N’OLDU BU GÖNLÜM?

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

“Gönül olmasa göz işe yaramaz.” der Kutadgu Bilig. Bu dünyadan, varlık denizinde, fânî varlığını yok eden, gül yaprağı misali râyihalar sunan güzeller geçmiş. Kıtaları bir uçtan bir uca kateden kuşlar misali geçiyoruz dünyadan. Lâkin varlığı eritmek, maksûda ulaşmak kolay olmasa gerek.

N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm?
Derd u gam ile doldu bu gönlüm.
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm,
Yanmada derman buldu bu gönlüm.
(Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri)

Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’nin gönlünü dolduran da, dünya hayatında Rabbinden ayrı kalışın feryatları. Ayrılık acısı tasavvufta dert olarak tanımlanıyor. Gönlünü yakan bu dert ile tutuşan insan, kendi hakikati ile buluşabilir. İnsanın hakikati, Allâh’ı doğru tanımaktır. Bunun için de; Rabbin rubûbiyetini, kendinin hiçliğini idrak gerekiyor. Fânî varlığını, benliğini yok etmek bu idrak ile tutuştuğunda başlayabilir. Tutuşabilmek için; Kur’ân-ı Kerîm’i günde bir âyet olsun anlamaya gayret ederek okuyabilmek, Efendimiz’den hadîs-i şerifler ile, ashâbın hayatını sıkça hatırlamak…

“Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman -radıyallâhu anhümâ- her sabah kalktıklarında Mushaf-ı şerîfi hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi.

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah -radıyallâhu anhümâ-, her sabah Mushaf-ı şerîfi eline alır, büyük bir tâzimle öper ve duygulu bir şekilde;

«–Rabbim’in ahdi, Rabbim’in fermanı!» diye bağrına basardı.

İkrime -radıyallâhu anh- Mushaf-ı şerîfi alır yüzüne-gözüne sürerek ağlar ve;

«–Rabbim’in kelâmı, Rabbim’in kitâbı!» diyerek Cenab’ı Hakk’a olan tâzim ve muhabbetini ifade ederdi.” (Kettânî et-Terâtübü’l-İdâriyye, II, 196-197; Hâkim el-Müstedrek, III, 272-5062)

Ashab gibi, Kur’ân-ı Kerîm’i bağrımıza basıp, elimize yüzümüze sürüp; «Rabbimin kelâmı!» diye ağlayarak gönlümüzü tutuşturabiliriz belki!

Gaflet; «Dünya ve âhiret hayatı için önemli şeyleri, gereği gibi anlayamama, idrak edememe hâlidir.» Mânevî bir hastalıktır. Anlık dünya zevkleri için bâkî âhiret hayatını fedâ etmek derin bir gaflet hâlidir. İlâhî emir ve ölçülere duyarsız kalmaya başladığımızda bu hâlin bizi kuşatması kaçınılmazdır. Gerçeği idrak eden ashab, Kur’ân-ı Kerîm’i hayatın vazgeçilmezi olarak görmüştür. O’na olan tâzim, saygı ve hürmetini hiç kaybetmemiş ve âyetleri gereği gibi anlayıp amel edebilmek için, Peygamber Efendimiz’i gölge gibi takip etmişlerdir.

Kişinin olgunluğu; sûretinin güzelliği, aklının kuvveti değil, kâmil insan olabilmesindedir. Kâmil insan ise yaratılış gayesini çözmüş kişiye denir. Tevhîdin hakikatine ulaşmak için kalbinden gaflet perdesini kaldıran kişide, Allâh’ın esmâ ve sıfatlarının nûru tecellî etmeye başlar. Bu aynı zamanda Allâh’ın bir ikrâmıdır.

Kişinin kalbinde oluşan bu perdeler; çocukluk çağından itibaren edinilen bilgi, görgü, örf, âdet, gelenek, görenek, aldığı eğitimler ve entelektüel bilgisi olabilir. Bunların kuru bir bilgi ve taklit ile yapılmasında, kişide, istenen mânevî kıvâmın oluşması mümkün görünmemektedir. Bunun için Allâh’ın ayetlerini ve kâinâtı derin bir tefekkür ile okumak gerekir. Derin bir muhabbet ile Allâh’a yönelmek, tam bir teslîmiyet ve samimiyetle ilâhî emirlere râm olmak gerekir. Çünkü hayatın ölüm ile bitmesi bir son değil yeni bir hayata başlangıçtır. Bu yeni hayat bizim ebedî âlemimiz, kesintiye uğramayacak yaşantımızdır. Bu âleme; Allâh’ın râzı olacağı kul olarak uyanmak için dünya hayatında ilâhî emir ve ölçülere uyarak yaşamak gerekmektedir. Çünkü âhiret hayatının yegâne sahibi Allah’tır:

“Ancak Allâh’a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).” (eş-Şuarâ, 89)

Âhirette kulluğumuzun hesabını vereceğiz. Kurtuluşa erebilmek için âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere temiz bir kalp ile Allâh’ı zikretmek gerekmektedir. Zikir; «Allâh’ı hatırlamak, anmak ve unutmamak sûretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş» olarak ifade edilmiştir. Kişinin kalbindeki dağınıklığı giderecek, perdeleri kaldıracak yegâne vasıta; Rabbini zikrederek, kâinâtı tefekkür etmektir. Çünkü insan bilmediğine düşman, unuttuğuna gafil olur. Nur Dağı’nda; Efendimiz’e ilk emir;

“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (el-Alak, 1) olmuştur.

Rabbimiz Efendimiz’e kendini;

«Âlemleri yaratan» olarak tanıtmıştır. Rabbimiz’in en önemli özelliği;

«Yaratan» olmasıdır. Yaratan’ı tanımak, hatırlamak için yapılan okuma ve bu okuma istikametinde bir ömür sürme, âhiret günü kulluk hesabını kolay vermeyi sağlar.

Bu okumayı da ancak, Allah’tan gereği gibi korkan ve haşyet duyanlar yapabilir.

Kur’ân-ı Kerim’den en çok istifade eden âlim kullardır.

Allâh’ı gereği gibi hatırlayıp, korkan, haşyet duyan râsih âlimlerin duâsı;

“Ey Rabbimiz! Hidâyetine erdirdikten sonra, kalplerimizi yamultma, katından bize bir rahmet ihsân et! Şüphesiz, bütün dilekleri veren Sen’sin! Sen!”
(Âl-i İmrân, 8)

“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şânınız ondadır.” (el-Enbiyâ, 100)

Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere; şerefimiz ve şânımız olan Kur’ân-ı Kerîm’i yaşamak ve yaşatmak için okuyabilmek duâsı ile Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’nin dilinden hayırlı bayramlar!

Bayramım imdi, bayramım imdi;
Bayram ederler yâr ile şimdi.
Hamd ü senâlar, hamd ü senâlar,
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm.