BEY‘ATLARI SORUŞTURMA

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr


Rasûlullah -aleyhisselâm-, dur-durak bilmeden insanlığın kurtuluşu için çalışıyordu. O’na îmân ile beraber teslîmiyet gösteren sahâbîler de, bu aydınlanma merhalesinin birer kandili olarak, çevrelerini aydınlatma gayreti içindeydiler. Nurlar Nûru’ndan aldıkları ışık ile her biri kandil kandil parlıyordu.

İlâhî çağrıya kulak kabartıp yönelenler, bu ışıkla aydınlanıyorlar, aydınlananlar da bir başkasını aydınlatmak için, bütün güçleriyle çalışıyorlardı. Bu dönemde İslâm ile şereflenenler sürekli artarken, karşı koyup şirk karanlığında kalan da bir hayli çoktu.

Bir okul ve bir ekol olan Hazret-i Mus‘ab ve ona ortam hazırlayan Hazret-i Es‘ad başta olmak üzere, Medineli müslümanlar gelip Rasûlullah -aleyhisselâm-’a bey‘at ederek, O’nu ve ashâbını Medine’ye davet etmişlerdi. -radıyallâhu anhüm ecmaîn-

Daha önce zikrettiğimiz gibi, Yesrib (Medine) ve civarından gelen hacılar 500 kişi kadardı. Bunların içinde 75 müslüman vardı. Bazıları bilinmekle beraber, genelde bunlar tanınmıyorlardı. Gruplarının içinde kendilerini gizlemişlerdi.

Akabe Bey‘atı diye meşhur olan o gece; gruplarının içinden sessizce ayrılıp, büyük bir gizlilikle gelerek bey‘at etmişlerdi. Aynı gizlilikle de dönüp gruplarına katılmış, onlarla beraber sabaha çıkmışlardı.

Mekke’nin Akabe mevkiinde yapılan bu bey‘at ile yeni bir dönem başlıyordu. Bütün tedbirler alınarak, son derece gizlilik ile yapılan bu bey‘at, ertesi gün duyuldu.1

Mekke müşrik liderleri bu işe çok öfkelendiler. Bey‘at meselesinin nereye varacağını çok iyi anlamışlardı çünkü. Bu yüzden haber alır almaz, hemen onların konak yerlerine vardılar. Hiç zaman geçirmeden çıkıştılar:

–Ey Hazrecîler! Bize ulaşan habere göre, siz bizim sahibimizle2 konuşmuşsunuz. Kendisini aramızdan çıkarıp yanınızda götürmek istiyormuşsunuz! Eğer böyle bir şey yapmışsanız, yeminle söylüyoruz ki; Arap kabîlelerinden, aramızda savaşacağımız ve size olduğu kadar kin bağlayacağımız hiçbir kabîle olmaz!

–Biz böyle bir şey niye yapalım ki? Siz nasıl putlara tapıyorsanız, biz de aynı şekilde putlara tapıyoruz. Yanlış bir haber almışsınız. Böyle bir şey olmadı, olamaz da! Biz böyle bir şey yapmadığımız gibi, buna müsaade de etmeyiz! Yok böyle bir şey!3

Medineli müşrikler doğru söylüyorlardı aslında. Çünkü onların bütün bu olan bitenlerden haberleri yoktu. Aralarında bulunan müslümanlar ise, belli etmeden birbirlerine bakıştılar.

Bunlardan tatmin edici bir malûmat alamayan müşrikler, hemen dönüp Abdullah bin Ubeyy bin Selûl’ün yanına vardılar. İbn-i Selûl, onların en önde gelen liderleriydi. Hattâ onu başlarına kral seçmişler; ancak henüz tâcını giyip, makamına oturmamıştı. Ama ne olursa olsun, liderleriydi. Üst seviyede görüşme gerçekleştirerek, hemen konuyu açtılar:

–Biz seni Yesrib lideri olarak bilirdik ey İbn-i Selûl!

–Bu nasıl bir söz böyle ey Mekke liderleri!

–Yesrib’in lideri sen değil misin yoksa?

–Siz de biliyorsunuz ki, tâcımı giymek üzereyim ben!

–Seni lider kabul edenler, senden gizli iş yaparlar mı ey İbn-i Selûl?

–Asla!

–İşittiğimiz bunca şeyler de nedir o zaman?

–Ne işittiniz ki, bu kadar öfkelenmişsiniz?

–Akabe mevkiinde gece vakti bizimkiyle bey‘at edip, Yesrib’e davet etmişsiniz!

