GÜNLER GELİP GİTMEKTELER, KUŞLAR GİBİ UÇMAKTALAR.*

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Dünyaya gelişimiz ile başlayıp, dünyadan ayrılınca bitecek olan bir yarışın, bir yürüyüşün içerisindeyiz. Bu öyle bir yarış ki, ne zaman biteceğini hiçbirimiz bilmiyoruz. İlk yüz metrede mi ipi göğüsleyeceğiz yoksa on bininci metrede mi, haberimiz yok. Tek bildiğimiz, attığımız her adımın bizi sonumuza doğru yaklaştırdığı. Biz adımlarımızı ileri doğru attığımızı sansak da aslında attığımız her adım, geri sayım sayacından bir rakamın daha eksilmesine sebep olmakta.

Bu öyle bir yolculuk ki; ereceği menzile hızlı koşanın da, yavaş koşanın da kendisine takdir edilen zamanda ulaşmasını sağlıyor. Ne erken, ne geç… Şaşmaz bir terazi, bozulmaz bir düzen, kusursuz şekilde işlemeye devam ediyor. Ne; «Ben hızlı koşayım da gideceğim yere hemen varayım…» diyen kavuşuyor, ne de; «Ben şöyle âheste âheste yürüyeyim, gördüğüm gölgelikte biraz eğleneyim, nasılsa giderim…» diyen geç kalıyor, herkes ulaşacağı menzile kendisine takdir edilen zamanda varmış oluyor. Varılacak bu menzil öyle sırlı ki; bir yandan biz ona doğru giderken, diğer yandan o bize doğru son sürat geliyor.

Hazret-i Âdem’den beri yaratılmış her insan, ömür takviminde kaç yaprak kaldığını bilmeden yaşadı. Kendisine tahsis edilen dünya tarlasından, heybesine topladığı azıkla yolculuğunu tamamladı. Kimi heybesine karanlıkta odun toplayan adam misali, eline ne geldiyse doldurdu; kimi gideceği yerde paha edecek ve işine yarayacak değerli şeyleri ayıklayarak hazırlık yaptı. Hâsılı; herkesin heybesi, bu dünyadan öbür âleme dolu olarak gitti, kimininki sevap, kimininki günah ile…

Yeryüzünün her adımı, her karışı, ayrı güzelliklerle dolu. Ne yana dönseniz; kusursuz bir ihtişamın, sonsuz kuvvet ve kudret sahibi bir yaratıcının varlığını müşâhede ediyorsunuz. Ne kadar incelerseniz inceleyin, hiçbir kusur ve eksiklik göremiyorsunuz. (Bkz. el-Mülk, 3-4) Bu; ihtişam ile yaratılan mekânların tabiî güzellikleri yanında, bir de onu yaratan Allah Teâlâ tarafından övülmüş olması hasebiyle diğer yerlerden, mânevî olarak farklı değerlendirilmektedir. Tıpkı; Mescid-i Aksâ’nın, Medine’nin ve Kâbe’nin diğer mekânlardan farklı olduğu gibi.

Mekânların müstesnâ tarafları olduğu gibi, Allah Teâlâ tarafından yaratılan zamanın da farklı hususiyetleri ve diğerlerine nazaran daha kıymetli bölümleri mevcuttur. Gün içerisinde seher vakitlerinin, hafta içerisinde cuma günlerinin, aylar içinde Ramazan ve üç ayların, aynı zamanda üç aylar içerisinde idrak ettiğimiz kandil günlerinin olduğu gibi…

Yazımızın başında bahsettiğimiz yarış içerisinde insan, sağında ve solunda olan güzellikleri görmeyebiliyor. Geçinebilme telâşı ve dünya meşgalesi, insanı kör ediyor ve bu güzellikleri sürekli gördüğü için onlara ilgi duymamaya, hattâ ihmal etmeye başlıyor. İhmal etmese bile, aynı şeyleri görmekten, aynı şeyleri tekrarlamaktan dolayı bu işleri/amelleri yapmak artık sıradan hâle geliyor ve deyim yerindeyse «âdet» hâline geliyor.

