin ayrı olması buna delildir. Bugün Amerika’daki siyahîlerin ve Uzak Doğuluların gittiği kiliseler ile, beyazların gittiği kiliseler çoğunlukla birbirinden ayrıdır.

Bugün batının batık toplumlarına baktığımızda çok net olarak görebildiğimiz bir tablo var:

Zulümle âbâd olunmaz!

Ecdâdımızın bir darb-ı mesel olarak ortaya koyduğu bu prensibin ne kadar doğru olduğu, bu zamana kadar istikbâli çok parlak olacak zannedilen ülkelerin içine düştüğü perişan tablolara bakınca anlaşılmakta.

Mâşerî vicdanı yaralayan hâdiseler birike birike, bir noktada patlamaya sebep olmakta. Uzun yıllardır süren zulüm ve terör ile gelen geçici galibiyetler, ters yüz olmakta.

Batıda zulüm nerede başladı?

Amerika’ya ilk giden sömürgeciler, özellikle tarım ve maden sahalarında çalışacak insanlara ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun için Afrika’daki sömürge alanlarından insanları toplayıp buraya getirmeye karar verdiler. Bu işler için kurulan «Kraliyet Afrika Şirketi»nin binlerce gemisi, bu insanlık suçu için kullanıldı. 84 bin Afrikalının bu şirket tarafından taşındığı tahmin edilmekte… Yıllarca devam eden Atlantik köle ticareti esnasında 19 bin kişinin yolda can verdiği düşünülüyor. Dayanılmaz şartlar altında; haftalarca süren yolculuktan sonra, bu insanlar ya büyük çiftlik sahiplerine para karşılığı satılır ya tütün ve pirinç gibi mallarla takas edilirdi. Kaba elbiseler giydirilir, kulübede yatırılır ve eli kırbaçlı bekçiler nezâretinde saatlerce çalıştırılırdı. Efendisine itiraz eden kölenin öldürülmesinin cinayet olarak sayılmayacağı, kanunla sabitti. Bu işkence çarkı ile yeni kıta ve sömürge sahibi devletler zenginleşmiş, zulüm altındaki insanlar ise tarifsiz acılar yaşamıştı. Bu yolculuklardaki vahşet o derecedeydi ki; gemideki bir kişi hastalansa onu tedavi edecekleri yerde, -başlarına iş açmasın diye- o kişiyi hiç düşünmeden denize atıyorlardı.

Geçtiğimiz günlerde ırkçılığa itiraz eden bir grup insan; ömrü, köle alıp satmakla geçmiş İngiliz tüccar Edward Colston’un heykelini 125 sene sonra dikili olduğu kaideden sökerek denize attı. Ülke yönetiminden gelen itirazlar ise; geçmişte yapılan zulümleri haklı görerek zâlimlerin yanında yer alan idarecilerin, hâlâ iş başında olduğunu gözler önüne serdi.

Aynı yöntemi kullanarak 1909’a kadar Kongo’yu sömüren ve Belçika’yı kanlar üzerine inşâ eden Kral II. Léopold’un heykeli de aynı şekilde yerlere serildi. Milyonlarca kişinin kanına giren bu zâlim, bugün kendi halkı tarafından kātil olarak görülmekte.

Amerika’nın eski başkanlarından Theodore Roosevelt’in seksen yıldır ayakta duran bir heykeli vardı. Sağında yerli kabîle reisi, solunda ise siyahî bir köle; kendisi ise mağrur bir şekilde atın üzerinde. Yaptığı ırkçılığı gözler önüne seren bu heykel, hakikat güneşi doğunca âdeta eridi ve en üst seviyedeki itirazlara rağmen yerinden kaldırıldı.

1943’te 3 milyon kişinin Bengal’de açlıktan ölmesine sebep olan zâlimliği ile meşhur Churchill’in şu sözü de ırkçılığın o dönemde hangi boyutlara vardığını göstermekte:

“Amerika’daki Kızılderililere karşı büyük bir yanlış yapıldığını kabul etmiyorum. Daha güçlü bir ırkın, daha yüksek seviyeli bir ırkın, dünyevî olarak daha bilge bir ırkın gelip; onları yerlerinden etmesi evet bir gerçek. Ancak bu insanlara karşı yanlış yapıldığını kabul etmiyorum.”

1950’lere gelindiğinde bile hâlâ büyük bir ayrımcılık yapılmakta, siyahîler hayatın her alanında ikinci sınıf vatandaş olarak görülmekte idi. Bu ayrımcılık nasıl tezâhür etmekte idi? Otobüste beyazlar önde, siyahlar ne kadar kalabalık olursa olsun arkada oturmak zorundaydı. Önde bir beyaz oturuyor ise siyahî yolcu ücretini ön kapıdan girip ödeyecek, sonra tekrar inip arka kapıdan binecekti! Oy kullanma hakkını bile 1964’e kadar elde edemeyen siyahiler bugün hâlâ ayrımcılığa maruz kalmakta.

Aynı saldırganlığı yakın zamanda Afganistan’a ve benzer diğer bölgelere yaptığı işgalde de gösteren batı, en vahşî davranışları masum sözlerle sakladığını zannetmekte. Perde arkasında ise 100 binden fazla cana kıymakta.

Irkçılığın ve zulmün hâlen devam ettiği bir diğer memleket ise Doğu Türkistan! Kadîm Türk boylarından olan Uygurlar, bugün büyük bir zulüm görmekte. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir soykırım, sessiz bir şekilde uygulanmakta.

Doğu Türkistan tabiî kaynaklar açısından oldukça zengin bir bölge. Ayrıca ticârî önemi hâiz «İpek Yolu» buradan geçmekte. Bu zulmün altında yatan sebep de bu kaynakları ele geçirebilmek.

