CÖMERTLİK

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Cömertlik ruhtan akseden bir fazîlettir. Böyle kişiler; başkalarının ihtiyaçlarını gidermekten, mağdurları sevindirmekten zevk alırlar. Çünkü onların ruhları bunlardan hoşlanır. Cömert ruh, vermekten mutlu olur.

Vermekten kaçınan insanlar;

«–Kendi malımı, servetimi niye başkasına vereyim? Herkes kendi çalışsın, kazansın!»

Yahut;

«–Başkalarına verirsem malım azalır, sonra ben de sıkıntıya düşebilirim.» endişesiyle cimrilik yaparlar. Hâlbuki yüce İslâm dîni; servete, mala ve mülke var olduğuna yakîn ile inandığımız bâkî bir âlemde hesabı sorulmak üzere insanlara tevdî edilen emânetler gözüyle bakar. Asıl mülk yalnızca Allah Teâlâ’nındır.

“Göklerin ve yerin mîrasçısı Allah olduğu hâlde, Allah yolunda siz niçin sarf etmiyorsunuz? … Allah, işlediklerinizden haberdardır.” (el-Hadîd, 10)

Cömertlik; hiçbir karşılık beklemeden kendi ellerindekilerden gayet samimâne, içten, gönül hoşnutluğuyla, sevinerek, isteyerek başkalarına vermektir. Bu; zekât, sadaka, infak veya daha farklı şekillerde olabilir. Cömertlik, asr-ı saâdetten önceki câhiliyye devirlerinde de önemli bir ahlâkî fazîletti. O dönemlerde yolcuların azıklarına destek verecek, hattâ kuşları doyuracak derece bir cömertlik hassâsiyeti vardı. Fakat genellikle bu husus, kabîle ve aşîret şöhretlerinden ve de gelenek göreneklerden kaynaklanıyordu. Şerefli İslâm’ın teşrifleriyle artık bu fazîletli davranış «Allah rızâsı» boyutuna kavuştu.

Şanlı Kur’ân; insanlara iyilikte bulunmanın, yardım etmenin gösteriş için değil, ancak Allah Teâlâ’yı hoşnut etmek için olursa bir kıymeti olacağını bildirir:

“O; yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için değil, ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu (rızâsını) gözeterek yapmıştır.” (el-Leyl, 19-20)

“Ey inananlar! Allâh’a ve âhiret gününe inanmayıp; insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve ezâ etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu; üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (el-Bakara, 264)

Âyette de açıkça bildirildiği üzere; insanlara hayrı verirken başa kakarak, karşısındakini rencide ederek, küçümseyerek değil bilâkis kişiye sevap kazandırma vesilesi olduğu için bir teşekkür kabîlinden verilmelidir. Verirken latifçe, zarifçe vermek gerekir.

Cömertlik Cenâb-ı Hakk’ın vasıflarındandır. Allah -Azîmüşşân- sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. Kâinâtı âdeta leziz bir sofra gibi çeşit çeşit nimetlerle donatarak kullarının önüne cömertçe sunmuştur.

“Rabbimiz cömerttir, cömertleri sever. Kerîm’dir kerîmleri sever.” (Tirmizî, Edeb, 41) Allah Teâlâ’nın en latif, en nezih kulu Son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm- da insanların en cömerdi idi. Herkese çokça, bolca verir, geleni geri çevirmez, isteyeni hiçbir şekilde reddetmezdi.

“O’nun kendisinden bir şey istenip de; «Hayır!» dediği görülmemişti ve kendisinden istenen hiçbir şeyi esirgemezdi.” (Müslim, Fedâil, 56)

Peygamberimiz; insanlara, dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye ederdi;

“Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar.” (Buhârî, Vesâyâ, 14) Demek ki hayır işlemekte çabuk davranmak esastır yoksa azgın nefis devreye girebilir.

