İmtihanlar ve Çareler Işığında KUR’ÂN ve RAMAZAN

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsanlar;

Bilhassa musîbetlerin fışkırıp da yarınların ne getireceğini bilemediği, sonrasında ne olacağının meçhul olduğu anlarda ve çarelerin henüz devreye girmediği büyük salgınlarda; gayet tabiî, ne yapacaklarını şaşırırlar.

Gerek çarelerin telâşı, gerek olanların sebepleri, gerek mâlûm ve kurtarıcı bir noktaya ulaşabilmenin çırpınışı içinde, her türlü düşünce, hamle ve tespitlerle yoğrulurlar.

Bu meyanda;

Kimi doğru – kimi yanlış, çeşit çeşit fikirler, ihtimaller, evhamlar, tespitler, îzahlar, değerlendirmeler ve senaryolar alır başını gider. Bazen hepsi birbirine karışır, bazen hepsi birbirinden çözülür, bazen şu olur, bazen bu olur. Bir sürü şeyler değişir. Devler değişir, cüceler değişir. Büyükten küçüğe koca koca ekonomiler, güçler, dengeler, yaşayış şekilleri, tedbirler, siyasetler ve sistemler değişir. Daha nice nice şeyler değişir.

Fakat bir şey, hiç değişmez:

Dünya, âhiretin tarlası.

Herkesin ancak ektiğini biçtiği bir tarla.

O tarla;

Fânî bir imtihan yurdu.

O imtihan;

Kötülük ve iyiliklerin mücadelesi.

O mücadele;

Harman yerinde hakla bâtılın birbirinden ayrılıp netleşmesi.

O netlik;

Zâhir ve bâtın olarak mikroplarla ilâçların, virüslerle şifânın dengesi.

O denge;

Telâş ile sükûnetin, korku ile ümidin, endişe ile huzurun yegâne formülü.

O formül de;

Ya cennete çıkaran bir şuur ya da cehenneme düşüren bir çukur.

İşte;

İnsanlık tarihinde bütün yaşananlar ve yaşanacak olanlar, hep bu gerçeğin birer tecellîsinden ibaret. Çünkü Hazret-i Allah;

Bu hayatı; insanlara, bu dünyanın âhiret hesabına dair vesikalar kitabını oluşturacak büyük bir defter olarak veriyor. Bir defter ki, orada belli ana bölümler, ana başlıklar, iç başlıklar ve yan başlıklar var. İnsanlar; hoca gözetiminde imtihan olan bir talebe sınırları içinde bir ömür o bölümleri yazıyorlar, farkında olarak veya olmayarak.

İmtihan, tek başına umumî bir ifade. Kuru kuruya; «Hayat bir imtihan.» deyip geçmek, idrâki berraklaştırmaz. Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, insanlığın hayat defterindeki ana bölümlerin -tabiri câizse- altını çizerek söylüyor. Buna göre en temel bölüm:

KORKU ve ENDİŞE…

Bütün insanlığa her zaman mutlaka yaşatılan bir imtihan bu. Hayat defterinde en belirleyici sayfalar bu bölüme ayrılmış âdeta.

Niçin?

Çünkü insanın asıl kimliği ve kişiliği; korku ve endişe anlarında ortaya çıkar ya da o anlarda şekillenir. Kişinin korkuları ve endişeleri hangi noktaya bağlıysa, onun etrafında bir refleks verir, onun etrafında kendini bütünüyle ortaya koyar. Onun dışındaki her şeyi, her gündemi fırlatır atar bir kenara.

Bu yüzden yüce Allâh’ın bütün kullarına takdir ettiği imtihanlardan en temel bir bölümü, korku ve endişeler teşkil eder. Yani Cenâb-ı Hak, korku imtihanıyla kullarına âdeta şöyle demektedir:

‒Ey kulum!

Senin Bana arz ettiğin o îmânını, ibâdetlerini, ahlâkını, davranışlarını, amellerini, heves ve hedeflerini, yaptıklarını ve yapacaklarını, içindekileri ve dışındakileri, hayır ve hasenâtını, kulluk ve duâlarını, kısacası bütün olarak seni, bir de şu korkular ve endişeler içinde göreyim!

Göster bakalım; nasıl bir kimsesin, nasıl bir şahsiyetsin?

Göster bakalım, nasıl bir îmâna ve irfâna sahipsin?

Göster bakalım, nasıl iyiliklerin var veya yok?

Göster bakalım; isyana mı sürükleneceksin, idrâke mi yükseleceksin?

