BUGÜN TAKVÂ ŞART

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Temiz toplum olmak için «takvâ» şarttır. Ahlâkta, zihinde, kalpte, ruhta temizlik şart. Korona vesilesiyle bedenî temizlik şart oldu. Kirlenen toplum için de zikir şart, tevbe şart. Bunların gerçekleşmesi için de, «takvâ» şart. Günahkâr bir toplumun başına ne gelse hak! Dün asrın vebâsı AIDS; sonra ebola, kene, domuz gribi, sars, mers şimdi de korona; hâl böyle devam ederse yarın başa ne gelir bilinmez? Yine depremler, tsunamiler, hortumlar, açlık, kıtlık, kuraklık ve diğerleri… Ahlâkî seviyede dibe vuran hâller, günahların ulu orta işlenmesi, haramların helâl görülmesi… Bunlar nedir? Bunlar yüce Yaradan’ın emirlerini çiğnemenin ta kendisidir.

Maalesef içinde yaşadığımız topluma emr-i bi’l-mâruf yaparak;

“–Yapmayın, günahtır, kendinize ve ailenize zulmetmeyin, harama yaklaşmayın!” diyemedik. Dense derhâl mahalle baskısıyla;

«Siz ne karışıyorsunuz? Hayat benim hayatım, yanacaksam ben yanacağım, size ne?» mantığı… Hasbühanallah… Fakat şükür ki, bizim yapamadığımızı Cenâb-ı Hak yaptı, hamdolsun. Ahlâksızlıkta had tanımayanları, sokaklarda fütursuzca her türlü kaideyi çiğneyenleri âlemlerin yüce Yaratıcısı, görünmeyen bir virüs vasıtasıyla mesafe kaidesi ile birbirine yaklaştırmıyor. Ne âlâ…

Eskiden yüze peçe yapan hanımlara;

“–Ya bu devirde bu kadarı da olmaz. Bu ne böyle?” diyenler şimdi erkeği, kadını yüzlerine peçe gibi maske takıyorlar. Allah Teâlâ; samimî müslümanların haykırışlarını, duâ ve niyazlarını duydu. Böylesi güzel kaideleri topluma koydurdu. Hattâ; «Dünya korona tedbirleriyle âbâd oldu.» desek abartı olmayacak.

İnsanlar nasıl kendilerini «tedbir»­lerle korona ölümcül virüsünden koruyorlarsa, sonu acıklı bir ateş olan âhiret azâbından nâçiz bedenlerini korumak için de tedbirler almalılar. İnsanlar nasıl hastalığa yakalanmamak için tedbirler alıyorlarsa, yangınların çıkmaması için önlemler alıyorlarsa, aynen bunun gibi îmanlarını korumak için de tedbirler almalılar. İnsanlar ölmemek için, yaşamak adına, doktorlar ne diyorlarsa hepsini yerine getiriyorlar. Nasıl oldu bu? Efendim, görünmeyen bir virüs insanların hepsini hizaya getirdi. İyi de oldu, insanların beceremediğini, yok kadar bir virüs becerdi. Cenâb-ı Hak büyük.

Fakat dünya tedbirlerini iyi yaşamak adına; al, al bitmiyor. Bu tedbirler yalnızca bu dünyada yaşamak için, bir de bu işin âhiret tarafı var. İlericilik adına orayı da düşünmek gerekir. Zira asıl hayat, âhiret hayatıdır. Oradan hiç kaçış yok, ebedî ve bâkî bir hayat bizi bekliyor. Bâkî olan bir hayata nasıl hazırlıksız gidilir? Bu dünya gün gibi gerçekken öbür dünya doğrusu hakikatin ta kendisidir dostlar. Uyanık olalım, gaflete düşmeyelim. Gafillerle beraber olmayalım. Nasıl korona virüsüne bulaşmışlarla bir arada olmuyorsak günahkârlarla da aynı ortamda bulunmayalım.

