YEDİKLERİMİZİN BAŞIMIZA BELÂ OLDUĞU GÜNLERE GELDİK

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Dâvud -aleyhisselâm-’a atfedilen bir söz var. Diyor ki:

“Gün gelir, insanın yedikleri ona tuzak olur.”

Sözün kaynağına ulaşamadım, ama vardığımız netice itibarı ile bu sözün fiilî olarak te’yidi yapılmış durumda. Zira insanoğlunun yaratılışından bugüne gelen serencâmına baktığımız zaman, başına gelenlerin ya ağzına girenler sebebiyle ya da ağzından çıkanlar sebebiyle vukû bulduğunu müşâhede etmemiz mümkün. Buna misal olarak Âdem -aleyhisselâm- ve Havvâ Annemiz’in cennetten kovulma hâdisesinin, bir yemek imtihanından sonra cereyan etmesini gösterebiliriz.

İnsanın yediklerinin başına belâ olması hususunu, iki şekilde değerlendirmek lâzım.

Birincisi yediklerinin miktarına riâyet etmemesi;

İkincisi ise yediklerinin helâl, temiz ve sağlıklı olup olmadığına dikkat etmemesidir.

İnsanoğlunun hayâtiyetini devam ettirebilmesi için beslenmeye ihtiyacı vardır. Allah Teâlâ hikmeti îcâbı; yeryüzünün her yanında, insanları farklı ırklarda, farklı renklerde yarattığı gibi, onların yiyeceği besinleri de o bölgede yaşayan insanların tabiatına uygun yaratmıştır. Öyle ki, o bölgede yetişen gıdâlar ve alınan besinler; insanların karakterine, şahsiyetine ve ahlâkına önemli ölçüde tesir etmiştir.

İnsanı diğer mahlûklardan ayıran en temel özellik, kendi ihtiyacı olan şeyleri üretebilmesidir. Nasıl ki; insanın ürettiği çoğu âletin çalışabilmesi için bir enerjiye ihtiyacı varsa, insanın da yaşaması için gıdâlara ve dolayısıyla beslenmeye ihtiyacı vardır. Elbette burada; «İnsanın beslenme maksadını iyi belirlemesi lâzım.» diye düşünüyorum. Zira belirlenen bu hedef, o insanın hayatında ciddî değişiklikler yapmasına sebep olabilmektedir. Buna göre insanın;

«İhtiyacı olan gıdâları almak ve hayâtiyetini devam ettirmek için mi besleniyor?» yoksa;

«Sırf zevk almak için mi besleniyor?» buna karar vermesi gerekiyor.

Allah Teâlâ, her şeyi hassas bir ölçüde yaratmış ve insanın hem dünyada hem de âhirette sıkıntı yaşamaması için bu ölçülere riâyet etmesini emretmiş. İnsanın hayatındaki diğer ölçüler gibi yeme içmesine de bir had belirlemiş. İşin ehli olan insanlar; vücuttaki bazı âzâların küçüklük veya büyüklüklerinden hareketle, o bedene ait farklı hususiyetleri tespit edebilmektedirler. Meselâ; insanın iki kolunu açtığı zaman aradaki mesafenin o insanın boy ölçüsüne eşit olduğu, yine insanın vücudundaki kan miktarının o insanın kilosunun 1/13 nisbetinde olduğu örnekleri gibi. Bu ölçüden yola çıkınca, bir insana yetecek yiyecek miktarının, o insanın yumruğunun büyüklüğü kadar olması gerektiğini ifade etmişler. Bu da ölçü olarak yaklaşık 250 ile 500 gram aralığında değişmektedir. Tabiî buradaki yiyeceğin helâl ve temiz olma şartının olduğunu da unutmayalım.

Yediklerimizin başımıza belâ olmasının ikinci sebebine gelince; «Yediklerimizin helâl ve temiz olmasına dikkat etmemek.» demiştik. Bir müslümanın dikkat etmesi gereken en önemli mesele, yediği gıdânın helâl olmasıdır. Bu hususta Süfyân-ı Sevrî Hazretleri;

“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmaktadır.

