LİSAN EDEBİ

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

Abdulkādir Geylânî Hazretleri sohbetlerinde şöyle der:

“Kalbin karışmadığı dilin bilgisi hiçtir. Kalbin yaya kaldığı bilgi ile bir adım bile atman kābil olmaz. Yol dediğimiz kalp yolculuğudur.” (İlâhî Armağan, 6. sohbet)

Kişinin dünya hayatında çıktığı yolculukta kalp dünyası; yegâne ve tek hazinesidir. Bu hazineyi koruyabilmenin yolu da, Allah ve Rasûlü’nün bize gösterdiği «Hak Yol»da sebât ederek istikametle yürüyebilmektir. Bize bu yolda istikameti kazandırabilecek yegâne unsur da Kur’ân-ı
Azîmüşşân’ın kutlu dili, Efendimiz’in fem-i saâdetlerinden dökülen hadîs-i şerifleri ve üsve-i hasene hayatı olacaktır.

Şairleri, edipleri hayran bırakan Kur’ân-ı Kerîm’in dili bize ne söylüyor? Bu yazımızda; Kur’ân-ı Kerîm’in lisan edebini, Peygamber Efendimiz’in ve ashâbın hayatından örnekler ile anlatmaya gayret edeceğiz.

Sözlükte «yaralamak, tesir etmek» anlamına gelen «kelime»; «bir mânâya delâlet eden lâfız» demektir. Demek ki kelimelerin (kılıç gibi keskin; insanı öldürebilen, yaralayabilen) can bahşeden bir özelliği var. Kur’ân-ı Kerîm’in hitap tarzında, İlâhî Kelâm’a muhatap yüreklere, lisan edebini öğreten bir yön vardır. Bizim de bu edepten hisse alabilmek için gayret göstermemiz gerekiyor. Çünkü insanlar ile iletişimde sermayemiz dildir. Bizim bu sermayeyi doğru kullanabilmemiz, dilimizin hakikatleri telâffuz etmesi ile mümkündür. İnsanlar bizim sadece bir mevzuyu nasıl güzel ifade ettiğimize değil, aynı zamanda gerçekleri söyleyip söylemediğimize de bakar. Süslü kelimeler ile dolu bir konuşma; gerçekleri dile getirmiyorsa, muhatabımızda güven oluşturmayacaktır. Bunun en güzel örneğini ashâb-ı kirâmın hayatından verelim:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in müsaadesi ile ilk hicret (ilk gurbet yolculuğu) Habeşistan’a yapılır. İlk kafile Osman bin Maz‘un, ikinci kafile Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anhümâ- emirliğinde hareket eder.

Mekke müşriklerinin ezâ, cefâ ve eziyeti Habeşistan’da da bu mü’min topluluğun peşini bırakmaz. Necâşî’nin memleketine Kureyş müşriklerinden bir elçi gider. Niyetleri hicret eden mü’minleri geri getirebilmektir. Mü’minleri Necâşî’den alabilmek için başvuran Kureyş’e Necâşî’nin cevabı;

“–İki tarafı da dinlemek istiyorum!” olur.

Müslüman topluluğa haber gönderilir ve Kureyş müşriklerinin temsilcileri ile müslümanların temsilcisi Câfer bin Ebî Tâlib, onların da ileri gelenleri ve din adamları huzûrunda iki defa karşı karşıya gelir. Câfer bin Ebî Tâlib’in; sorulara verdiği İslâm’ı sevdiren, güven tohumları atan, İslâm’ı doğru kelimelerle ifade eden, hakkı ve hakikati anlatan üslûbu ile mü’minler, Habeşistan’da ikāmet etmeye devam ederler. Kureyş müşrikleri, isteklerine ulaşamadan yurtlarına geri dönerler.

Necâşî’nin;

“–Bu din de neyin nesidir ki; uğrunda yurtlarınızı terk ettiniz, bunca ezâ ve cefâya katlanıyorsunuz?” sorusuna Câfer bin Ebî Tâlib’in verdiği muhteşem cevabı hatırlatmak istiyorum:

“–Ey Melik! Biz cehl ve dalâlet üzere yaşayan, putlara tapan, murdar et yiyen, fısk u fücur işleyen, akrabalık bağlarını koparan, komşuluk hukukunu tanımayan, imkânlarını kötüye kullanan bir kavimdik. Cenâb-ı Allah; içimizden dürüstlüğünü, iffetini, emânetini, doğru sözlülüğünü, nesebini yakından tanıdığımız bir Rasûl gönderdi. O, bizleri Allâh’a davet etti. Sadece Allâh’a kulluk etmeye, O’na ibâdet etmeye, putları terk etmeye çağırdı. Allâh’a ibâdet etmemizi, şirk koşmamamızı, haram kıldıklarını haram helâl kıldıklarını helâl kılmamızı buyurdu.” (Sahîh-i Buhârî, Umdetü’l-Kārî, 292-293; Sahîh-i Müslim, 4-210/213)

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz;

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının, her zaman doğru ve yerinde söz söyleyin.” (el-Ahzâb, 70) buyurmaktadır.