Göster bakalım; dağıtacak mısın, toparlanacak mısın?

Göster bakalım; donup kalacak mısın, gayrete mi geleceksin?

Göster bakalım; cehenneme mi kaçacaksın, cennete mi koşacaksın?

Hakikaten;

İnsan hayatı, yaşanan korku ve endişelerin kendisine yaptırdıklarıyla doludur, onlarla şekillenir insanlık.

Bugünlerde;

Dünya çapında müthiş bir korku hâkim. Salgın bir virüsün oluşturduğu korku ve endişe. İbret çok; musîbetler tarihine bakıldığında, korkudan ödü patlayanlar da az değil. Niye? Korku bahsinde imtihanı kaybedişlerinden dolayı. Peki ama korku alevlerini, sadece kelimeler ve serin serin ifadelerle söndürmek mümkün mü? Ateş bacayı sarınca insan, kendini kontrol edemez olmuyor mu? İşte korku imtihanının püf noktası da zaten burası.

Cenâb-ı Allah;

Kullarının, başka şeylerden değil ancak kendisinden korkmasını istiyor. Bütün korkulara ve endişelere temel çare bu. Zira;

Herhangi bir tehlike, olumsuz bir korkuyla insanın iç âlemini ve hayatını altüst ederse, bu doğru bir korku değildir. Yani insan; virüslere karşı çok gamlı, fakat Allâh’a karşı gamsız olursa, gaflet etmiş olur! Çünkü virüs olmasa da ecel var. Virüsler olmasa da bu fânîde herkes ölümlü. Peki ya tedbir? Tedbirin gerçeğinin özü zaten bu: Her tedbiri üst seviyede ancak Allah korkusu içinde gerçekleştirmek, insanı kurtarır. Çünkü hem bedenin hem rûhun sıhhati el ele verecek ki, insan dengeli bir sağlığa kavuşmuş olsun.

Bu itibarla idrâk etmeli;

İnsanı bütün korkularından emin kılan yegâne çare, sadece Allah korkusudur. Ancak bu korku; insanın rûhunu toparlar, aklını toparlar, kalbini toparlar. Yoksa kocaman bir boşlukta küçücük bir top gibi mahşere doğru yuvarlanan bir dünyadaki korkuların haddi hesabı yoktur. Milyonlarca korkunun biri bitmeden diğeri başlamakta. İnsan da, korkularını Allah’ta toplayıp emniyet bulacağı yerde; eğer bu kadar çok korkuya dağılırsa, onu gerçek mânâda toparlayabilecek hiçbir şey kalmaz ortada.

İşte;

Korku imtihanının asıl hikmeti, insanın bu noktayı görmesi ve Hakk’a râm olmasıdır. Zaten herkesin yolculuğu Allâh’a değil mi? Yani korkuyla imtihan; aslında kulu Rabbine yaklaştırmak için ve insanı yanlış yollardan kurtarıp hidâyet üzere müstakîm eylemek için değil mi? Tabiî ki görebilene ve görüp de anlayabilene.

Bu noktada;

Her musîbetin iki veçhesi vardır:

‒Yaklaştırıcı,

‒Uzaklaştırıcı.

İbrettir;

Musîbetler, kimini daha çok yaklaştırarak nice hikmetlerle yoğurur ve ârif eder. Bu durumda en acı imtihanlar da, hiç şüphesiz nimete ve rahmete vesiledir. Fakat o musîbetler, kimini ise daha da uzaklaştırarak nice gaflet, cehâlet ve sefilliklerle yoğurur da onu uslanmaz bir zâlim eyler. Bu durumda en rahat imtihanlar bile, aslında onların en kötü âfeti ve felâketidir.

Dolayısıyla;

İmtihan olarak gelen musîbet ve korkuların neye dönüşeceği, tamamen insanların ahvâline göre tecellî eder. Yani bir kimsenin Allah katında makbul ve cennetlik olmasına vesile olan bir şey, o kimse için âfet değildir. Fakat bir kimsenin merdut ve cehennemlik olmasına sebep olan bir şey; dıştan çok güzel ve nimet sanılsa bile, asla rahmet değil; bilâkis kahr-ı ilâhînin onunla istihzâ ederek onu hüsrâna uğratmasıdır.

Âşikâr olan şudur:

İnsanda ebedî rotanın nereye olduğunun mührü, korku imtihanlarında gizlidir. Bu meyanda yanlış korkuların tehlikesi kadar, kişide gamsızlığa ve umursamazlığa dönüşen korkusuzluk da bir tuzaktır.