Allah Teâlâ’nın bizlere helâl kıldığı şeylerle, haram kıldığı şeyleri kıyaslayacak olursak; aslında helâllerin haramlara nisbetle bir hayli fazla olduğunu; helâl kılınan hayvanların hususiyetlerine baktığımız zaman ise et yemeyen, tabiatında vahşîlik ve iğrençlik olmayan hayvanların bize helâl kılındığını görüyoruz.

Ortaokul yıllarında, ülkemizin bir tarım ülkesi olduğunu ve kendi kendine yetebilen dünyanın belli başlı ülkelerin arasında yer aldığını öğrenmiştik. Ancak; köprünün altından hayli sular akmış olmalı ki, temel gıdâ maddelerimizden olan birçok ürünü yurt dışından ithal etmeye başlamışız. Market alışverişlerinde ismi bizim olan birçok ürünün arkasını çevirince, üretim yerlerinin başka memleketler olduğunu üzülerek müşâhede etmekteyiz.

Bu duruma gelmemiz elbette ânîden gelişen bir vâkıa değil. Yanlış uygulamalar, ihmal ve gaflet birleşince, netice maalesef bugün geldiğimiz nokta oluyor. İki binli yıllarda kendi memleketimden biliyorum; köylerde bulunan araziler ve tarlalar için ekilmeme şartı ile «Dünya Bankası»ndan para dağıtılıyordu. «Bunu hangi akıl düşünmüşse, milletimizin zaafını iyi biliyormuş.» diye hayıflandım. Hiçbir şey yapmadan, sadece kendisine ait tapu ile müracaat eden herkes, geri ödeme şartı olmadan paralarını aldılar.

Bu yanlış uygulamalar insanlarımızı hazıra alıştırdı. Verimli araziler ve tarlalar boş bırakıldı. Hazıra alışan insanlar; ekip biçmeden para kazanmaya veya ekecekse de yerli tohumlara nisbetle daha fazla ürün veren, hibrit ve genetiği değiştirilmiş tohumlarla tanıştı. Verimli topraklarımızda; atalarımızdan mîras kalan tohumlar maddî sebeplerle terk edilip, bir kere ürün alınabilen hibrit tohumlar ve genetiği ile oynanmış hem ekildiği toprakları verimsizleştirip zarar veren hem de insan sağlığına olumsuz etkileri ispatlanmış tohumların kullanımı yaygınlaştırıldı.

Sağlıklı bir ziraat politikamızın olmaması ve maddî sebepler sâikıyla; insanlar yetiştirdikleri gıdâ maddelerinin sağlıklı olup olmadığından ziyade, keselerine girecek parayı düşündüler. Nihayetinde bu tohumlardan yetişen ürünleri yiyen insanlarda, başta kısırlık olmak üzere, çeşitli hastalıklar artmaya başladı.

Bugün geldiğimiz nokta; gıdânın aslında insanoğlu için ne kadar mühim olduğunu bir kez daha idrak ettirdi. Son yaşadığımız salgın hâdisesinde, bu virüsten etkilenenlerin çoğunluğunun bağışıklık sistemi zayıf olan insanlar olduğunu öğrendik. Bağışıklık sistemini zayıflatan sebeplere baktığımız zaman ise, insanın beslenme alışkanlığı ve aldığı gıdâlar ile alâkalı olduğunu gördük.

Bugün; nasıl ki savunma sanayiinde millî imkânlar kullanarak belli mesafeleri geçmiş ve başarıya ulaşmışsak, gıdâ üretiminde bundan iki kat daha fazla ehemmiyet göstermek durumundayız. Zira hem maddî hem de mânevî olarak yediğimiz her lokma, bize müsbet ya da menfî yönde tesir etmektedir. Mademki hastalıklar, bağışıklık sistemi güçlü olan bedenlere zarar veremiyor. O hâlde hem maddî hem de mânevî savunma sistemimizi güçlendirerek, hastalıkların bedenimizi teslim almasına engel olmalıyız. Bunun için de hem helâl olanı tercih etmeli hem de sağlıklı olanı bulmaya gayret etmeliyiz.

Rabbimiz bizleri temiz kullarından eylesin. Temiz olanlarla beraber eylesin. Temiz yaşayıp tertemiz olarak huzûruna kabul eylesin.