Bir Tefekkür Vesilesi Olarak SALGIN GÜNLERİMİZ

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Olağanüstü zamanlardan geçiyor, sıra dışı şeyler yaşıyoruz. Gözle görünmeyen, küçücük bir varlık; dünya düzenini altüst ediyor. Koca devletler, ekonomiler, teknolojiler; bu küçük varlığın önünde deyim yerindeyse diz çöküyorlar. Kıtalar arasında teröristlik yapan devletler, ellerindeki gelişmiş silâhlarla övünen süper(!) güçler; bu amansız düşman(!) karşısında neredeyse teslim bayrağını çekiyorlar.

Yaşadığımız hâdiseler ve içinde bulunduğumuz şartlar, her şeyin mânâsını değiştiriyor. Her gün sabahleyin erkenden kalkıp koşarak gittiğimiz işyerlerimiz, artık bizi korkutuyor. Gezmeye doyamadığımız, oralara gittiğimiz için birilerine hava attığımız, boy boy fotoğraf çekilip sosyal ağlardan paylaştığımız parklara, bahçelere, sahillere, gezinti yerlerine artık gidemiyoruz. Canımız sıkılınca; ihtiyacımız olmasa bile gittiğimiz alışveriş merkezleri, çarşılar, marketler, pazarlar dahî bomboş.

Elimizde çok olmasını istediğimiz, her şeyi üzerine bina ettiğimiz para; artık mânâsını kaybetmiş bulunuyor. Zira onunla satın alacağımız şeylerin sınırlandığını ve tesirinin azaldığını görüyoruz. Markası ve modeli ile övündüğümüz arabalarımıza artık eskisi kadar binemiyoruz. Çünkü hayatımızı tehdit eden bir virüs tehlikesi var ve mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamamız hususunda her gün minarelerden ilânlar yapılıyor. Aynı minarelerden günde beş kere, bizi başka tehlikelere düşmekten korumak ve ebedî bir hayata hazırlamak için de uyarılar yapılıyordu değil mi? O zaman mı daha dikkatli dinliyorduk, şimdi mi dikkat kesiliyoruz, bir muhasebe yapma zamanı değil mi?

Muhakkak ki yaşanan her vakanın bir sebebi, hikmeti vardır. Şu anda dünyanın hemen tamamında yaşanan bu salgının da mânevî sebepleri olduğu âşikârdır. Dünya, artık küçük bir köy mesâbesine indi. Dolayısıyla dünyanın bir ucunda yaşanan herhangi bir hâdise, kısa sürede diğer ucunda duyulmakta ve etki etmektedir.

Müslüman olarak hayata ve hâdisâta İslâm’ın gösterdiği pencereden bakma mecburiyetimiz var. Dolayısıyla dünyanın başına belâ olan bu virüsün çıkmasının ve hızla yayılmasının sebeplerini idrak etmek durumundayız. Bu pencereden baktığımız zaman şu muhteşem âyet, hâdisenin tam mânâsı ile îzâhına yeterli olmaktadır:

“İnsanların işledikleri kötülükler yüzünden karada ve denizde karışıklık ortaya çıktı, düzen bozuldu. Böylece Allah; belki doğru yola dönerler diye, yaptıklarından bir kısmının kötü sonuçlarını onlara tattırıyor.” (er-Rûm, 41)

Yaşadığımız bu salgın hastalığın hem teknoloji hem de sanayi alanında dünyanın ileri gelen bir ülkesinde çıkmış olması da ayrıca mânidardır.

Allah Teâlâ;

“Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin!..” (el-Bakara, 168) buyurmaktadır. Ancak bu insanlar; avlanan vahşî ve iğrenç hayvanları yemekteler ve bunun neticesi olarak, yedikleri vahşî hayvanların tabiatı, kendilerine aksetmektedir. Bu yüzden, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize zulümde sınır tanımamaktalar.