Yani;

İnsandaki korku, doğru bir korku olmalı (Allah korkusu). Bu da çarelerin, tedbirlerin ve kurtuluşun enerjisi ile gayretlerini ortaya çıkarmalı. Şifâ ve dermana ulaştırmalı. Sadece bu dünya için değil, bilhassa sonsuz bir hayat olan âhiret için.

Bu hâl;

Bir bakıma korku ve endişelerin eğitimidir. Çünkü bizi esir eden korkularımız, bizi yöneten endişelerimizi doğurur. Endişelerimiz de hayatımızın rotasını belirler. Çünkü herkesin şekillenmesi, bu kabil sahip olduğu ve benimsediği endişelere göredir. Düşünceleri de davranışları da buna göredir. Aileden topluma kadar bu böyledir. Nitekim toplum ve aile bahsinde yıkım mühendisleri, daima korkular ve endişeler üzerinden tuzak kurarlar. Meselâ kadın ve erkeğe birbirine zıt iki ayrı endişe ve muzır tohumlar ekerler. O zıt tohumların ürettiği zıt endişelerle de artık yuvanın birlik ve huzur içinde yaşaması mümkün olmaz. Aslında tohumlardan birinin gerçek adı isyan, diğerinin gerçek adı kuruntu ve bencillik olmasına rağmen, süslü ambalâjları özgürlük ve kendini ispat gibi sahte isimlerdir. Güya ailede başarılı olmanın vazgeçilmezidir bunlar. Böylece modern câhiliyet; «‒Bu vazgeçilmezler olmadığı takdirde kişilikler de çöker, aile de çöker.» yalanını üretmiştir. Sonunda da; «aile, yıkılmayan kale» olmalı gerçeğine yönelik korku ve endişeyi, aileyi dinamitlemek şartına bağlamıştır. Her hâlükârda bu zıt endişeler de, her türlü beraberliği kendiliğinden yok etmeye yetip de artmaktadır zaten.

Mevzumuzun içinde;

Bu meseleye böyle geniş bir pencere açmanın sebebi, bugün Covid-19 ile mücadele çerçevesinde en büyük tedbirin evde olması hasebiyledir. Şayet bu zarurî tedbiri fırsata dönüştürüp de o aile ocağını, o mübârek yuvayı, küçüğünden büyüğüne kadar yine bizim îman medeniyetimizin;

“Kişinin cenneti evidir.” düsturuyla tekrar yoğurmak, ne güzel olacaktır.

Yine;

Kur’ân ve îman ile yoğurmak ve nesillere lâzım olan şifâ ve huzuru doğurmak.

Yine;

Secdelerle ve duâlarla yuvaları yoğurmak ve yuvanın her ferdine lâzım olan saygı ve sevgiyi doğurmak.

Yine;

Ebedî ufuklar, yüce gayeler, fazîletler, merhametler, şefkatler ve fedâkârlıklarla yoğurmak ve tekrar Fatihleri, Akşemseddinleri, Yûnusları, Hayme Anaları, Râbia Hatunları doğurmak.

Şimdi tam vakti.

Korkularla dövünmek değil, ümitlerle doğurmak vakti.

Bunun için;

İnsanları saran türlü türlü endişeler, bir olan îman ve bir olan sayısız özellikler içerisinde terbiyeden geçmeli. Hele ki her endişe, bir olan Allah korkusu etrafında bütünleşirse, insanları ve yuvaları tıkayan bin bir hâdise de, kendiliğinden buhar olur.

Bir bakın;

Korku ve endişe eğitiminden geçmemiş olan yürekler de yapılar da, en ufak rüzgârda bile bir yandan bir yana devriliyor. Aynı şekilde korku ve endişe eğitimi güçlü olmayan piyasalar da savruluyor. Korku ve endişe eğitimi yerli yerinde olmayan tüm sistemler de sarsılıyor, sallanıyor.

Tarihî gerçek bu:

Korku ve endişe eğitiminden geçmeyenler; inanç itibarıyla da davranış itibarıyla da düşünce itibarıyla da kişilik itibarıyla da durmadan şekilden şekle girer. Korku ve endişelerine bir türlü çare bulamaz. Bulsa da; «Bu doğru bir çare!» değil diyerek yine zikzaklar içinde perişan olur.