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın cömertliğine bir misal sunmak isteriz:

“Huneyn Savaşı’nın ardından Cîrâne denilen yerde ganîmetleri kontrol eden Peygamber Efendimiz’in yanına Mekke’nin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye gelmişti. O zaman Safvan henüz müslüman olmamıştı. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- kendi hissesine düşenleri ihtiyaç sahibi kişilere dağıtıyordu. O sırada o vadide yüzün üzerinde deve yayılmıştı. Safvan onlara hayranlıkla bakarken Peygamber -aleyhisselâm- bunu fark etti. Safvan’a dönerek;

«–Ebû Vehb! Vadi pek mi hoşuna gitti?» deyince o da;

«–Evet!» dedi. Efendimiz;

«–Al, o vadinin içindekilerin hepsi senin olsun!» buyurdu. Safvan;

«–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalp bu kadar cömert olamaz!» diyerek derhâl müslüman oldu. Kabîlesinin yanına varınca da;

«–Ey kavmim! Koşun, müslüman olun! Çünkü Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm- öyle büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor ki, yokluktan ve yoksulluktan hiç korkmayın.» dedi.” (Müslim, Fezâil, 57-58)

“Rasûlullah -aleyhisselâm- insanların en cömerdiydi… O’nun sehâveti Ramazan’da daha da artardı.” (Nesâi, Sıyâm, 2)

Sahâbelerin cömertlikleri de meşhurdur. Bilhassa Medineli ensârın hicret sebebiyle evlerini, yurtlarını terk edip gelen muhâcirlere sergiledikleri yüksek cömertlikleri dillere destandır. Ensârın mallarına, topraklarına muhâcir kardeşlerini ortak etmeleri; hattâ iki hanımı olanın birini muhâcir kardeşine vermeyi teklif etmedeki hudut tanımaz cömertliği, akıllara durgunluk verecek düzeydedir. Allah Teâlâ onlardan râzı ve hoşnut olsun.

Kur’ân ve Sünnet’te cömertlik kavramının hep güzel bir ahlâkî vasıf olduğundan hareketle İslâm âlimleri; bu peygamberî hasleti her zaman övmüşler ve insanları cömert olmaya teşvik etmişlerdir. Cömertliğin zıddı olan «cimrilik» ise yerilmiş, kötü bir ahlâki vasıf olarak görülmüştür.

“Allâh’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Âl-i İmrân, 180)

İhtiyaçlıların ihtiyaçlarını gidermek, açları doyurmak, fakirleri giydirmek, yoksullara yardım etmek müslümanların en güzel özelliğidir. İnkârcılar, zulüm ehli olanlar yardım işine sıcak bakmazlar; hattâ fakirleri, yoksulları hor ve hakir görürler:

“Dîn gününü yalan sayanı gördün mü? Öksüzü itip kakan, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur.” (el-Mâûn, 1-3)

Her toplumda zengin ve fakirlerin bulunması normaldir. Asıl normal olmayan, fakir fukaranın görülüp gözetilmemesidir. Zengin ve fakir arasında gerginliğin oluşmaması, dengenin sağlanması Sünnetullah adına gereklidir. Nitekim;

“… Mallarında muhtaç ve mahrumların hakları vardır.” (ez-Zâriyat, 19) buyurulur. Demek ki zenginlerin malında ihtiyaç sahiplerinin hakları vardır. Bu şekilde zengin fakir arasındaki fark giderilmiş ve toplum rahatlatılmış olur.

Fakir fukarayı gözetmek, yani onların ihtiyaçlarını gidermelerine yardımcı olmak; insanı cimrilikten, bencillikten korur. Yardım etme duygusu, insanın şahsiyetini olumlu yönde motive eder. Kişiye kalbî arınmışlık hissi verir, insana pozitif enerji kazandırır, hayatı anlamlı kılar. Yüce Kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de; zekât, infak, sadaka gibi yardımların mü’minlerin mallarının temizlenmesine, muhtaçların haklarından arınmasına, dolayısıyla malın bereketlenmesine vesile olacağı anlatılır. Bu şekilde insanları mala, mülke düşkünlükten, paraya olan bağımlılıktan kurtaracağı yani tezkiye edileceği hususuna vurgu vardır:

“Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun.” (et-Tevbe, 113)

Güzel dînimiz; cömertlik vesilesiyle, insanların paraya-pula, mala-mülke kul değil, sadece Allah -azze ve celle-’ye kul olmalarını istiyor. Cömertlik; insanı kendisine dayatılan her türlü esâretten kurtarır, asıl olana yani hak ve hakikate bağlar. Mü’min; kendisine verilenlerin bir emânet olduğu, gün gelip hesabının sorulacağı ya da bir gün elindekilerin gidebileceği şuuruyla hareket eder. Mü’minler bilirler ki; cömertlik çerçevesinde yaptıkları, ancak Allah Teâlâ’nın kendilerine rızık olarak verdiklerinin tasarruf edilmesinden başka bir şey değildir. Kul her yapılanı Cenâb-ı Hakk’a nispet eder. Her şey O’ndandır, mülkün sahibi Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dır. Unutulmamalıdır ki kullara verilen o nimetler, mallar, mülkler; onları nasıl kullanacaklarına dair imtihan edilmek üzere emâneten verilmiştir. Kul bu durumda yalnızca emânetçidir. Cömertlik îfâ edilirken bu şuurla yapılmalıdır. Hayırlar verilirken;

