YOLCU

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Çocukluğumda İstanbul’a yerleştikten sonra sık sık Ankara’ya akraba ziyaretine gittiğimiz olurdu.

Bu gitme gelmelerimizde Ankara’da, halamların o yıllar ön tarafında otobüs terminali arka tarafında ise tren garının olduğu demiryolları lojmanlarında kalırdık.

Ben genellikle arka tarafta demiryolunun kenarında oynamayı tercih ederdim; tren yolunun zift kokusu beni cezbeder, geçen trenlerin gürültüsünde ellerimi kulağıma koyup bağırmak beni eğlendirirdi. Bu sebeple ileriki yıllarda seyahatlerimde çoğunlukla treni tercih etmişimdir.

Bu seyahatlerden biriydi, İstanbul’dan akşam kalkan Anadolu Ekspresi ile Ankara’ya gidiyordum. Tren sakindi, yanımdaki koltuk boştu; ben pencere kenarında oturuyor kitap okuyordum. Birden trenin ışıkları söndü; «Tünele girdik herhâlde…» diye düşündüm. Birkaç dakika sonra da geldi, ışıklar geldiğinde yanımdaki koltukta tanımadığım birisinin oturduğunu fark ettim:

–Selâmün aleyküm!

–Aleyküm selâm!

–Kusura bakmayın; koridorda yürüyordum, tam sizin yanınıza gelince ışıklar söndü, koltuğa çöktüm kaldım.

–Önemli değil, orada oturan kimse yoktu zaten…

Tanışıp sohbet etmeye başladık:

–Sık sık seyahat eder misiniz?

–Evet; seyahat etmeyi çok severim, özellikle treni tercih ederim.

–Ben de severim. Güneydoğu’da askerlik yapıyorum, şimdi ailemi ziyarete gidiyorum.

–Ben de hasta olan bir akrabamı görmeye gidiyorum.

–Kitap okuyordunuz herhâlde, böldüm. Hakkınızı helâl edin, konusu nedir kitabınızın?..

–Tasavvufla ilgili bir kitap…

–Bakabilir miyim?

–Buyurun!..

Sayfalarını karıştırdı;

“–Şu paragrafı okur musunuz?” dedi.

Parmağıyla işaret ettiği satırları okumaya başladım:

“Bazı dervişler tasavvuf yoluna girdiklerinde, bazıları da olgunluk döneminde sefere çıkmışlar. Seferin amacı; çile çekmek, nefsi zorluklara alıştırıp eğitmek, bilgili ve iyi hâl sahibi kişilerle görüşüp kendilerinden faydalanmak, Allâh’ın büyüklüğünü gösteren değişik şeyler görüp ibret almaktır. Esasen dervişlik maddî âlemden rûhî âleme doğru yapılan mânevî bir seferden ibarettir; seyr u sülûk denilen bu sefere yeni girenler bazı hikmet tecellîlerine nâil olur, nasibi olanlar bunu fark eder ve bu yolda sebatkâr olur.”

Daha sonra ailesinden uzun uzun bahsetti, belli ki çok özlemişti.

O sırada trenin düdüğü duyuldu, sıçrayarak uyandım.

Aslında seyahatlerde kolay kolay uyuyamam, herhâlde tren durduğu vakit sessizlikte içim geçmiş uyuyakalmışım.

Olanları düşündüğümde; «Herhâlde rüya gördüm.» diye düşündüm, artık tren yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı.

Yanımda kimse yoktu.

Hemen ayağa kalkıp tren koridorunun ön tarafına, arka tarafına baktım. Tren artık iyice hızlanmaya başlamıştı; pencereden dışarı baktım, ileride tren vazifelisinin aynı zamanda istasyon binası da olan lojmanına giren bir karaltı gördüm.

O sırada yanımdaki koltukta okunurken kapanmadan ters olarak koltuğa bırakılmış kitabımı gördüm, gayr-i ihtiyârî elime alıp nerede kaldığıma baktığımda irkildim!

… seyr u sülûk denilen bu sefere yeni girenler bazı hikmet tecellîlerine nâil olur, nasibi olanlar bunu fark eder ve bu yolda sebatkâr olur.”

Trenin durduğu bu yer; Eskişehir-Bolu arasında rakımı oldukça yüksek, ıssız bir istasyondu, Anadolu Ekspresi her zaman bu mevkide karşıdan gelen treni bir süre bekler, o tren geçtikten sonra da yoluna devam ederdi.

İstanbul’a dönüşte yine aynı yerde tren rötar yapıp karşıdan gelen treni beklemeye başladı, kondüktöre ne kadar süre burada bekleyeceğimizi sordum;

“–Yaklaşık yarım saat…” dedi. Bunun üzerine trenden inip istasyonun önünde bekleyen istasyon görevlisinin yanına yaklaştım;

“–İki gün önce bu saatlerde size trenden inen birisi geldi mi?” diye sordum.

“–Hayır, niye sordunuz?!.” dedi.

“–Trende yanımda oturan, adının Ömer olduğunu söyleyen bir kişi, bir anda ortadan kayboldu; o sırada tren hareket etti, pencereden sanki sizin lojmana giren bir karaltı gördüm.” dedim.

“–Size ne söyledi?” diye sordu.

“–Ailesini çok özlediğini söyledi.”

Cebinden bir fotoğraf çıkardı;

“–Bu kişiye benziyor muydu?” diye sordu.

“–Evet, bu kişiydi!..” dedim.

Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı;

“–Buyurun, tren kalkana kadar size bir çay ikram edelim.” dedi.

Beraber istasyonun lojmanına girdik.

Daha sonra hanımıyla bana ağlayarak meseleyi anlatmaya başladılar. Meğerse Ömer, oğulları imiş ve yıllar önce Güneydoğu’da şehid düşmüş.

Şaşırmıştım;

“–Neler söyledi size?” dediler.

Bana anlattıklarını onlara bir bir anlattım; çok sevindiler, çok teşekkür ettiler;

“–Sanki bize oğlumuzdan haber getirdin, Allah senden râzı olsun!” deyip beni uğurladılar.

Trenin düdüğü çalmaya başlamıştı, bindim. Tren yavaş yavaş hareket ederken pencereden onlara el sallamaya başladım, onlardan uzaklaşırken sanki istasyon lojmanının kapısında birisi daha bana el sallıyordu.

Artık maddî âlemden rûhî âleme mânevî bir sefer yapmanın zamanı gelmişti herhâlde.

Bu vesile ile bütün şehidlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (el-Bakara, 154)