İKİ KALP ARASINDAKİ DERİN MUHABBET

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, 573’te Mekke’de doğdu. İslâmiyet’ten önce de güzel ahlâkıyla tanındı. Akrabalarını gözetir, doğruluktan ayrılmaz, içki ve kumara bulaşmaz, putlara tapmaz, muhtaçlara cömertçe ikrâm ederdi. Sergilediği bu âbidevî şahsiyet, karakter ve ahlâk sebebiyle; Kureyş’te hatırı sayılır, sözü dinlenirdi. Ticaretle iştigal etti. İlk müslümanlardan Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayattayken tüm imkânlarıyla O’nun yanında oldu. O’nun vefatından sonra da ilk halîfe olarak İslâm’a hizmet etti.

Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh-, hicretten on üç sene sonra Medîne-i Münevvere’de vefat etti. Kabri, Ravza-i Mutahhara’da Rasûlullah Efendimiz’in yanındadır.

*

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hastalanmıştı. Ebûbekir -radıyallâhu anh- ziyaretine gitti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i hasta görünce çok üzüldü. Evine döndüğünde Allah Rasûlü’nün hastalığından duyduğu şiddetli teessür sebebiyle o da hastalanıp yatağa düştü. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şifâ bulduğunda, bu sefer O; sevgili dostu Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ı ziyarete gitti. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i
sapasağlam ayakta gören Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın yüzünde güller açtı, birden ferahladı ve o da iyileşti. Ebûbekir -radıyallâhu anh- daha sonra benzeri görülmemiş bu muhabbetini, tercümesi şöyle olan bir şiir ile terennüm etti:

Sevgili dostum hasta oldu, ziyaret ettim.
Onun üzüntüsünden ben hastaydım bu defa.
Şifâyâb olmuş, beni ziyaret etti dostum.
Onu sağ sâlim gördüm, bu oldu bana şifâ!

(Minşâvî, Ebûbekir es-Sıddîk, s. 30-31; Min Vasâyâ’r-Rasûl, II, 394’ten naklen)

LEŞKER-İ DUÂ

Selçuklu veziri Nizâmülmülk, 10 Nisan 1018’de Horasan’ın Tus şehrine bağlı Nukan kasabasında doğdu. On bir yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti. Ardından Şâfiî fıkhını öğrendi. İlmi, ağırbaşlılığı ve zekâsıyla kendini gösterdi. Sultan Alparslan tarafından 1063’te vezirlik vazifesine getirildi. Bu vazifesini Alparslan’ın vefatından sonra da, otuz sene Melikşah’a sadâkatle sürdürdü. Nizâmülmülk’ün devlet işlerinin nasıl yürütüleceğini anlattığı Siyasetnâme adlı eserinin hemen başına yazdığı;

“Küfr ile belki ammâ zulm ile pâyidar kalmaz memleket” sözü devlet idaresindeki adâlet anlayışının bir yansımasıdır.

Nizâmülmülk, 14 Ekim 1092’de sûikastle şehid edildi. Kabri, İsfahan’dadır.

*

Muhalifleri tarafından sık sık sultana şikâyet edilen Nizâmülmülk için bir defasında da;

“Nizâmülmülk her yıl fakirlere, sûfîlere 300 bin dinar veriyor. Eğer bu para orduya tahsis edilse, İstanbul’u bile fethetmek mümkün olur.” diye Sultan’ın kulağına fısıldadılar. Melikşah durumu veziri Nizâmülmülk’e sordu. Nizâmülmülk;

“–Sultanım! Allah sana ve bana kullarından başka hiç kimseye nasip olmayan lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Buna karşılık sen, Allâh’ın dînini yükseltmeye çalışan, O’nun aziz kitâbını hâmil bulunan kimselere yılda 300 bin dinar sarf etsen çok mudur? Sen askere her yıl bunun iki katını harcıyorsun. Hâlbuki onların en kuvvetli ve en iyi nişancısının oku bir milden ileri gidemez. Ben ise sarf ettiğim bu para ile öyle bir ordu teçhiz ediyorum ki, onların orduları ta Arş’a kadar gider ve Allah’a vâsıl olmalarına hiçbir engel yoktur.” cevabını verdi. (Hüseyin ALGÜL, İslâm Tarihi, c. 4, s. 158)

NEFSİN İZZETİ OLMAZ!

Abdülaziz Mecdi TOLUN, 1865’te Balıkesir’de doğdu. Asil bir aileye mensuptu. İlmiye sınıfından olan babası aynı zamanda ilk hocasıydı. Hâfızlığını ikmâl ettikten sonra tahsil hayatına başladı. Okuldan mezun olduktan sonra İslâmî ilim tahsiline yöneldi. Bu alanda da kendini yetiştiren Tolun, Balıkesir’de muallimliğe başladı. Bir müddet sonra Girit’e tayin oldu. Muallimliğinin yanında gazetede de yazılar neşretti. Kendisinin hususen tercüme sahasındaki ilmî yönünü ifade sadedinde Haydar Efendi;