“Sâdık ve sâlihlerle beraber olunuz.”

İşte bu tâlimatı en iyi idrâk etmenin tam zamanı, öyle değil mi?

Bugün dîne ve dînî kaidelere aldırış etmeyenler, dünyada ve âhirette bunun cezasını ağır öderler. Koronaya tedbir alıyorsan âhiretine de tedbir almalısın, hastalığa karşı tedbir alıyorsan mânevî hastalığına karşı da tedbir almalısın. Hijyen şartlarına dikkat ediyorsan bir müslüman olarak İslâm’ın şartlarına da dikkat etmelisin. Bu tedbir ve dikkat «takvâ»lı olmandır kardeşim. Müslümanlığını muhafaza etmek, îmânını korumak istiyorsan
«takvâ»ya dikkat etmek şarttır.

Takvâ, en basit ifadeyle, nefsi günahlardan koruma hassâsiyetidir. Bu da haramları terk etmekle sağlanır. Haramları tam olarak terk etmek de şüphelilere yaklaşmamakla temin edilir. Önderimiz Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bu hususta buyuruyorlar ki:

“Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu sebeple şüphelilerden korunan, dîni ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen harama da düşer. Nasıl, koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa. Haberiniz olsun ki, her melikin korusu vardır. Allâh’ın korusu da haramlardır.” (Buhârî, Îmân, 39)

Yüce Kur’ân’da «Hudûdullah»­tan bahsedilir. Allah Teâlâ’nın emrettiği; «Aşmayın!» dediği sınırlar «Hudûdullah»tır. Allah -azze ve celle-’nin koyduğu ölçülerin dışına çıkmamak mü’mini takvâlı kılar. Cenâb-ı Hakk’ın ölçülerine uygun hareket takvâdır. Günahlardan âzamî kaçınmak takvâdır. Rabbü’l-Âlemîn’in rızâsını kazanamayacağından endişelenmek takvâdır. Takvâ müslüman olma sorumluluğudur. Takvâ, Hazret-i Allâh’a duyulan engin muhabbet ve yakınlıktır. Takvâ, içini Hak için süslemektir. Yani «güzel ahlâk vasıfları»nı incelikleriyle yaşamaktır. Takvâ, günahlara karşı korunaklı bir kalkandır.

Şerefli Kur’ân, hidâyete tâbî olanların kitâbıdır. Ancak hidâyetten yararlanabilmek için «ittikā» etmek gerekir. Yani sağlam bir inanış ve kalb-i selîm ile Hakk’a yaklaşmak îcap eder. Kur’ân’ın kulları doğru yola iletmesi için; kulların, doğru ile eğriyi ayırt edecek bir firâsetle ve takvayla hareket etmesi lâzımdır. Rûhu takvâlı olmaya hazırlayan kalptir. Bu sebeple kalbin, selîm hâle gelmesi gerekir. Bunun için kalbin zikirle eğitilmesi şarttır ki, kalp nurlansın. Ancak nurlu kalp her dâim Hakk’a tâbî olur, haramlardan sakınır, helâllere uyar. Her kim bu hâl üzere ise o kişi, Hakk’ı hâkim kılma yarışındadır ve o sapkınlık yollarında yürümez. İşte böylesi kişi ehl-i takvâdır ve Hazret-i Kur’ân o kişiye ilâhî sırlarının nurlarını açar. Ne mutlu o mü’mine!

HAZRET-İ KUR’ÂN’DA TAKVÂ TANIMLARI

“Elif… Lâm… Mîm… Bu; kendisinde şüphe olmayan, müttakîler için bir hidâyet kaynağı ve kılavuz olan bir kitaptır. O müttakîler ki; gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan infâk ederler. Yine onlar, Sana indirilene ve Sen’den önce indirilen kitap ve peygamberlere ve âhiret gününe îmân ederler. Onlar Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve felâha, kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (el-Bakara, 1-5)

Bu âyetlerin muhtevâsına baktığımızda hidâyet kaynağı olan Kur’ân’a tâbî olan müttakîlerin, ancak İslâm’ın ve îmânın temel esaslarına riâyet ederek kurtuluşa erişecekleri belirtiliyor.