“–Ben malımdan şu kadarını verdim, veriyorum.” değil;

“–Mülkün sahibi Cenâb-ı Hak’tır, ben O’nun adına veriyorum.” dense ne güzel olur!

Müslümanlar geçmişteki Kārûn gibi toplayıcı değil, Harun gibi dağıtıcıdırlar. Mü’minler; her zaman için vermeyi, iyilik etmeyi, insan sevindirmeyi severler. Malının tükeneceğinden, parasının biteceğinden korkmazlar. Zira Hazret-i Allah -celle ve alâ- vermeyi diler:

“Siz Allah için bir şey verdiğinizde, Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (es-Sebe, 39)

Cömertlik yüce dînimizce övülmüş, beğenilmiş güzel bir ahlâkî davranıştır. Ancak bu güzel davranışın ihlâsla yapılması tavsiye edilir. Verdiğinin karşılığında bir menfaat umarcasına;

“–Ben sana şunu şunu yaptım, sen de bana şunları yapmalısın…” gibi davranışlar asla tasvip edilemez. Yahut verirken; kendinizin dahî kullanmak istemediğiniz vasıfta olan şeylerden değil de güzellerinden, iyilerinden vermeli, karşıdaki insanı rencide edip aşağılamamalıdır:

“Ey inananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarf edin; iğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allâh’ın müstağnî ve övülmeye lâyık olduğunu bilin.” (el-Bakara, 267)

“Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

Bilinsin ki, verdiklerinizi önce Allah Teâlâ alır. Siz aslında verdiklerinizi evvelâ Rabbiniz’e takdim ediyorsunuz. O, ne güzel bir alıcıdır! O’nunla yapılan alışveriş ne güzel bir alışveriştir!

“Allâh’ın, kullarının tevbesini kabul ettiğini, sadakaları aldığını; Allâh’ın, tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğunu bilmiyorlar mı?” (et-Tevbe, 104)

Cömertlik vesilesiyle verilen hayırları önce Cenâb-ı Hak aldığına (yani haberdar olduğuna) göre o zaman daha bir îtinayla, bin bir hassâsiyetle alıcıya ulaştırmak gerekmez mi?

Zekât, sadaka, infak gibi hayırlarla gelen cömertlik; insanı mala, para ve pula esâretten kurtarır. Asıl mutluluğun mal biriktirmekten değil, malı hayır yollarına sarf ederek insanları huzura kavuşturmaktan geçtiğini öğretir. İnsanı gafletten kurtarır, Hakk’a yöneltir. Kişiye âhireti kazandıracak azık hazırlatır. Cömertliğin, insan şahsiyetini olumlu yönlendiren sayılamayacak kadar çok ciheti vardır. Mü’mini mal hırsından, dünyaya meyil göstermesinden alıkoyar.

Vermenin huzurunu duyan kişi; âhiretin gerçeklerini, ölümün hakikatini daha iyi idrak eder. Kişi meçhul âkıbetine erişmeden önce; sadaka, infak ve zekâtlarını îfâ etmelidir. Yoksa ebedî bir hüsran onu beklemektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de;

«–Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam.» demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.” (el-Münâfikûn, 10)

Bugün; tüketim hırsının devamlı teşvik edildiği, din günü ve hesap şuurunun yok edilmesine yoğun bir gayret sarf edildiği, bilinen bir gerçektir. İşte bu noktada; israfa düşmemek, lükse dalmamak, şeytana uymamak için cömertlik âdeta bir koruyucu kalkandır. Mü’min; yeme-içmede, giyim-kuşamda aşırıya kaçmak yerine normal, mûtedil ölçülerde kalarak oralara fazladan harcayabilecekleri ile ihtiyaç sahibi ve fakir kimseleri sevindirebilir. Onların mutluluğu; kişiye îzâhı zor ayrı bir huzur verir, gönlü ferahlatır. Böylece insanın kalbi katılaşmaz, yumuşar, şefkat ve merhamet duyguları inkişaf eder. Yardım alan kişi geçici bir süre sevinir ama, cömert kişi ebediyen sevinir.