Lâkin;

Korku ve endişe eğitiminden hakkıyla ve kazanarak geçenler; mükemmel bir kıvâma ulaşırlar, müstesnâ bir şahsiyet olurlar.

Her zaman;

Onların tedbir ve tevekkülleri yüksek olur. Hakk’a rızâ ve teslîmiyetleri yüksek olur. Tevbe ve duâları devamlı olur. Gece-gündüz gayretleri ve dengeleri, tutarlı olur. Ruhları bir tarafa, akılları başka tarafa ve kalpleri de bir diğer yöne dağılmaz. Daima derli toplu olurlar.

Bilirler ki;

Yegâne sığınak, Allah korkusudur ve bunun içi de muhafaza ile doludur. Bu gerçeği anlamayıp da mühimsemeyenlere derler ki:

‒Seni kim yaşatıyor? Bu sıhhati kimden aldın? Hem, virüs bir tane değil ki! Milyonlarca virüs var, her vakit her tarafımızda. Hiçbirini de bu gözle göremiyoruz. Hepsi görünmeyen mevcut. Peki, onlara karşı bizi kim koruyor? Göremediğimiz sayısız zararlara karşı kim bizim tedbirimizi alıyor? Görmüyor musun her tedbir, O’nun sayesinde. Ateşe; «İbrahim’i yakma!» diyen kudret sayesinde. Bıçağa; «İsmail’i kesme!» diyen kudret sayesinde.

Ey bîçâre insan!

Sen her hastalığa çare arıyorsun, öyle değil mi? Dikkat et, arıyorsun. Aramak nedir? Tabiî ki, var olanı bulabilmek gayretidir. Peki o çareyi var eden, yoktan yaratan kim? Elbette Hazret-i Allah. Öyleyse çareyi ararken de bulunca da sakın Allâh’ı unutma!

Asla unutma;

Eğer Allah, o çareyi var etmezse, bulacağın şey sadece; «Yok!» demek olur.

Bunu hiç unutma da, sadece Allah korkusuyla yoğrul ve doğrul!

Hiç unutma;

Allah korkusuyla aldığın tedbir, hem vücudunu hem de rûhunu muhafaza eder. Fakat Allah korkusuna ve gerçek tedbire karşı şımarık olanları, sonunda bütün korkular kuşatır ve yutar. Perişan eder.

İnsanlığın geçmiş ve gelecek tarihine bak:

Cenâb-ı Hakk’a yönelmeyen, O’na sığınmayan ve O’ndan korkmayan kimseler, başka başka korkuların içinde harap olmuşlardır. Allâh’a karşı korkusuzluk içinde hiçbir çerçeve ve düstur tanımadan kötülüklere bulaşa bulaşa yaşayanlar hakkında daima ilâhî azâbın dehşetli korkuları tecellî etmiştir.

Yani;

Allâh’ın kudreti karşısında korkuya düşmeyenler, Cenâb-ı Hakk’ın bu sefer azâbı ve gazabı karşısında mecburen korkuya düşerler. Bunun neticesi de sonsuz bir helâktir.

Lâkin;

Allâh’ın kudreti karşısında korkanlar, eninde sonunda daima O’nun rahmetiyle buluşurlar. Çünkü Allah, onları korktuklarından emin kılar ve umduklarına da nâil eyler.

O hâlde hiç unutmamalı:

«Kudretullah»tan hakkıyla korkanın mazhariyeti, «rahmetullah»tır, Allâh’ın rahmetidir. Eğer bir kul, Allâh’ın kudret ve azameti karşısında korkuyorsa, onun nasibi Allâh’ın rahmetinden ibaret olur. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın o sonsuz kudret ve azametinden bîhaber bir gafil olur da korkmazsa, o zaman Allâh’ın ebedî kahrından ve gazabından azap denilen acı bir pay düşer hissesine. Şatafatlı ve rahat görünse de gittiği yolun sonu hüsrâna çıkar. Allah’tan korkmayanın yolu asla rahmete çıkmaz, o ancak ebedî bir korkuya mahkûm edilir. Nihayet en büyük cezası, en ağır bir korku olur. Çatlatan bir korku. Çaresi olmayan bir korku. Aman yâ Rabbî!

Allah kimseyi öyle bir korkuya mahkûm etmesin!

