NE MUTLU EY HÂFIZ!

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Hirâ’ya indi, selâm verdi Nur Dağı’nda Delîl,
Sarıp Muhammed’i; –İkra’ buyurdu Cebrâîl.
Bir an kesildi bu hâlden O Ahmed’in nefesi,
Bu sarmadan yana zorlandı göğsünün kafesi.
Şaşırdı; –Ben, dedi; bilmem ki ey melek, okumak!
Melek, ikinci kez; –İkra’ buyurdu tam sararak.
O Mustafâ yine; –Bilmem ki ey melek, dedi; ben,
Melek üçüncü sefer sardı: –Ey Nebî, oku sen!
–Nedir murâd oku emriyle? sordu Ümmî Kul,
Nüzûle başladı Kur’ân, işitti vahyi, Rasûl.
Açıldı kalbine gökten gelen yegâne doku,
Ve ilk emir: –Yaratan Rabbinin adıyla oku!1
Bu sözle coştu O Bülbül, bütün edâsıyla,
Çekip de besmele ihyâ eden sedâsıyla,
Tilâvet eyledi Kur’ân’ı tüm cihâna O Şâh,
Çekildi putlara: –Lâ, yankılandı: –İllâllâh!
Diriltti halkı bu tevhid, göz oldu gönle şafak,
Kitap nasıl okunurmuş, hayât-ı Ahmed’e bak:

Akarsular gibi, Kur’ân’ı, bir okurdu Nebî,
Ederdi müşriği mü’min, gönül dokurdu Nebî.
Ederdi öyle tilâvet, huşû içinde mübîn,
Bütün cihân O’nu dinler, dönerdi Arş›a zemîn.
Duyan gönül, O okurken, Ebûbekir oldu,
İşitti hem, Ömer, Osman, Alî, bedir oldu.
Ne hoş okurdu O Bülbül, vahiy mühürlü sözü,
Ta kalbi göz gibi titrerdi, titretirdi özü.
İnanmayanları hattâ ki mesti eylerdi,
Ebûcehil de gelir, gizli gizli dinlerdi.
O Can, ne candan okur, cümle cânı dağlardı,
Feyiz taşardı; O ağlardı, herkes ağlardı.
Yanık sesiyle O’nun nur yağardı kumlu çöle,
O’nunla erdi erenler, hidâyet adlı güle.

Kulak verip O’nu bir lâhza dinleyince Tufeyl,
Gönül verip dedi: –Ey Mustafâ, gün oldu bu leyl!
Senin için bana kavmim neler fısıldarken,
O an şaşıp, Seni aslā işitmeyim diye ben;
Pamuk dahî tıkamıştım sağır kulaklarıma,
Hudâ kelâmını Sen’den duyunca şimdi ama,
Yanında ben de işittim ki, yer ve gök tekbir;
Şahâdet eyledi kalbim, inandım: Allah bir!
Ne muhteşem okudun yâ Nebî bu Kur’ân’ı,
İşitmemiş idim ondan güzel gülistânı.2

Ne bahtiyar bu duyan kul, yöneldi Kur’ân’a,
Ne mutlu, Ahmed’in ardınca koştu îmâna.

Ne mutlu, aynı şeref, Fâruk etti nâm Ömer’i,
Hışımlı olsa da, Kur’ân’ı duydu, oldu diri.
Huzûr-i Ahmed’e derhal kanat kanat koştu;
Eşikte baş bükerek; «Yâ Nebî!» deyip coştu:
–Bu nâm Ömer, bugün öldürmek istiyordu Seni,
Az önce Sûre-i Tâhâ, çevirdi aşka beni!
En özge sevgili oldun şu an cihanda bana,
Şahâdet eyliyorum ben fedâ olup da Sana.
Ey Elçi, cânını almak için gelen bu Ömer,
Önünde cânını vermek için emir bekler!

Hidâyet işte, kitâb işte, aşkın işte tadı,
Sahâbelerde tilâvet makāmı, başkaydı.

Coşup sahâbe Üseyd’in de çağlayan cânı,
Gürül gürül okumaktaydı şanlı Kur’ân’ı.
Onun yanık sesi, gittikçe öyle canlandı,
Yanında at bile Allah deyip de şahlandı!
Çekindi, sustu Üseyd, aynı anda sustu atı,
Tutuştu, başladı tekrâr o bülbülün sanatı.
Güzel sedâsı Üseyd’in çıkınca dergâha,
O içli at, yine deprendi kalkarak şâha!
Çekindi, sustu Üseyd, aynı anda sustu atı,
Kavurdu kalbini tekrar tilâvetin sanatı.
O ses, kırâat-i Kur’ân’a başlayınca yine,
Bu kez coşan atı şahlandı sanki Arş iline!
Çekindi, sustu Üseyd, aynı anda sustu atı,
Parıldıyordu semânın o anda saltanatı.
Bulut misâli beyaz gölgeler ve kandiller,
İçinde bir sürü yıldız, parıl parıl, ne hüner!

