NEFSE KARANTİNA GELİYOR!..

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Oruç mevsimi Ramazân-ı şerif, gönül ufuklarımızda göründü. Her ibâdeti; zâhiriyle edâ etmek var, bir de derin mânâlarına ere ere o ibâdetten istifade edebilmek var.

Oruç, sabır terbiyesi… Sadece yiyip içmeyi kesmek değil, hakkını verebilen için, öfkeden ve tartışmadan uzak durmak, gözleri korumak, hattâ düşünceyi korumaya kadar uzanan bir sabır eğitimi.

Oruç merhamet telkini… Oruçlu iken onca nimetler, var ama sanki yok!.. Çünkü istifade etmek muayyen bir süre yasak. Öyle olunca, hükmen ve muvakkaten değil, gerçekten yok olduğunda hissedeceklerine de bir pencere açılmakta. Fakirlere, yoksullara karşı bir rahmet penceresi.

Oruç nimetlere şükür tâlimi… Tıpkı şu karantina günlerinde, sıhhatin, içtimâîleşmenin kıymetini öncesinden çok çok fazla idrâk ettiğimiz gibi, oruç günlerinde de nimetlerin kadrini, bu geçici yokluk sayesinde idrâk ediyoruz.

Mevlânâ Hazretleri, o engin gönül dünyasında orucun kıymetini bilmemiz için ne hikmetler devşirmekte:

Orucun sabır eğitimini ne güzel hulâsa ediyor:

“Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yûsuf gibi aşk Mısır’ında sultan olur.”

Telmih sanatı, meşhur kıssalara birkaç kelime ile atıfta bulunmak, onları hatırlatmak sûretiyle yapılır.

O en güzel kıssada; Hazret-i Yûsuf, iftira ile zindana atılır. Fakat kıssayı hatırlarsak; o Kerim Peygamber, zindana atılmayı tercih etmiştir. Yani fısk u fücûrun hüküm sürdüğü bir hürriyetten ise, zindan orucunu tercih etmiştir. “Benim için zindan daha hayırlı!” diyerek buna niyet etmiştir.

Orucun başlangıcı imsaktir: Tutmak, kendini tutmak. Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur. Mü’min de iradesiyle nefsini, nefsânî arzularını zindana koyar. Karantinaya alır. İftar vakti ne olur? Zindandan saraya bir yolculuk olur. Eğer orucun hakkı verildi ve nefis terbiye edilebildiyse, artık Yûsuf’un başlangıçta endişe ettiği kadınlar, Yûsuf’un isteğiyle hizaya girerler, boyun bükerler ve hâdisenin aslını anlatmak zorunda kalırlar.

Oruç, terbiye isteyen nefsimiz için bir zindan gibidir. Tıpkı gezmeyi dolaşmayı, sosyalleşmeyi çok sevenlerimiz için, şu günlerde «evde kalma» zaruretinin bir hapis hayatına benzeyişi gibi. Fakat biliyoruz ki; bu gönüllü hapis, virüsü bertaraf etmek için. Virüsü taşımamak, yaymamak için.

Gerçi bugünlerde tıp kültürümüz çok arttı. Fakat bilmeyenler olabilir: Virüsün; eli, kolu, ayağı yok. Onu hep biz taşıyoruz.

Oruç ibâdetimizle de, en azından senede bir ay, nefsimizin elinden dizginleri alıyor, daha bir insan oluyoruz. Hazret-i Mevlânâ şöyle anlatıyor:

“Şu oruç her hayvanın yaşayışına noksan verir; onun içindir ki oruç insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.”

İnsan vücudunun ruh ve beden, kalp ve nefis yapısının ihtiyaçları tezat hâlindedir. Oburluk; nefsi palazlandırırken, kalbî duyguları zayıflatır. Oruç da tersini yapar, rûhu zindeleştirir, bedeni belki biraz soldurur. Hazret-i Mevlânâ şöyle anlatıyor:

“Orucun vereceği zayıflık, beti-benzi sarartır, baş döndürür amma bu çeşit zayıflık, bu çeşit sararış yüzünden de insanlar, «yed-i beyzâ»yı elde ederler.

Yine bir telmih: Yed-i beyzâ, Hazret-i Musa’nın mûcizelerinden biriydi. O; elini yakasından içeri sokunca, eli nurlar saçan bir beyazlığa kavuşuyordu.

Oruç, gece namazı, zikrullah gibi ibâdetler, sîmâya nûrâniyet verir. Fetih Sûresi’nde; “Onların sîmâsı, secde izlerinden hâsıl olan nûrâniyettir.” buyurulur.