Bir diğer mânevî sebep olarak gördüğüm ise şudur: Özellikle İslâm coğrafyasında yıllardır devam eden işgal ve savaşlar neticesinde evlerinden, yurtlarından edilen milyonlarca insan; yaşanan zulüm ve katliâmlar neticesinde ölen yüz binlerce çocuk, kadın ve yaşlı; maalesef belli bir çevrenin dışında kimsenin dikkatini çekmiyordu. Her gün haber bültenlerinde; Irak, Afganistan, Suriye ve diğer İslâm ülkelerinde, bir günde ölen binlerce insanın haberi verilirdi de ya onların yaşadığı coğrafyaya olan ilgisizlikten veya müslüman olmalarından ötürü, sanki bu insanların hiçbir değeri yokmuş, onlar bu dünyada yaşamıyormuş gibi, sadece sayıdan ibaretmiş gibi davranılırdı.

Fakat şimdi, dünyada bulunan bütün ülkeler için ölüm aynı mesafeye geldi. «Bize gelmez, ulaşmaz!» diyen hiçbir yer kalmadı. En büyüğünden en küçüğüne her yana ulaştı. Artık ölümler dikkat çekmeye başladı ve insanın sayıdan ibaret olmadığı anlaşıldı. Şimdi dünyanın hemen tamamında; bu düşman(!) sebebi ile ölen insanların sayıları anlık olarak izlenmekte, ölümlerin azlığı veya çokluğu, hastalığa karşı verilen mücadelede başarının ölçüsü olmaktadır.

Toparlayacak olursak; dünya genelinde yaşanan zulümler, ekinin ve neslin ifsâdı, ahlâksızlığın artması, haksızlık ve hukuksuzluğun yaygınlaşması, haramın helâle galebe çalması ve helâl hassâsiyetinin kaybolması, belâların üzerimize gelmesine sebep olmaktadır. Müslüman olarak; bu hataları yapmamanın yanında, bu hataları yapanları uyarmak ve düzelmesini sağlamak gibi bir vazifemiz olduğunu unutmayacağız. Emr-i bi’l-mâruf gibi bir farzı ciddiyetle kavramak ve gereğini yapmak durumundayız. «Bana ne?» diyemeyiz, zira belâ gelince şu anda yaşadığımız gibi umuma gelmektedir.

İnsan olarak yaşadığımız hâdiseler, bizlere farklı imkânlar da sunabiliyor. Hayır görünende şer, şer görünende hayır vardır misâli; itiraf etmek gerekirse bu salgın bizleri hayli korkuttu. Ancak, aynı zamanda hiç düşünemediğimiz bazı şeyleri de tekrar hatırlama ve uygulama fırsatı verdi.

Meselâ; ölümü daha yakın hissetmemizi, sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu bizlere öğretti ve yaptığımız bütün plânlarımızı değiştirdi. Hayatın keşmekeşinden, günlük koşuşturmalardan kurtarıp; bizi -gönlümüz olmasa bile- evlerimize hapsetti ve aileleri tekrar bir araya getirdi. Belki camilerde cemaat ile namaz kılınmasını engelledi ama, evlerimizde çoluk çocuk cemaat ile namaz kılmamıza imkân verdi. Sadece kandillerde veya bayramlarda aradığımız büyüklerimizi daha sık aramaya sevk etti. İbâdetlerimizde ve ilmihâl bilgilerimizde olan eksiklikleri tespit edip, tamamlama fırsatı verdi. Haftalık, aylık sohbet halkalarımızdan mahrum olduk belki ama, bu vesile ile her evde bir sohbet halkası kurulmasına vesile oldu. O hâlde bu musîbet ile bizlere tanınan daha güzel kul olma fırsatını iyi değerlendirelim. Musîbetlerden ders alıp, eksik ve hatalarımızı düzeltip; istiğfâr ile yeni bir sayfa açmaya gayret edelim.

Allah Teâlâ; bizlere bu belâdan ders çıkarma ve emrince yaşama gayreti versin ve bu musîbeti tez zamanda üzerimizden def etsin inşâallah.