“Harîrî gibi Arapça yazar, Sâdî gibi Farsça söyler.” derdi. 1902 senesinde otuz yedi yaşındayken yaşadığı iç buhranlar onu tasavvufa yönlendirdi. İlk mânevî dersini, çok sevdiği ve hürmet ettiği Abdulkādir Geylânî Hazretleri’nin yoluna mensup Kādirî şeyhi Ali Âşur Efendi’den aldı. Daha sonra Konya’ya gitti. Burada hem ticaretle meşgul oldu hem de tasavvuf ehli zâtlarla görüştü. Ahmed Amiş Efendi’ye intisâb etti. II. Meşrutiyet’ten sonra Balıkesir mebusu seçildi. 1913’te Mısır’a giderek altı buçuk sene kaldı. 1920’de İstanbul’a döndükten sonra tekrar mebus seçildi. Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti Müşâvirliği yaptı. Cumhuriyet’in ilânından sonra resmî ve özel hiçbir vazife almadı. Abdülaziz Mecdi TOLUN, 27 Ağustos 1941’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı Şehitliği’ndedir.

*

Şer‘iyye müsteşarı iken ashâb-ı masâlihten (iş takip edenlerden) birisi huzurlarına girer. Bir memuriyet talebi ile veya bir iş dolayısıyla kendilerini incitecek ağır sözler söyler. Buna karşı üstad; rıfk (yumuşak huyluluk) ile muamele edip sert cevap vermez. Bu sırada yanlarında bulunan eski arkadaşlarından bir mebus; bu hâli ve vaziyeti gördükten, söylenen sözleri işittikten sonra dayanamaz, döner Hazrete der ki:

“–Yahu! Yarım saattir heyecandan patlayacağım. Şu adam sana bu kadar ağır sözler söyledi, hakkı olmadığı hâlde hakaret etti de sen hiç ses çıkarmadın, mukabele etmedin. Sende izzet-i nefis yok mu?” Üstad tam fazîlet ve kemal ehline yaraşan bir edâ ve ifade ile;

“–Nefsim yok ki izzeti olsun. Bu adam gördüğü hüsn-i muameleden mütenebbih (akıllanmış) olur. Hakaretine hakaretle mukabele etmek yahut resmî sıfat ve salâhiyete dayanarak cezalandırılması cihetine gidilmekle ne çıkar?!.” cevabını verir. (Osman ERGİN, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi TOLUN-Hayatı ve Şahsiyeti, s. 54)

KUDÜS’ÜN SAHİPLERİ

Mehmet ÖĞÜTÇÜ Hoca, nâm-ı diğer Gönenli Mehmet Efendi, 1901 senesinde Balıkesir/Gönen’de dünyaya geldi. İlk tahsilinden sonra hıfzını ikmâl etti. 1920’de İstanbul’a geldi. Kıraatten icâzet aldı ve imam-hatip mektebinden mezun oldu. Önce Gönen’de ardından da İstanbul’da imam hatiplik yaptı. Sultanahmet Camii’nde vazife aldı. 1976’da İstanbul tavrının meşhur kārîsi Üsküdarlı Ali Efendi vefat edince Reîsü’l-kurrâ makamına tayin oldu. Resmî vazifesi yanında üstlendiği eğitim ve irşad hizmetleriyle cemiyeti ihyâ etme gayretinde oldu. Gönenli Mehmet Efendi, 2 Ocak 1991’de vefat etti. Kabri, Edirnekapı Şehitliği’ndedir.

*

Kendisi anlatır;

“Bendeniz kara yoluyla ilk hacca giden kafilelerde bulundum. Biliyorsunuz, uzun bir süre hacca gitmek yasaktı. Sonra -Allah râzı olsun- Menderes zamanında kanunlar müsaade etti. Kara yoluyla gidiyorduk. Kudüs’e dört-beş otobüs peş peşe geldik. Biz tam kapının olduğu yerden şehre girdik, birdenbire gök gürledi. Bir rahmet, bir yağmur ki sormayın… Fesübhânallah! Fakat o anda acayip bir şey oldu. Normalde yağmur yağdığında herkes sokaklardan kaçar, ıslanmamak için bir yere dâhil olur. Ama Kudüs’te yağmurun yağmasıyla insanlar sokağa döküldü. Bizim hacıların bulunduğu otobüs kafilesinin etrafı insan seline döndü. Öyle ki; arabaları sallıyor, pencerelere vuruyor, ağlayarak ve yüksek sesle bir şeyler söylüyorlardı. Ben de görevliye sordum:

“–Kardeşim ne bu gürültü ne bu nümâyiş? Bunlar ne bağırıp çağırıyorlar?” Kafile başkanı ağlayarak bana ne dese beğenirsiniz:

“–Hocam, hep bir ağızdan; «Kudüs’ün sahipleri geldi, Allah Teâlâ da yağmur indirdi» diye bağırıyorlar.”

Meğer üç senedir Kudüs’e bir damla yağmur yağmamış. Ama ne acayip tecellîdir ki bizim arabaların geldiği an Cenâb-ı Mevlâ yağmur indiriverdi. Orada olduğumuz müddetçe insanlar bu rahmete ve yağmura doya doya kandılar.

Yâ Rabbî! Kudüs’ü küffâr elinden kurtar. Mü’minleri azîz eyle. Bu necip milletimizi tekrar o mübârek beldelere hâdim eyle…”