–Biz de sizin gibi O’na inanmadığımız hâlde, durup dururken Yesrib’e niye davet edelim ki?

–O’nu ve O’nunla beraber ashâbını da davet etmişsiniz!

–Ne dediğinizin farkında mısınız siz?

–Farkında olmasaydık, bu kadar kızar mıydık?

–Bu çok büyük bir iştir! Herhâlde bu boş bir şey olsa gerek! Böyle bir şey olmamıştır! Benim kavmim, bunun gibi bir şeyi bana danışmadan asla yapmaz. Ben böyle bir şeyin olduğunu düşünemem bile! Kavmimden hiç biri, bana danışmadıkça böyle bir şey asla yapmaz!4

–Öyle olsun bakalım!

–Yesrib lideri olarak konuşuyorum ben, yok böyle bir şey!

–Göreceğiz!

İbn-i Selûl her ne kadar böyle bir şey olmadı dese de; Mekke müşrik liderleri, bu bey‘at işini soruşturmayı daha da derinleştirdiler. Ciddî bir araştırma ve soruşturmadan sonra, bu işin doğru olduğunu anladılar. Hemen harekete geçerek; Medine yollarından, en küçük patikalara varıncaya kadar kesmedik yol bırakmadılar.

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bu büyük bey‘at ve davetin ardından;

“–Hiçbir şeyi belli etmeyerek, hemen Yesrib’e dönün!” tâlimâtını vermişti. Bu tâlimat üzerine Medineli müslümanlar, yine aynı gruplar içinde Medine’ye dönüşe geçmişlerdi.5

Diğer taraftan da; Medineli müslümanları arayıp bulmak için, her tarafa birlikler salan müşrikler, çok yönlü bir arama tarama başlattılar!

Hâin müşriklerin takipçileri, serî bir şekilde iz sürerek, Sa‘d bin Ubâde ile Münzir bin Amr -radıyallâhu anhümâ- adlı Medineli müslümanlara Ezâhir mevkiinde yetiştiler. Hazret-i Münzir erkenden fark edip, kaçmayı başardı. Sa‘d bin Ubâde ise yakalandı.6

–Sakın sen Muhammed’in dîninde olan biri olmayasın!

–Elhamdülillâh, Allah ve Rasûlü’ne tâbî olmuş bir müslümanım ben!7

–Şimdi görürsün gününü sen!

Bağırıp çağırarak, itip kakarak ellerini boynuna sımsıkı bağladılar. Hem çirkin sözlerle hakaret ederek ve hem de vura vura, uzun saçının perçeminden şiddetle asılarak, Mekke’ye getirdiler. Bir yandan sorguluyor bir yandan da dövüyorlardı!

Mekke müşriklerinden biri olan Ebu’l-Bahterî, onu görünce tanıdı. Kurtarmak istediği için, yol gösterdi ona:

–Ne diye bunca sıkıntıya katlanıyorsun! Seninle burada herhangi birisi arasında bir himaye veya sözleşme yok mu?

–Cübeyr bin Mut‘im ile Hâris bin Harb’e çok yardım etmiştim. Onlar ticaret yapmak maksadıyla Medine’ye geldiklerinde, koruyup kollamıştım.8

–Sen bu iki adamın ismini söyle ve aranızda olanı anlat!

Bunları söyleyen Ebu’l-Bahteri, hemen gidip o iki kişiyi Kâbe’nin yanında buldu ve olanları anlattı. Onu dinleyen iki tüccar hemen yerlerinden fırladılar:

–Sa‘d bin Ubâde doğru söylemiş. Ticaret maksadıyla onun memleketine gittiğimizde, bize haksızlık etmek isteyenlere karşı o bizi korumuştu. Şimdi de biz gidip onu kurtaralım.

Hemen gidip Sa‘d bin Ubâde’yi müşrik arkadaşlarının ellerinden kurtardılar. Hazret-i Sa‘d da teşekkür edip, kafilesine doğru hızla yöneldi. Tam o esnada da, kabîlesi toplanmış, Sa‘d için harekete geçmek üzereydi.9

İçinde yaşadıkları toplumun imkânlarını iyi kullanmak, Peygamber Efendimiz’in tavsiyelerinden biriydi.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

____________________________

1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 223.

2 Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı kastediyorlar malûm.

3 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, 240.

4 Zehebî, Megāzî, s. 304.

5 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 304.

6 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, 228.

7 İbn-i Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 166.

8 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 92-93.

9 İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Me‘âd, c. 2, s. 58.