Diğer âyetlerdeki takvâ tanımlarına baktığımızda; bağışlanma dileyenler, sabredenler, doğru ve dürüst olanlar, huzurda boyun bükenler, seher vakti istiğfâr edenler takvâ sahibi kişilerdir. (Bkz. Âl-i İmrân, 15-17)

Başka âyetlerde; bollukta ve darlıkta infâk edenler, iyilik yapanlar, öfkelerini yenenler, affedenler, kötülük yaptıklarında, zulmettiklerinde ısrar etmeyip derhâl tevbe ve istiğfâr edenler takvâ sahibi kimseler olarak tanımlanıyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 133-136)

“Şirkten sakınanlar (Bkz. el-Fetih, 26), günahı terk edenler (Bkz. el-Bakara, 189), îmân edenler (Bkz. el-Hucurât, 26; eş-Şuarâ, 11), her işinde Hak rızâsını arayanlar (Bkz. Âl-i İmrân, 102), taatli (Bkz. en-Nahl, 2; el-Mü’minûn, 52) ve ihlâslı olanlar (Bkz. el-Hac, 32; el-Bakara, 41) ehl-i takvâdır.” buyuruluyor.

O zaman Hazret-i Kur’ân’da açıklanan bu güzel özellikler; yaşayan hayatta dolaşan en kâmil güzel ahlâkî özelliklerdi ki, işte onlar «takvâ»yı tanımlar. Dolayısıyla bugün her müslümanın iyi bir müslüman olması için takvâlı olması gerekir. Yani «takvâ» olmazsa olmaz şartımızdır.

Takvâ, bütün peygamberlerin de baş şiârı olmuştur. Hazret-i Nûh, Hazret-i Hûd, Hazret-i Sâlih, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Lût -aleyhimüsselâm- (Bkz. eş-Şuarâ, 106, 124, 142, 161, 177) hep; «İttikā edin!» emrine muhatap olmuşlardır. Takvâyı korumak için günahlardan şiddetle kaçınmak şarttır. Bu korku ve havf, ittikā edenler için korunaktır. Şüphesiz Hazret-i Allah -celle celâlühû-, inananları belirli çerçevede korumaktadır. Fakat kul da verilenleri kaybetmeme, emre riâyet etme hassâsiyeti için âzamî gayret sarf eder. Takvâ basamaklarında ilk olarak; İslâm’ın temel kaidelerine ve tevhîdin özüne sıkı sarılarak şirkten beri durmalı, sonra farzları îfâ ederken ihlâslı olmalı, en son olarak da kalbinde Hak’tan gayrı ne varsa çıkarıp tüm kalbiyle Rabbe yönelmelidir. Bunlar kalbi besleyici ve sükûna erdirici ne hoş ölçülerdir!

Ancak burada «korku» üzerinde biraz durmak isteriz. Takvâda «korku=havf» esastır. Korku ama bu nasıl bir korku? Bu korku, cehennem azâbından, ateşten korku değildir. Bu bakış sığ bir bakıştır. Takvâdaki korkuda bir incelik vardır. Cenâb-ı Hak yakacak, ateşe atacak, cehenneme koyacak diye değil; «Ya, Rabbimin sevgisini kaybedersem! Ya, Kâinâtın Biricik Sahibi beni sevmezse!» diye bir korku… Yani en kıymetlinin sevgisini yitirmenin hüznü, vardır takvâda. Bu sebeple takvâlı kişi; bu sevgiyi yüreğinde sağlam tutmak, yitirmemek hattâ yıpratmamak için elinden gelen sa‘y u gayreti sarf eder. Takvâ ehli için mükâfat ve ceza önemli değildir. Onda «Hak sevgisi» zirvededir. Bu sevgi mü’mini «müttakî» yapar. Şimdi kim istemez takvâlı olmayı, değil mi? O sebeple bizim takvâ sahibi olmamız şart.