Cömertlik; insanı diğer insanlara sevdirir, aradaki coşku artar, muhabbet gelişir, kişiye dost kazandırır. Mü’minler birbirlerinin iyi gün dostu oldukları gibi, kötü günlerinde de dostluklarını perçinleyici hayırlı adımlar atarlar, birbirlerine destek olurlar. Neticede bazen ölmeyen kalıcı dostluklar tesis edilir. Toplumdaki fertler bu güzel hasleti îfâ etseler; insanlar arası huzur, güven, adâlet duygusu gelişir, eşitlik anlayışı hâkim olur. Cömertlik vesilesiyle pek çok olumsuz haslet olumlulara inkılâb eder.

Cömertlik, insanı bir şeye müptelâ olmaktan kurtarır. Kişi kendini başkalarının ihtiyaçlarını gidermeye verirse, o kendi ihtiraslarını düşünmez. Aslında kişinin ihtiraslarının kölesi olmaması, insan için en büyük zenginliktir. Mü’minin zaten dünyada yaptığı yardımlar vesilesiyle gösterdiği cömertlik, ebedî bir zenginlik kaynağıdır. Mânevî zenginlik işte böylesi tam bir gönül zenginliğidir.

Kişi cömertliği ile malını ebedîleştirmiş olur. Mal elde iken; çarçur olur, bölünür, parçalanır, bir şekilde dağılır gider. Fakat kişi onu «Allah rızâsı»nı gözeterek, kendisine sevap kazandıracak hayırlı yerlere harcarsa, o mal ebedîleşir, ölmez bir kazanca dönüşür.

“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır… O hâlde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (et-Tevbe, 111)

Cömertlik insanın malını çoğaltır, bereketlendirir. Veren insanın görünüşte malı eksilmiş gibi olur, ama aslında durum hiç de öyle değildir. Cömert insanın hayra kullanılan malının değeri kat be kat artmıştır, bu hususta yaşanmış pek çok hâdise vardır. Bir de işin âhiret boyutu var ki bu hâl, kişiye ebedî huzur kapıları açar. Ayrıca bu güzellik sık sık yapılırsa, kişide cömertlik özelliği alışkanlık hâline gelir ve o huy artık kişinin vazgeçilmezi olur. Devamlı vere vere kişi, cömertlik hasletini kazanır. Vermeye vermeye de insan cimri olur. Veren el her zaman alan elden üstündür. Üstün özelliklere sahip olmak da ne güzeldir!

Aynı zamanda cömert insanlar toplumda; âciz, zayıf, işsiz, fakir, muhtaç kişilerin kendilerine müracaat etmelerini beklemeden, müslüman olmanın mes’ûliyetinin bedeli îcâbı, her ihtiyaçlıyı kendisine zimmetli bilerek cemiyette onları arayıp bulmalıdır. Gerçi bugün insanlar, hep el açıp istemeye alışmışlar. Fakat bir de toplumda; gizlenen, hâlini kimseye bildirmeyen, bir köşede kalmış, vakarlı ihtiyaç sahipleri var. Onlara ulaşmalı, bulmalı, arayıp sormalı. Sevgi ve şefkat, ilgi ve alâkayla onlarla ekmeğimizi bölüşmeli, gereken neyse yapılmalıdır. Bu, toplumu ayağa kaldıracak ehemmiyette bir görevdir. Alçak gönüllülükle, tevâzuyla, ihtiyaç sahibinin kalbini okşayacak şekilde hayırlar takdim etmek ne büyük bir fazîlettir! Bu sayede zengin ile fakir kaynaşır, kardeşlik şuuru gelişir. Topluma yeni bir âhenk gelir.

Ne demişler:

“Dünyada eken âhirette biçer.” Sadaka, zekât ve infakların çokça, bolca yapıldığı
bir mübârek üç aylar ikliminde; cömertliğin âdeta coşacağı Ramazan günleri var önümüzde. Tabiî ölmez, sağ kalıp erişirsek; «Yâ nasip!» diyelim. Mü’minlere ebedî kazanç sağlayan kârlara koşalım, hayırda cömertlikte yarışalım inşâallah.