“DÜZELTEMEDİM!”

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Tebe-i tâbiînden Abdullah bin Mübârek Hazretleri 736 senesinde Merv’de doğdu. Merv’de başladığı tahsilini zamanın ilim merkezlerinden olan; Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak’ta sürdürdü. Birçok hadis rivâyet eden Abdullah bin Mübârek Hazretleri, 797 senesinin Ramazân’ında Fırat Nehri’nin kenarındaki Hit mevkiinde vefat etti. Kabri, Hit’tedir.

*

Rivâyet edildiğine göre Abdullah bin Mübârek Hazretleri, bir yolculuk esnasında kötü huylu bir adamla arkadaş olmuştu. Adamın suyuna gitmeye, dediklerini yapmaya, onu kırmamaya çalıştı. Yolculuk sona erip de kötü huylu arkadaşından ayrılırken; Abdullah bin Mübârek, çok değerli bir dostundan ayrılıyormuş gibi ağlamaya başladı. Onun bu hâline hayret edenlere şunları söyledi:

“–Çünkü yolculuk bitti, ben de kendisinden ayrıldım. Fakat onun kötü huyu hâlâ kendisiyle beraber. O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hâllerini düzeltemedim. O bîçârenin ahlâkını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benim hata ve kusurlarımdan dolayı istikamete gelmediyse, yarın hâlim nice olur!..”

NÂZİK TEBLİĞ USÛLÜ

Sultan II. Mahmud, 20 Temmuz 1785’te İstanbul’da doğdu. 1808’de tahta çıkan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın ilgāsı ve kılık kıyafet reformu gibi Avrupâî ıslahat adımları attı. Bu reformlar halk nezdinde karşılık bulmadığı gibi tarihî açıdan da ciddî hatalar olarak değerlendirildi. Kendisinin de ömrünün sonlarında bu büyük reformların pişmanlığını yaşadığı kaydedilir. II. Mahmud, 1 Temmuz 1839’da vefat etti. Kabri, Dîvanyolu’ndadır.

*

Osmanlı’nın inşâ ettiği eşsiz medeniyette emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yani iyiliği emredip kötülükten sakındırmak daima tatbik edilen bir tebliğ esasıydı. Bu tebliğ halkın farklı tabakalarına göre değişmez, sadece muhatabın mevkiine göre usûl farklılığı gösterirdi. Meselâ padişahlar, kendilerini gurura sevk edebilecek bir dizi iltifata muhatap idiler. Bu iltifatların kalplerinde gurur ve kibir meydana getirmesinden son derece endişe duyarlardı. Buna mâni olmak için muhtelif usûllere müracaat ederlerdi. Meselâ;

“Yavuz Sultan Selim, kendisini gurura sevk edebilecek fânîlerin iltifatlarına muhatap olmamak için Mısır Seferi dönüşü İstanbul’a girerken geceyi beklemişti.”

Nâzik tebliğ usûlüne bir misal de;

“Osmanlı sultanları, devletin kuruluşundan yıkılışına kadar maaşlı askerlerine her cuma selâmlığına gidip gelirken;

«Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!..» diye bağırtarak kendilerine hâricen yapılan mânevî irşad ve îkâzı resmîleştirmek yoluna bile gitmişlerdi.”

Osmanlı fetihlerini gerçekleştirmiş bulunan padişah ve kumandanlar, İslâm’ın «cihad» diye ifade ettiği ve bunun en ehemmiyetli bir şekli olan «büyük cihâd»ı, yani nefis mücadelesini titizlik içinde öne almışlardır. Bu istikamette kendilerini irşâd edecek olan mânevî rehberlerin îkazlarına, daima müstesnâ bir kıymet izâfe etmişlerdir. Her biri, gönül terbiyesini zarurî addetmiştir. Denilebilir ki, Osmanlı padişahları içinde seyr u sülûk yoluna girmemiş bir tek şahıs gösterilemez. Öyle ki gafil ve hâin devlet adamlarının tesiri altında kalan II. Mahmud bile, padişahlarında «yedi evliyâ kuvveti» tevehhüm eden halkına «gâvur padişahı» dedirtecek kadar bir vicdânî burukluğa sebebiyet vermiş bir kimse olmasına rağmen, son nefesini verirken ızdırâbını dile getirerek;

“–Beni bir camiye götürün! Son nefesimi Allâh’ın bir mâbedinde vermek istiyorum…” demiştir.” (Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 268, 269, Osman Nûri TOPBAŞ)

PEDER NE DER, KADER NE DER!..

Köprülü Mehmed Paşa, Arnavutluk’un Ruznik köyünde doğdu. Devşirme olarak İstanbul’a getirilerek Enderun’da yetiştirildi. Bir dönem Amasya’ya bağlı Vezirköprü’de yaşadığı için «Köprülü» lâkabıyla anıldı. Devletin muhtelif kademelerinde aldığı vazifeleri bi-hakkın îfâ etti. 1657’de sadâret mührünü aldıktan sonra attığı siyâsî ve askerî adımlarla devlet idaresinde çelik bir irade gösterdi. Köprülü Mehmed Paşa, 31 Ekim 1661’de vefat etti. Kabri, Çemberlitaş’ta yaptırdığı külliyededir.

*

Rivâyete göre Köprülü Mehmed Paşa çocukken çok yaramazdı. Bir gün babası ona; “Sen adam olmazsın!” diyerek bir tokat atmıştı. Oradan geçmekte iken bu hâdiseyi gören ehl-i kalp bir zât ise bir babaya bir de evlâdına baktı. Kendisine o çocuğun istikbaldeki hâli seyrettirilince de hayretler içinde şöyle dedi:

“–Aman yâ Rabbî! Peder ne der, kader ne der!..”

Çünkü babasının; “Sen adam olmazsın!” dediği çocuk, istikbalde koskoca Osmanlı Devleti’nin sadrâzamı olacaktı.

OSMANLI’DA GÜÇLÜ BİR SPORCU

Usta kemankeş ve pehlivan Mîr-i Âlem Ahmed Ağa, aslen Boşnak’tır. 16. asırda yaşadı. Çocukluğundan itibaren bedenen fevkalâde güçlü ve kuvvetli olmasıyla tanındı ve bilindi. Kanunî Sultan Süleyman ile Rodos Adası’nın fethine katıldı. İstanbul’a döndüklerinde Kanunî’nin isteği üzerine yedi sene çalışarak 1532’de Bursalı Şücâ’nın ok atmadaki rekorunu kırdı. Bu muvaffakiyet üzerine kendisine «Gelibolu Kaptanlığı» verildi. Yaşı kemâle erince hac vazifesini yerine getirdi. Ahmed Ağa, 1550’de vefat etti. Kabri, İstanbul’da Şemsi Molla Camii hazîresindedir.

*

Mîr-i Âlem Ahmed Ağa, yetmiş yaşını aşmış iken bir gün atı ile yaycılar çarşısına gitmişti. Yaycı esnafından bir adam Ahmed Ağa’nın ihtiyarlığıyla istihzâ edercesine;

“–Gayrı kocadın!..” dedi. Buna içerleyen Ahmed Ağa; atını çarşının zincir gerili kapısının altına sürdü, iki kolunu zincire geçirdi, bacak ve ayakları ile de hayvanı kıskaçladı. Kolları ile kendini ve hayvanını yukarı çekerek atının ayaklarını yerden kesti ve;

“–Yay gerip ok atamayacak kadar kocamamışız!” cevabını verdi.