TEDBİRSİZ OLMAZ!

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Havada karabulutları gördüğümüz bir gün dışarı çıkarken yanımıza şemsiyemizi alırız. Yağmur yağma ihtimaline karşı ıslanmamak için.

Seyahate çıkmadan önce arabamızın yakıtını doldurmamız îcap eder. Menzile ulaşmadan yakıt biterse ve herhangi bir istasyon bulamazsak yolda kalmamak için.

Sabah erken saatte uçak biletimiz varsa; akşam yatmadan evvel alârm kurup yatarız. Uyuyakalmamak ve uçağı kaçırmamak için.

Elimizde yüklü miktarda para varsa güvenli bir kasaya koyarız. Hırsızlardan koruyup paramızı çaldırmamak için.

Yani;

Canımızla, malımızla veya çok ehemmiyet gösterdiğimiz diğer hususlarla ilgili yaşadığımız vaziyetlerde herhangi bir problem çıkmaması için öncesinden birtakım çarelere başvururuz.

Çünkü;

Aksi takdirde ödemek zorunda kalınan bedeller oluyor. Hem de yerine göre çok büyük bedeller… Öyle ki; meselâ sıhhatimizle ilgili bir tedbirsizliğin neticesinde, ancak canımızı vermekle ödeyebileceğimiz kadar büyük.

Bu yüzden;

Her şey yüce bir takdire göre gerçekleşse de takdire boyun eğmeden evvel bütün tedbirlerimizi almamız gerekir. Bu hakikatten dolayı hadîs-i şerifte de;

“Deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allâh’a tevekkül et!” (Tirmizî, Kıyâmet, 60) buyurulmuştur.

Bakıldığında Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-’da da bu düsturu görüyoruz.

Kıtlık yıllarıydı. Evlâtları erzak almak için Mısır’a gideceklerdi. Fakat oğulları iri cüsseli, yapılı ve dinç bir fiziğe sahiplerdi. Şehre aynı anda ve aynı yerden girdikleri takdirde sıkıntı çıkma ihtimali vardı. Bu sebepten onlara tedbirli olmayı tavsiye etmişti. Bu tavsiyesi âyet-i kerîmede şöyle geçiyor:

“Dedi ki: «Ey oğullarım! (Şehre) Hepiniz tek bir kapıdan girmeyin. (Dikkat çekmeyecek şekilde) Her biriniz farklı kapılardan girin…»” (Yûsuf, 67)

Devamında da tevekkül dengesini öğretmişti:

“«…Bununla beraber (eğer başınıza yine de bir hâl gelirse, bilin ki) Allâh’a karşı sizin için elimden bir şey gelmez. Çünkü hüküm yalnızca Allâh’a aittir. Ben yalnız O’na güvendim. Ve tevekkül edenler de yalnızca O’na güvensinler!»” (Yûsuf, 67)

Yani;

Tabiî ki her işimizde tevekkül ederek ve hükmün Allâh’a ait olduğunu bilerek yaşamalıyız. Fakat tedbirsiz de asla hareket etmemeliyiz.

Bu mânâda;

Bugün bütün dünyanın imtihan edildiği salgın hastalık da bu hususun idraki için farklı bir zemin oldu. Virüse karşı «TMM» olarak kısaltılan «Temizlik-Maske-Mesafe» tedbir prensipleriyle birlikte diğer bütün düzenlemeler tastamam uygulandığı takdirde yayılma hızının nasıl düştüğünü herkes gördü. Tedbirlere riâyetin zayıf olduğu veya hiç riâyet edilmediği yerlerde de hastalığın nasıl hızla yayıldığı âşikâr.

Dolayısıyla;

Tedbirsiz olmaz! Bu kapsamda izlenen bütün yollar, atılan bütün adımlar gerekli ve hayat kurtarıcı.

Fakat;

Tedbiri sadece belli alanlara hapsetmek de olmaz! Belli merhalelere kadar uygulayıp ötesi için tedbirsiz kalmak da olmaz! Çünkü her hâdisenin bir neticesi ve yansıması olur. Zira bütün bu tedbirler bir salgının neticesi olduğu gibi bu tedbirlerin de akabinde yeni vaziyetler gelişti. Yani nasıl ki salgın, pek çok tedbirin alınmasına sebep olduysa; bu tedbirler de başka tedbirlerin alınmasını gerekli kılıyor.

Nitekim;

Eğitim sahasında plânlamalar yapıldı. Okullar kapatıldı. Uzaktan eğitim modeli devreye girdi. Dersler internet, telefon veya televizyon gibi teknolojik imkânlar üzerinden yapıldı. Bunların hepsi de durumu kurtarmak açısından faydalıydı ve olması gerekendi. Fakat hocasıyla birebir buluşamayan talebenin; bir sıkıntısı olduğunda, dersini anlamadığında, vaktini değerlendiremediğinde oluşan boşluğun da tedbiri elzem değil mi?

Camilerimiz her yaz dolup taşarken; bu yaz, çocuk seslerinden mahrum kaldılar. Bu mahrumiyet televizyondan yapılan derslerle telâfi edilmeye çalışılıyor. Çalışılmalı da zaten. Fakat yine de bu dersler bütün gün akşama kadar süremez. Veya herkesin katılma imkânı olmayabilir. İşte bu noktada ne yazık ki mahrum kalan ciddî bir genç kitle oldu. Şimdi bu gençlerin boş kalan vakitleriyle ilgili tedbirsiz hareket edip de tablet, telefon veya televizyon bağımlısı olmalarına göz yumabilir miyiz?

Kaldı ki en mühim ve en büyük tedbirleri nesillerimizin yetişmesi hususunda almalıyız. Onları istikbâle hazırlamak, dünyada karşılaşacakları zorluklara hazırlamak, en çok da âhirete hazırlamak hususunda. Bu uğurda ihtimal dâhilindeki bütün tehlikelere karşı uyanık olmalıyız.

Bunun için de;

İçerisinde bulunduğumuz sürecin şartlarından dolayı oluşan boşlukları en güzel şekilde evvelâ bizim doldurmamız îcap ediyor. Neslimize vermek istediğimiz değerleri, kendimiz uygulamak sûretiyle öğretmeliyiz. Çünkü esas eğitim, örnek olmak sûretiyle bizzat hayatın içinde yaşayarak göstermekle gerçekleşir.

Aksi takdirde;

Yetişen yeni nesillere ait duyduğumuz, karşılaştığımız, şâhit olduğumuz ve hayret ettiğimiz acı hâdiselerin önünü almak bir türlü mümkün olmaz.

Biz evde geçen vakitlerimizde Kur’ân okumaz, namaz kılmaz ve çocuklarımızdan istediğimiz profilleri onların önlerine bizzat kendimiz koymazsak; daha sonra nefislerine bağımlı olduklarında onlara hiçbir şey diyemeyiz.

Yetişirken karşılaştıkları veya karşılaşacakları tehlikeli virajlarda yanlarında olmazsak, sonrasında ahlâkî çöküntülere uğramalarına mâni olamayız.

Gönül dünyalarını meşgul eden hususların temizliğine bakmaz, fikirlerini sapkınlaştıracak mânevî virüslere karşı maske mesâbesinde olacak tedbirler almaz ve haramlarla aralarındaki mesafeye dikkat etmezsek, bugünün gençleri yarın anne-baba olduklarında çok gözyaşı dökülür.

Hâsılı yarın nedâmet gözyaşları dökmek istemiyorsak, bu;

Tedbirsiz olmaz!