Gerçekten «takvâ» müslüman için şerefli ve en hayırlı bir makamdır. Bu hususta ne buyuruluyor şanlı Kur’ân’da:

“Gerçekten; sizin en üstün olanınız, Allah katında, en çok takvâ sahibi olanınızdır.” (el-Hucurât, 13) Peygamber -aleyhisselâm- da takvâyı tavsiye etmişlerdir:

“Allâh’a karşı takvâ sahibi olmanızı tavsiye ederim.” (Tirmizî, İlim, 16)

Bilinsin ki; toplumu oluşturan fertler ehl-i takvâ olursa o toplum, huzur toplumu olur. Asr-ı saâdette böyleydi. Ama onların da geçmişinde pek çok kötülük ve çirkinlikler vardı. Meselâ; puta tapma, şirk koşma, haddi aşma, ahlâksızlık, cinayetler, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme gibi dehşetengiz vakalar cereyan ediyordu. O toplumdan vahyin bereketiyle bir huzur toplumu doğdu. Bugün de aynı câhiliyye devrini aratmayan sapkınlıklar mevcut. Bunlardan kurtulmak yine aynı minval üzere olacaktır. Günümüzde hemen herkesin şikâyet ettiği yanlışlıkların içerisinde maalesef müslümanlar da bulunmaktadır. Peki, neden bu böyledir?

El cevap: Müslümanlar Müslümanlığı -tâbiri câizse- «çalakalem» yahut «el yordamıyla» yaşamaktalar. Ucundan, kıyısından İslâm’a yaklaşılmaz. İslâm bütünüyle, temel ana çatısı sağlam tutarak yaşanmalı. Hayır yollarında müstakîmce yürümeli, ana kaidelerden zerre şaşmamalı. İnsanları rahatsız eden yanlışlıklar, ancak takvâ sahibi insanlarla sona erebilir. O sebeple her müslümanın günümüz şartlarında takvâlı olması elzemdir.

O zaman şu soruyu sorma vakti geldi:

TAKVÂYI NASIL ELDE EDEBİLİRİZ?

Takvâ tamamen kalbî bir hassâsiyet ve rûhî bir keyfiyettir. Bunun için kalbî eğitim çok mühimdir. Fakat günümüzde insanların dünya yoğunluğundan âdeta başını kaşıyacak vakti yoktur ki, kalbi hassâsiyeti düşünsün… Ancak düşünmeli. Mü’min insan, îmânını ve îmânın yerleşim merkezi olan kalbini titizlikle korumalı. Oraya her aklına eseni, nefsine hoş geleni doldurup lüzumsuzluklarla zihnini beyhûde yormamalı. Güzel dînimizde kalbin hakikat sırlarını kavraması için yapılması gerekenleri inceleyen «Tasavvuf» isimli bir ilim dalı vardır.

Tasavvufun temelinde; «kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi» düsturu esastır. Bu düstur, İslâmiyet’i ciddiyetle yani «takvâ» ile yaşama kaidesidir. Kalbin tasfiye edilmesi hâdisesi; kalbin kalabalıklardan arındırılması; gereksizlerden boşaltılması arı, duru, saf, hak ve hakikati alabilir hâle getirilmesidir. Nefsin tezkiyesi ise; onu cezbedici şeylere kaymaması için nefsin eğitilmesi demektir ki, insanda «benlik» bugünkü tabirle «ego» gelişmesin, kişi bencil olmasın. Takvâda bu şarttır. Kalpte îmânın tam tecellîsi buna bağlıdır. Kalbin selîm hâle gelmesiyle; kişide ilim, fikir, zikir, şükür oluşur. Bu hâl takvâ hâlidir. Dolayısıyla yine tekrar edelim ki, bir müslüman için takvâ şarttır.