Sabâh olunca Üseyd, açtı Mustafâ’ya bunu,
Merakla sordu bu görmüşlüğün ne olduğunu.
Nebî buyurdu ki: –Olmuştu gök, melekle dolu,
Tilâvet et, oku Kur’ân’ı, ey Hudayr oğlu!
O gördüğün nice yıldız değil, meleklerdi,
Sabâha dek okusan, hepsi, öyle dinlerdi.
Sabâha dek okusaydın, görürdü onları halk,
Açıkça hiçbiri olmazdı gizli.3 Müjde bu, kalk!

Kitâbı ey okuyan, aynı ruhla, öyle oku,
Güzel sesin ve sesinden güzel edeple oku!

Düşün ki; âyet-i seyrindesin Rasûl’ün4 inan,
Düşünmesen de huzûrundasın Hudâ’nın, uyan!
Nasıl gerek okumak, titreyip de Kur’ân’ı,
O veçheden oku hâfız, kımıldat îmânı!

Küçüktü oğlu, mübârek Ebûbekir Verrak,
«Elif» çekip onu gönderdi ders için.. Ancak;
O yavru, benzi sararmış, tirildeyip bir gün,
Gözünde yaş, eve erkence döndü, pek süzgün.
Şaşıp bu hâlete, bin bir merakla sordu baba:
–Ne oldu yavrucuğum, muzdarip misin acaba?
Ne oldu böyle tükendin, neden tutuk o nabız?
Yatakta haylice bîtap, konuştu yavrucağız:
–Bugün, hocam bize müthiş bir âyet öğretti,
Meâli, ey baba, eyvâh-ı kalp için yetti.
Yüzüm sarardı, düşündükçe, soldu vicdânım,
Kanım çekildi damardan, tükendi dermânım!
O Hakk’ın âyeti, keskindi sanki neşterden,
Sonunda yok gibi ayrıldı sanki rûh ile ten.
Süzüldü can baba: –Yavrum, o hangi âyettir?
Doluktu yavru: –O âyet, şu kavl-i Hazret’tir:
Hayatta siz ki, yürüttüyseniz küfürde dizi,
Nasıl korursunuz artık azapta kendinizi?
O kor azap gününün şiddetinde korku kesîr,
Çocukların saçı hattâ ki bembeyaz kesilir.5
Bu endişeyle çocuk, hastalandı, can verdi,
Kan ağlayan babacık, kabre uğrayıp derdi:
–Çocukta himmeti gör, ey Ebûbekir Verrak,
Nasıl da sâde bir âyetle verdi cân, uçarak,
Kavuştu Rabbine yıldız misâli, sen ise vâh,
Kitâbı kaç kere hatmeyledin fakat yine âh,
Çocuk kadar bile bir korku yok içinde senin,
Ecel de hâlbuki yaklaştı, gel demekte zemin.
Neden, neden sana Kur’ân’dan akmıyor te’sîr?
İnatçı kaskatı kalbin, demek ki taş gibidir!

Uyandıran bu tefekkür, uyutmayan bu fikir,
Gönül kırâeti hakkında tam muhâsebedir.
Unutma; Hazret-i Osmân, okurken oldu şehîd,
Unutma; ehl-i tilâvet, hiç ölmeyen şâhid.
Unutma; çünkü bu Kur’ân, diriltiyor beşeri,
Unutma hiç, bu büyük cemre, Rabbimin hüneri.

Ne tatlı söz, ne güzel öz, ne muhteşem bu kitap,
Yegânedir bu sedâ, gönlü kurtaran bu hitap.
Yegânedir bu nidâ, misli yok, muazzam edâ,
Yolunda harfine kurban, beden de ruh da fedâ!
Yegânedir, ta ezelden hakîkatin senedi;
Yegânedir, eşi yoktur, misâli yok, ebedî.
Yegânedir bu kelâm, Rabbimin kelâmı, sözü,
Çekince besmele, bir noktasıyla dağlar özü.
Hudâ diyor ki: –Muhakkak ve mutlakā -biliniz-
Veren biziz yüce Kur’ân’ı, hıfz eden de biziz!6

Ne mutlu, hâfız olanlar, bu âyetin yüreği,
Bu ümmetin gülü onlar, bu milletin direği.
Ne mutlu, hâfız olanlar, Nebî’ye vâristir,
«Vahiy melekleri»7 şânıyla metheder, O Münîr.
Ne mutlu Hazret-i Kur’ân’ı hıfz eden gönle,
Ne mutlu bahçe-i Kur’an’da taç giyince güle!
Ne mutlu, ömrünü Kur’ân eden hatırlı kula,
Ne mutlu, hâfıza hizmet eden hayırlı kula!

Bugün, Nebî’ye ve Kur’ân’a kim verirse yürek,
Yarın o, göz göze cennette Rabbi dinleyecek!
Ne mutlu, Rabbini Kur’ân okur iken duyana,
Ne mutlu şimdi a Seyrî, duyup da tam uyana!

________________________________
1 el-Alâk, 1.
2 İbn-i Hişâm, I, 407-408; İbn-i Sa’d, IV, 237-238.
3 Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc: 11/283.
4 el-Müzzemmil, 17.
5 «Amelinizi Allah da görecektir, Rasûlü de.» (et-Tevbe, 94)
6 el-Hicr, 9.
7 Buhârî, Tecrid Terc. 11/248.

mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün (fa’lün)