O yüzden;

Dünyadaki korku imtihanlarını başarıyla vermek lâzım. Hayat defterimizin temel bölümünü ve o bölümün ana başlığını oluşturan korku ve endişe bahsinde aklımızı, gönlümüzü ve rûhumuzu Allah korkusuyla eğitmemiz gerek. Çünkü âyet-i kerîme, âşikâr bir gerçek:

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ

“Andolsun ki sizi KORKUDAN KAYNAKLI BİR ŞEYLE imtihan edeceğiz, deneyeceğiz.” (el-Bakara, 155)

İmtihan defterimizde temel bir bölüm ve başlık bu: Korku kaynaklı bir şeyle yüce Allâh’ın bizleri denemesi.

Diğer bir bölüm ve başlık;

وَالْجُوعِ / açlık. Gıdâ ekseninde Allâh’ın denemesi.

Diğer bir bölüm ve başlık:

وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ / mallarda noksanlık, azalma.

Diğer bir bölüm ve başlık:

وَالْاَنْفُسِ / canlarda noksanlık, azalma.

Diğer bir bölüm ve başlık:

وَالثَّمَرَاتِ / mahsûllerde noksanlık, azalma.

Her biri başlı başına bir bölüm ve ana başlık olarak ele alındığında bütün insanlığı ve onların hangi çerçevede ve nasıl bir sirkülâsyon içinde olduklarını görmek mümkün. Yani insanların da dolayısıyla dünyanın da hayat defterinde bütün her şey bu beş maddenin oluşturduğu endişelerin rengine, şekline, olgunluk ve hamlığına göre meydana gelmektedir. İnsanlık ve dünya daima;

‒Korkular karşısında endişeler,

‒Açlıklar karşısında endişeler,

‒Malların azalması hususunda endişeler,

‒Canların azalması hususunda endişeler,

‒Mahsûllerin / ürünlerin azalması hususunda endişeler etrafında imtihan içindedir.

İnsanların dünya çapındaki bütün mücadeleleri, kavgaları, barışları, şiddetli savaşları, katliâmları ya da merhametleri, şefkatleri ya da adâletli veya zâlim oluşları hep bu endişelerin mâhiyetine göredir.

Bu beş hususta;

Endişeleri menfî ve Hak’tan uzak olanlar, dünyada zulüm kasırgası oldular. Kendileri aç kalmasın diye kıtaları aç bırakan sömürgecilik imparatorlukları kurdular. Kendileri emin yaşamak için memleketleri ve diyarları enkazlara döndürdüler. Ama âkıbet, kahrolmayan bir Firavun kaldı mı bu dünyada? Güya dağları titrettiğini zanneden Nemrut, sonunda topal bir sivrisineğe mağlûp düşmedi mi?

Buna mukabil;

Bu beş husustaki endişeler itibarıyla sadece Hak’la bütünleşen ve hakikatle yoğrulan, ibret ve hikmetle doğrulan gönüller ise; dünyada asırlardır adâlet ve merhamet meltemleri estirdiler. İ‘lâ-yı kelimetullah ekseninde hidâyet sancaklarının huzur ve mutluluğunu yaşattılar. Memleketleri, diyarları ve insanları ihyâ ve âbâd ettiler. Onlar zayıf düştüklerinde de asla kahrolmadılar, yaşarken de vefat ederken de daima kazandılar. Bildiler ki asıl kazanç, ebedî olandır.

Nitekim tefekkür ettiğimiz âyetin sonu bu hakikatin ilâhî mührüdür:

وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ

“(Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155)

Demek ki;

Hayat defterinde ana bölümler hâlinde imtihan sayfalarını dolduran beş hususta ve onların etrafında oluşan bütün endişeler bahsinde ancak yüce bir sabırla davrananların yegâne zaferi:

İlâhî müjdeler…

En büyük müjde:

Korkudan ve üzüntüden emin oluş…

Yüce bir sabrın bereketi.

Nedir bu sabrın mâhiyeti? Bu sabırdan kasıt nedir? Kuru bir mantıkla râzı olup oturmak mıdır? Değil.

Bilâkis bu sabır;

Korkudan emin olanların sahip olduğu özellikleri sergilemek ve uygulamaktır. O özellikler de, böyle bir müjdenin verildiği âyet-i kerîmelerde tek tek ifade edilmektedir.

Henüz cennetten dünyaya gönderilirken insanoğluna söylenen en bariz bir özelliği, Hazret-i Allah şöyle açıklar:

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ فَاِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Dedik ki:

‒Hepiniz cennetten inin! Eğer Ben’den size bir hidâyet gelir de,

•Kimler Benim hidâyetime tâbî olursa,

İşte onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 38)

Dünyada yıllar akıp giderken, tabiî, bu vurguya rağmen insanlar; korkudan kurtuluş için çeşit çeşit fikirler, tuhaf mantıklar ve hayâlî felsefeler ürettiler, onlara kapıldılar.