Eğer bir kimsenin yüreğine takvâ girdiyse artık onun başına bir polis dikmeye gerek yoktur. Zira kişinin takvâsı onu her çeşit menfîyattan korur, onda her zorda hak ve hayır tecellî eder. Bilinsin ki;

TAKVÂ SAKINMAKTIR

Bugünün insanının değer verdiği pek çok dünyevî şey vardır. Mü’min onların üzerine nasıl îtinâ ediyorsa kendine ebedî saâdeti kazandıracak îmânının üzerine de aynı îtinâyı göstermelidir. Nasıl değerli mücevherler kadife kutularda muhafaza ediliyorsa, îmanların da aynen öyle günahlardan ârî muhafazalı bir kalpte bulunması gerekir.

TAKVÂ CİDDÎ BİR SEVGİNİN, CİDDÎ BİR KORKUNUN TEZÂHÜRÜDÜR

Takvâ ancak aşkın bir muhabbetin ürünüdür. Korku da öyle. Korkunun Arapçada tam karşılığı «havf»tir. Alelusûl sevgi ve korkuyla takvâ oluşmaz. Takvâdaki sevgi ve korku; titizlik ve hassâsiyetle oluşur, dikkat ve rikkatle gelişir. Bu korkunun temelinde kaybetme endişesi ve saygı vardır. Ve bu korku; kulu Rabbine yaklaştırıcı bir korkudur, onun haşyetini, huşûunu ve dikkatini artırır.

TAKVÂ MÜ’MİNE FURKAN ANLAYIŞINI TEMİN EDER

Bir müslüman takvâya sahip ise, Mevlâ Teâlâ; pek çok güzel özellikler yanında o mü’mine iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı birbirinden ayıracak bir firâset nasip eder. (Bkz. el-Enfâl, 29)

ALLAH TAKVÂ SAHİPLERİNİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIR

Cenâb-ı Hak kendi yolunda yürüyenlerin işlerini kolaylaştırır. Her sıkıntılı hâlden onlara bereketle kurtulma imkânı açar. Problemlerini tevekkülle Mevlâ’ya havâle edenler, ummadıkları yerden nice güzelliklerle nasiplenirler. (Bkz. et-Talâk, 2, 3, 4)

TAKVÂ; BOLLUĞA, BEREKETE, HUZURA SEBEPTİR

Bir toplum yüce Yaratıcı’nın emirlerine uygun hareket ediyorsa; haramları haram bilip onlardan sakınıyor, helâllere; «Başım gözüm üstüne Rabbim!» diyorsa, o toplumda huzur olur, ekonomik yönden ferahlık ve bereket olur. Ama Hakk’ın emirlerinin dışında bir hayat yaşanırsa, günahlarla kol kola olunursa, Hakk’ın farz olan emirlerine umursamaz davranılırsa; o toplumda huzurdan, refahtan, bereketten eser olmaz. Hastalıklar, kıtlıklar, huzursuzluklar, zulümler o toplumda kol gezer. (Bkz. el-Mâide, 65-66)

ALLAH TAKVÂ SAHİPLERİYLE BERABERDİR

Allah Teâlâ; hidâyeti, himayesi ve yardımıyla kendi emirlerini bütün samimiyetiyle yerine getiren takvâ sahibi müttakî kullarıyla beraberdir:

“Çünkü Allah, ittikā edenlerle (azâbından korunanlarla) ve iyilik edenlerle beraberdir.” (en-Nahl, 128)

“Ve (iyi) âkıbet, güzel son takvâ sahipleri içindir.” (el-A‘râf, 128)

“Gerçekten Allah, takvâ sahiplerini sever.” (et-Tevbe, 7)

Mevlâ’mızın sevdiklerinden olabilme niyâzıyla…