Batılı kaynaklara göre Doğu Türkistan’da 1200 kamp olduğu tahmin edilmekte.1 2017 yılından bu yana faaliyet gösteren bu işkence merkezlerine «Meslekî Eğitim ve Öğretim Merkezleri», «Yeniden Eğitim Kampı» gibi isimler veren Çin hükûmeti; insanlığa sığmayan uygulamaları masum müslümanlara revâ görmekte. Bu kamplarda Birleşmiş Milletlere göre yaklaşık 1 ilâ 3 milyon Uygur, zorla tutulmakta.2 Kamptan çıkmayı başaranların ifadelerine göre; Çin’in bütün Uygurları suçlu olarak gördüğü, dindar ve geleneğine bağlı olanlara ise terörist muamelesi yaptığı anlaşılmakta.

Bu kamplara götürebilmek için Çin hükûmetinin belirlediği maddeler bize zulmün hangi noktalara ulaştığını göstermekte. Suç sayılan bu maddelerin birkaçı şöyle:

-Alkol kullanmaktan kaçınmak!

-Resmî memurların ev sahibinin yatağında yatmasına, yemeğini yemesine ve evinde yaşamasına izin vermemek!

-Devlet memuruyla tartışmak!

-Ebeveyni öldüğünde ağıt yakmak, halk içinde üzülmek veya üzüntülü davranmak.

-45 yaşının altındaki kadınların başörtü takması.

-Yukarıda geçenlerin herhangi birisini yapmış bir aile üyesine sahip olmak!

İstediği kimseyi kampa götürmek için bahane kabîlinden oluşturulan 48 madde, Çin hükûmetinin zulmünün küçük bir yansıması. Bir araştırmacının ifadeleri bize durumu daha ayrıntılı açıklamakta:

“Camiye giden, namaz kılan hemen herkes tutuklanmış durumunda. Caminin bir işine yardım ettiği yahut sadece telefonunda cami resmi çıktığı için, birbirine cuma mesajı attığı için alınanlar var. Kamplar ve hapishânelerde dinle ilgili sebeplerle alınanlar bildiğimiz kadarıyla en ağır şartlarda tutulanlar. Bunlardan ayrı, toplumun en eğitimli ve yetişmiş kesimi de çok sert bir şekilde hedef alınmış durumda.”

Kampa alınmayan insanlara da evlerinde zulmetmek için yapılan muamele vicdanları sızlatmakta. Doğu Türkistan’da bir milyonun üzerindeki memur ve polis, insanları takip etmek üzere âdeta seferber edilmiş durumda. Bundan ayrı olarak güya kontrol maksatlı «Aile Olmak» adı verilen bir proje ile Uygur ailelerin yanına sürekli onlarla birlikte yaşayan «denetim memurları» atanmakta. Aile içi mahremiyeti ayaklar altına alan bu zulüm, dayanılması çok zor olan bir tür işkence!3

Doğu Türkistan Millî Meclisi Başkanı Seyit TÜMTÜRK, bölgede yaşananlara şu sözlerle tepki göstermekte:

“Bugün erkekler kamplarda ve cezaevlerinde. Onların kızlarının, eşlerinin ve ailelerinin bulunduğu mahremlere ise «kardeş aile» projesi adı altında Çinli işçiler ve memurlar yerleştirilerek bir ahlâksızlık ve zulüm yaşatılıyor. Bu, tarihte görülmemiş bir asimilasyon. Hiçbir kültürel, tarihî ve inanç bağınız olmayan Çinlilerle; eşlerinizin, sizin hânelerinizde, evlerinizde mecburî olarak kalmasını düşünebiliyor musunuz? Bu sadece Çin Komünist Partisine has bir uygulamadır.”4

Batı dünyasının geçmişte yaptığı ırkçılık ve zulümlerin nelere sebep olduğunu gördüğümüz bu günlerde, Çin zulmünün de kendi başlarına ne belâlar açacağını elbet göreceğiz.

Batıda, sömürge ve ırkçılığın başını çeken sahte kahramanların gerçek yüzleri görüldü. İşini kaybeden binlerce insan, kameralar önünde işlenen alenî vahşet tablolarını seyrederek galeyâna geldi ve bir sel gibi önüne geleni yıkıyor. Çin zulmü ise fecî âkıbetine doğru hızla ilerlemekte. Hüsran ile biteceği mutlak olan her iki düzenin ardından İslâm’ın adâlet güneşi elbette doğacaktır. İslâm nûrunu yaymak için gayret eden yüz akı nesillere ne mutlu!

__________________

1 Emma Graham-Harrison, Juliette Garside, «Allow no escapes: Leak exposes reality of China’s vast prison camp network», The Guardian, 24.11.2019, https://www.theguardian.com/world/2019/nov/24/china-cables-leak-no-escapes-reality-china-uighur-prison-camp
2 «Çin’in Doğu Türkistan Zulmü», 01.05.2020, https://www.bylge.com/post/ck3zo5sohturt0790ce4vx8ob
3 HRW, «Çin: Müslüman Bölgesinde Ağır Baskı», 09.09.2018, https://www.hrw.org/tr/news/2018/09/09/322264
4 Mustafa BAĞ, «Doğu Türkistan Millî Meclis Başkanı: Erkeklerimiz kamplarda, Çinliler mahremimize giriyor.», Euronews, 21.08.2019, https://tr.euronews.com/2019/08/21/dogu-turkistan-milli-meclisi-baskan-erkeklerimiz-kamplarda-cinliler-mahremimize-giriyor