ANA DUÂSI

Sami GÖKSÜN

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;.

“Cennet anaların ayağı altındadır.” (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429) buyurarak bir kadın olan anaya en yüce mevkii bahşetmiştir. Bu hadîs-i şerifte ananın rızâsının Hak yanında ne kadar kıymetli ve ne kadar yüce mertebede olduğu ve Allah celle celâlühû-’nun va‘dettiği cennete ancak ananın rızâsı ile girileceği ilân ediliyor.

Yine Peygamber Efendimiz’e;

“–Allah katında amellerin hangisi daha makbuldür?” diye sorulduğunda; Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Vaktinde tâdil-i erkânına riâyet edilerek kılınan namaz.

Sonra ana-babaya itaat ve ihsan.

Sonra Allah yolunda cihad.” (Buhârî, Mevâkît, 5) diyerek, ana-babaya itaatin çok önemli bir amel olduğunu belirtmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’deki ilâhî tâlimat da şöyledir:

“Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya-babaya ihsânı (iyiliği ve güzel davranmayı) emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa erişirlerse, onlara; «Üf!» (bile) deme! Onları azarlama ve onlara çok nâzik (ve tatlı) söz söyle.

Onlara merhametten dolayı alçak gönüllülük kanadını indir ve; «Ey Rabbim! (Anam-babam) küçükken beni (acıyıp) yetiştirdikleri gibi (sen de şimdi) onlara acı (ve esirge)!» de.” (el-İsrâ, 23-24)

Evet, Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen bu noktaya ve Efendimiz’in hadîs-i şerîfinde ilân edilen şerefe erişebilmek için gayret gösterip onların rızâsını alanlara ne mutlu; çünkü ana-babanın rızâsı aynı zamanda Allâh’ın rızâsıdır.

Velhâsıl müslüman, ana-babasının rızâsını almak zorundadır. Bu da ancak onlara itaatle ve hürmet edip merhamet etmekle erişilebilecek bir şereftir. Bunu peygamberler, ârif ve sâlih insanlar gerçekleştirmişlerdir. Bu müjdeye nâil onların hayatlarındaki bu güzellik; Rabbimiz’in de hoşuna gittiği için, kıyâmete kadar o sevdiği kullarının medh u senâsını mü’min kullarının dillerinde söyletiyor. İşte onlar ana-babasının rızâsını kazandıkları için, onların sohbetleri okunurken âşıkların gözünden yaşlar akacak. Bu noktada gaflete düşerek ana-babasının rızâsını kazanamayanlar da kirlenen kalplerini böylelikle yıkayacak. Tıpkı Hazret-i Musa’ya arkadaş olan kasap gibi…

Musa -aleyhisselâm- Tûr-i Sînâ’da Rabbimiz ile kelâmda iken Allah -celle celâlühû- buyurdu:

“–Yâ Musa! İster misin sana cennetteki komşunu daha dünyada iken tanıtayım?” Hazret-i Musa da;

“–İsterim yâ Rabbî!” der.

“–Git falanca şehre, şu isimde, şu cisimde, şu mahalde bir kasap var. İşte o kasap seninle cennette beraberdir. Anasına yaptığı hizmetten dolayı anasının ona ettiği duâyı kabul ettim. Ona bu mevkii, bu dereceyi muvâfık gördüm. İşte bu kimse senin cennette komşun olacaktır.” buyurur.

Hazret-i Musa o şehre varıp o şerefli kasabı bulur. Kendisinin kim olduğunu belli etmeden; Allah misafiri olduğunu, kendisini bir akşamlık misafir etmesini rica eder. Kasap, misafirini;

“–Hoş geldin, safâ geldin!” deyip buyur eder ve beraberce evine giderler. Kasap, misafirini evinin güzel bir yerine oturtup;

“–Merhaba ey Allah misafiri! Beni şimdi bir miktar hoş gör. Bizim evde sizden evvel bir misafir daha var, önce onun hizmetini göreyim de sonra sizin yanınıza geleyim.” deyip müsaade ister.

Ev sahibi kasap, evinin tavanına bağlı bir salıncağı indirir. İçinde eli ayağı tutmaz, ihtiyarlıktan oturamayacak derecede zayıf bir kadın vardır. Emzikteki bir çocuk gibi onun altını temizler ve evindeki yemeklerden onu doyurup ellerini öper. Saçlarını okşar, sever, koklar ve tekrar yerine yatırır. O esnada ihtiyar bir şeyler söylenir, kasap;

“–Âmîn!” der.

Hazret-i Musa -aleyhisselâm- ihtiyarın bu sözlerini tam duyamadığı için bir şey anlayamaz. Kasap, ihtiyarın işlerini bitirip misafirinin yanına gelir ve ona ikramlarıyla uğraşmaya başlar.

Hazret-i Musa, kasaba sorar;

“–Bu ihtiyar kadın kimdir?”

Kasap;

“–Anamdır, başımın tâcı gönlümün ilâcıdır. Derdime derman, yarama merhemdir. O benim çok kıymetli misafirimdir. Ona hizmet etmekten zevk duyarım.”

Musa -aleyhisselâm-;

“–O, sana bir şeyler söyledi. Fakat ben duyamadım, ne dedi?”

“–Evet, her annenin evlâdına duâ ettiği gibi bana duâ etti. Anama karşı lâyıkıyla hizmet edemediğim hâlde, kusurum çok olduğu hâlde ana bu, yine de bana duâ eder. Ben günahkâr bir kasabım, buna rağmen her gün anam bana şöyle duâ eder:

«–Evlâdım, Allah -celle celâlühû- seni Hazret-i Musa ile cennette komşu etsin!» Olacak iş mi bu? Musa Nebî kim, ben kim?” der.

Bunun üzerine Hazret-i Musa -aleyhisselâm- heyecanlanır ve;

“–Müjdeler olsun sana ey kasap kardeş! Ananın duâsını yüce Rabbim kabul buyurdu. İşte o Musa Peygamber benim. Sen de cennet komşumsun.” der.

Bu hâdiseden ders almak mü’minin en önemli vazifesidir. Maalesef günümüzde birçok evlât, ihtiyarlayan ana-babasını bakım evlerine veya huzur evlerine terk etmektedir. Şunu hiç unutmamak gerekir ki;

«Men dakka dukka: Eden bulur.»

Senin evlâdının da sen ihtiyarladığında götürüp bırakacağı yer oralardır.

İnsan geçmişini unutmamalı; çocukluğunu, gençliğini, bu noktalardaki zorluklarını, sıkıntılarını, o anaların geceler boyu evlâtları için çektiklerini, uykusuzluklarını hatırlamalı. Ne yaparsak yapalım, analarımızın haklarını ödeyemeyiz. Şairin dediği gibi;

Ana başa tâc imiş, her derde ilâc imiş,
Bir evlât pîr olsa da anaya muhtâc imiş.

Hulâsa kıymetli kardeşlerim! Ana-babalarımızın rızâsını kazanmak için onlara hizmette kusur etmemeliyiz. Onlara tevâzu kanatlarımızı serip, huzur içinde olmalarını temin etmeliyiz.

Yazımızı yüce Rabbimiz’in şu tâlimâtıyla bitirelim:

“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.” (en-Nisâ, 36)

Rabbim cümlemizi ana-babasını râzı ederek, dünyevî ve uhrevî huzura erenler arasına dâhil olanlardan eylesin.

Âmîn…