Bugün de en çok ihtiyacımız olan şey; hakkı ve hakikati anlatırken, muhatabımızı can kulağı ile dinlemek. Ne söylediğini doğru anlamak. Sorulara doğru ifadeler ile güzel bir şekilde cevap vermek. Kelimelerimizi seçerken zamana, mekâna uygun olup olmadığına dikkat etmek. Bize konuşmalar ile yapılan saldırı ne kadar çirkin ya da yanlış olursa olsun, doğruyu Hak’tan taviz vermeden güzel bir uslûp ile ifade etmek. Konuşurken; şahsiyetimizi, iffetimizi, mukaddes değerlerimizi muhafaza etmek, kimsenin de şahsiyetine ve iffetine saldırmamak. Muhatabımızda güven tesis edebilmek için samimî ve içten tavrımızı muhafaza etmek. İnancımızı, düşüncelerimizi ifade ederken Kur’ân-ı Kerim’de beyan edildiği şekilde anlatmamız gerekmektedir.

Mânevî hayatın zedelendiği, mukaddes değerlere saygısızlığın had safhaya ulaştığı günümüzde; Peygamber Efendimiz’in ve ashâbının fedâkâr, vefâkâr, cefâkâr hayatlarına derin bir yolculuk yapmamız gerekiyor. Kur’ân-ı Kerîm’in nûru ile her dem yeniden buluşmak ve bunları bir şablon gibi koyarak, hayatımızın bu şablonun neresinde olduğuna bakmamız elzem. İlim, ibâdet ve hizmet ile rûhu canlı tutmaya ihtiyacımız var.

Peygamber Efendimiz; Sâlim bin Avfoğulları’nın oturduğu vadide, Cuma namazında îrad ettiği İkinci Hutbesi’nde şöyle buyuruyordu:

“Sözlerin en güzeli Allâh’ın kitâbıdır. Allah -celle celâlühû- kimin kalbini Kur’ân’la süslerse onu kâfir iken İslâm’a sokar. O kimse de Kur’ân’ı başka sözlerden üstün kılarsa kurtulur.

İyi bilin ki, Allâh’ın kitâbı sözlerin en güzeli ve en üstünüdür. Sözleriniz, Allâh’a yönelmiş güzel sözler olsun ve aranızda Allâh’ın kelâmı ile muhabbetleşiniz.

İyi biliniz ki, Allah; ahdini bozanlara, sözünde durmayanlara gazap eder. Allâh’ın selâmı üzerinize olsun.” (Beyhakî, Delâil, 2, 524-5)

Peygamber Efendimiz’in bütün bir hayatı incelendiğinde; Rabbine kulluk üzere bina edilmiş bir ömür vardır. Kulluk örneğimizi Efendimiz’in hayatından almamız, bu yüzden çok önemlidir. Efendimiz’in, dilin edebine dair;

“Allâh’a ve âhiret gününe inanan ya hayır söylesin ya sussun!” (Buhârî, Edeb, 31, 85) hadîs-i şerîfi, bizim dilimizin şiârı olmalıdır. Bütün bir ömrü bu hâliyle; «anlamlı bir cümle bile olmayan bizler için», Efendimiz’in hayatı yegâne çaredir.

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“O kimseler ki boş söz ve işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 23/3)

Hâl böyle iken; sadece konuştuğumuzun değil, dinlediğimizin de helâl dairede olması gerekmektedir. Âhiret gününde amellerimizin; konuşup dinlediklerimizin bir hesabı olduğuna göre, lisan edebimizin en önemli kaidesi;

“Ya hayır söyle ya da sus!” olmalıdır. Rabbimiz’in Kur’ân-ı Kerim’de buyurduğu üzere;

“İnsanları Allâh’a çağıran, hayırlı güzel işler yapan ve gönülden; «Ben müslümanlardanım!» diyenden daha güzel söz söyleyen var mıdır?” (Fussilet, 35)

Sahi var mıdır?

Bu soruya bir cevabı olmayanlar için, Yûnus Emre Hazretleri’nin dilinden cevabımızı dile getirelim:

Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında!..
Çağrışır tellâllar inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında!..