Yani idrâke göre iki telâkkî şekli:

Biri yüzü solmuş diyor, diğeri nûrâniyet görüyor.

Aslında günümüz insanı sağlık adına da, bedenin terbiye edilmesi gerektiğini idrâk edebiliyor. Meselâ egzersiz yapmak, az yemek, nefsin zorlandığı ve hoşlanmadığı şeyler, ama vücuda faydalı.

Fakat bunu, orucu anlamamıza yardımcı bir teşbih olarak ifade etmeliyiz. Çünkü ibâdette gaybî, bâtınî ve uhrevî bir taraf olmak zorundadır. Sadece dünyevî fayda, sıhhat ve benzeri niyetlerle oruç tutmak, yalnızca perhiz faydası verir. Asıl mânevî bereketler hâsıl olmaz. Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:

“Oruç can gözünün açılması için bedenleri kör eder; senin gönül gözün kör de o yüzden hiçbir ibâdet, o aydınlığı vermiyor sana!”

Cenâb-ı Hak gönül gözümüz açık bir şekilde Ramazân’ı bekleyenlerden ve idrâk edenlerden eylesin.

Mevlânâ Hazretleri, Ramazân’ı nasıl da müjdeliyor:

“Artık, ekmeğe karşı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!

Oruç, Meryem oğlu İsa’ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.”

Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da vahye mazhar olmadan önce oruç ile hazırlandılar. Hazret-i İsa, zühd peygamberiydi. Onun göğe yükseltilmesi hâdisesine, zühdü güzel bir hüsn-i tâlîl olmuştur. Fizikî âlemde de, en latif ve hafif varlıklar göğe doğru uçarlar. Kesif varlıklar ise, çamurlu dünyaya yapışırlar. Oruç; oburluktan kurtararak, rûhen hafifliğe bizi ulaştırabilirse ne mutlu!..

“Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.

Boynunu inceltir ama, seni (mânevî) ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni mânen mest eder.

Otuz gün Ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.”

Orucun terbiyeye muhtaç nefis için sinir bozucu olduğu malûm!.. Vücudunun isteklerini sınırlandırmayı pek tecrübe etmeyen bir bünye için, kan şekerinin düşmesi de öfkeye sebebiyet verebilmekte. Hadîs-i şerifte bildirilen oruçlu bir kişinin, kendisine birisi sataşsa dahî; «Ben oruçluyum!» diyerek kendini çekişmeden koruma tavsiyesi ne kadar mânidar!..

Hazret-i Mevlânâ, orucun sabır tâlimini şöyle ifade eder:

“Nefsinle cihâda girişince;
«–Orucu öyle ucuza satmam ben!» diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur; sabır göster!..

Nefsin, gönlüne musallat olmuş kuvvetli bir düşmandır ama oruç, onu gül yaprağı gibi tir tir titretir.”

Rabbimiz her ibâdetin sıklığını bizim ihtiyacımıza göre belirlemiş. Namaza, yani ilâhî mülâkata her gün defalarca muhtacız. Sene içinde nâfile oruçlarla mutlaka, bu mâneviyat eğitimlerini yaşamalıyız. Ancak; tam bir ay süren Ramazan orucu, maddî ve mânevî bünyemizin ihtiyaç duyduğu büyük bir temizlik.

Hazret-i Mevlânâ’nın teşbihi ne güzel ifade ediyor:

“Su iyi aksın, ekinler yeşersin diye her yıl arkları taramazlar mı, çamurunu temizlemezler mi?

Sen de şu ekmeği ark temizleyenlere, ark açanlara ver de âb-ı hayat elde et, bütün cüzlerin dirilsin!”

Akla günümüzde yapılan detoksları getiriyor değil mi? Mânevî bir detoks!.. Detoks, toksinlerden yani zehirlerden arınmak demek.

Hep toksan, bünyende toksin çoktur!

Rûhunun da bu tokluktan dinlenmesi gerekiyor.

Bu arınmayı eksik anlamamalı:

Gerçek bir oruç; sadece yiyip içmeyi kesmek değil, boş konuşmayı, yanlış bakışları, bozuk lâkırdılara kulak vermeyi kesmeyi de gerektiriyor. Nefse tam bir karantina!..

Şartlarına riâyet ederek geçireceğimiz bir Ramazan; bizi inşâallah, her türlü mânevî zehirden temizler…

Tenimizi ve rûhumuzu, nefsimizi ve kalbimizi arındıran ve dünyamızı şifâ ve afiyete kavuşturan bir Ramazân-ı şerif niyâzıyla!..