Böyle bir yolculukta yönümüzü kaybetmeden menzile ulaşmamız için bir uyarı olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor.

“Şüphesiz îman; sizden birisinin göğüs boşluğunda, elbisenin eskidiği/yıprandığı gibi eskir/yıpranır. Binâenaleyh Allah Teâlâ’dan, îmânınızı tecdid etmesini dileyin.” (Hâkim, IV, 285/7657)

Tecdid yenileme mânâsına geliyor. Eskiyen bir şey; belli usûllerle tamir edilir, yenilenir ve kullanılmaya devam edilir. Peki; «Bir eşya olmayan, ancak göğüs boşluğunda eskiyen îmânımız nasıl tecdid edilir?» diye merak etmek ve sormak lâzım değil mi? İşte tam da burada; bizlere örnek olan, yol gösteren büyüklerimizin, bu müstesnâ zaman dilimlerine ne kadar ehemmiyet verdiklerini ve ne kadar çok istifade ettiklerini müşâhede ediyoruz. Seher vakitlerini istiğfar ile pazartesi ve perşembe günlerini oruç ile üç ayları diğer aylardan daha fazla ibâdet ve tâat ile doldurduklarını; özellikle Ramazan’da Kur’ân ile haşır neşir olduklarını, tercüme-i hâl kitaplarından okuyor veya canlı örneklerini izliyoruz. Bu müstesnâ zaman dilimlerinde alınan enerji ile ondan sonra gelecek ayların hazırlığı yapılmakta, âdeta mânevî bir şarj ve güç depolanmaktadır.

Ramazan’da oruç tutan herkesin belli bir ayardan geçtiği, ruh dünyasının daha ferah bir hâl aldığı, kalplerin inşirah bulup aydınlandığı herkesçe malûmdur. Üç aylar ile başlayan ve kısmî olarak da Kurban Bayramı’na kadar devam eden zamandaki yaşanan mânevî hâli, tüm seneye yaymanın imkânlarını aramak ve bunun için gayret göstermek lâzımdır. Bu aylarda özellikle Kur’ân ile haşır neşir olmak, gücümüz yettiğince mukabele okuyarak onunla hemhâl olmak ve âdeta yeni nâzil oluyormuşçasına ona kalbimizi, rûhumuzu açmaya gayret etmek gerekiyor.

Genel olarak dünya, özel olarak da müslüman ülkeler için zor ve çetin geçen zaman dilimindeyiz. Yeryüzünün neresinde müslüman yaşıyorsa, hemen hepsinde; savaşlar, zulümler, ölümler yaşanıyor ve her geçen gün bu vahşet artarak devam ediyor. Etrafımızdaki ateş çemberi gitgide daralıyor; ümmetin tek kurtuluş gemisi, son karakol olarak memleketimiz görülüyor. Onun için mazlumlar ve mağdurlar yaşlı gözlerle bizim ayakta kalmamızı ve onlara el uzatmamızı bekliyorlar.

İşte böylesi kritik bir dönemde, bunca zulmün ve katliâmın yaşandığı dünyada; üç ayların mânevî ikliminden faydalanmak, feyzinden ve bereketinden tam mânâsı ile istifade etmek durumundayız. Bu mübârek günler kuş olup uçmadan; hem kendi heybemizi dolduralım, hem de İslâm ümmetinin içinde bulunduğu bu zor ve çetin günlerin bitip, rahmet ve inâyetin yetişmesine duâ eden duâ ordularına katılalım inşâallah.

Allah Teâlâ, içinde bulunduğu zamanın kadrini bilmeyi ve ondan en iyi şekilde istifade etmeyi nasip etsin.

__________________________

* Aziz Mahmud Hüdâyî -rahmetullâhi aleyh-