Bunun üzerine Allah buyurdu:

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Hayır, öyle değil!

•Kim «ihsan sahibi» (Hakk’ı görüyormuşçasına ibâdet eden bir kul) olarak

•Özünü Allâh’a teslîm ederse, onun ecri Rabbinin katındadır.

Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.”
(el-Bakara, 112)

Kezâ;

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“O kimseler ki;

•Mallarını Allah yolunda harcarlar.

•Arkasından başa kakmazlar,

•Fakirlerin de gönüllerini kırmazlar.

İşte onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 262)

Kezâ;

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Hiç şüphesiz ki onlar;

•Îmân edenler,

•Sâlih ameller işleyenler,

•Namazı dosdoğru kılanlar,

•Zekâtı tam olarak verenlerdir.

İşte onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (el-Bakara, 277)

Kezâ;

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.

•Kimler îmân eder ve

•Kendilerini düzeltirse / ıslah ederse,

Onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-En‘âm, 48)

Kezâ;

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ

“Bilesiniz ki;

•Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62)

Kezâ;

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ

“Hiç şüphesiz ki onlar;

•«‒Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra da,

•Dosdoğru yaşayanlardır.

Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (el-Ahkāf, 13)

Hâsılı;

Bu âyetlerde Hazret-i Allah, toplam 14 özellik ifade buyuruyor. İnsanı ayın on dördü gibi yapan 14 özellik:

•Îmân edenler,

•Allâh’ın hidâyetine tâbî olanlar,

•İhsan sahibi (Allâh’ı görüyormuşçasına ibâdet eden kul) olanlar,

•Özünü Allâh’a teslim edenler,

•Sâlih ameller işleyenler,

•Namazı dosdoğru kılanlar,

•Zekâtı tam olarak verenler,

•Allah yolunda infâk edenler,

•İnfâkından sonra başka kakmayanlar,

•Fakirlerin gönüllerini kırmayanlar,

•Kendilerini düzeltenler, nefislerini ıslah edenler,

•Allâh’a dost olanlar,

•«Rabbim Allah’tır.» diyerek zikredenler,

Hâsılı;

•İstikamet üzere dosdoğru yaşayanlar…

Bütün bu özellikler;

Bütün korkular karşısında «sabır» denilen hasletin içinde bulunması gereken gerçek hususiyetler.

İşte;

Bunlar etrafında dünya ve âhirete dair bütün korkulara karşı Allâh’ın müjdesi:

‒Onlara korku yok!

‒Onlar üzüntü de çekmeyecekler!

Mâlûm;

İçinde bulunduğumuz günler;

Üç aylar.

Tefekkür günleri. Muhasebe anları.

Bilhassa Ramazan iklimi, açlık ile terbiye hâlinde olup kalbî incelikler kazanma vakti. Kur’ân ile yoğunlaşma demleri. Yüce âyetleri daha üst seviyede idrâk etme zamanı.

O yüce âyetler ki; bize dünü, bugünü ve yarını anlatıyor baştan sona. Hikmetle okuyabilirsek; onlar, hayatın içinde söylüyor herkese, her şeyi. Çünkü Kur’ân’ın âyetleri; yaşanmış, yaşanmakta olan ve yaşanacak hâdiselerle iç içe anlatıyor dünya ve âhiret gerçeklerini.

Tüm âyetler, Rabbimiz’in bizlere hidâyet reçeteleri. Hazret-i Peygamber’in yaşayışında üsve-i hasene bir hayat olarak insanlığı ihyâ edici bir müjde: İKİ ŞİFÂ… Ramazân-ı şerif atmosferinde gönülleri diriltici bir lütuf: İKİ RAHMET.

Yeter ki, cân u gönülden sarılalım her ikisine de.

Yeter ki; bol bol sadakalar, infaklar ve gece-gündüz istiğfarlar ile Allâh’a yönelelim. Düne dair nice asırlar ve zor zamanların geçtiği gibi, elbette bugünler de geçecek ve secdegâhlarda omuz omuza saflar tutulacak.

Çünkü;

وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا

“… Allah, (mü’minlere) yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağını va‘detti…” (en-Nûr, 55)

Ne mutlu o va‘d-i ilâhîye ve ebedî müjdelere mazhar olabilenlere!

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…