SÂLİH PEYGAMBER’İN DEVESİNİ BİZ DE KESTİK…

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Gençlerle yaptığımız İstanbul gezilerinden çok güzel hikâyeler çıkıyor. Gençlerimiz İstanbul’a sahip çıktıkça, inşâallah bu tarihî eserler daha nice yıllar ayakta kalır. İstanbul’u seven meraklı gençlerimizle Karaköy-Tophane-Fındıklı bölgesini gezerken lise son sınıf öğrencisi bir genç, heyecanlı heyecanlı yanıma gelerek şunları söyledi:

“–Hocam! Siz hep diyorsunuz ya; Osmanlı medeniyeti aynı zamanda vakıf medeniyeti idi. Sadece İstanbul’da o dönemde yirmi bin adet vakıf varmış. İnsanlar parayı mal istiflemek için kazanmazdı, kazançlarını vakıf kurarak değerlendirirlerdi… Peki sabahtan beri geziyoruz. Şu ana kadar neredeyse 5 kilometre yol yürüdük. Hiçbir vakıf adı bize söylemediniz. Bu semtlerde hiç vakıf yok muydu? Hani nerede güvercinlere yem veren vakıf, hani nerede hasta kuşlara yardım eden vakıf, hani nerede hastaları ziyaret eden vakıf, meyve ağacı diken vakıf, herkese meyve dağıtan vakıf?..”

Gerçekten de Osmanlı döneminde o kadar enteresan vakıflar vardı ki bu gencimiz sadece üç-beş tanesini sayabildi. Bakın enteresan vakıflardan bazıları:

At vakfı, borcundan dolayı hapse düşenlere yardım vakfı, nefes vakfı, misafirleri ağırlama vakfı, suyu soğutan vakıf… Peki, nerede bu vakıflar? İşte gencimiz de bunları soruyor. Bir zamanlar yardımlaşma temeline dayanan, dînî ve medenî bir müessese olan vakıf, sosyal dayanışmanın en eski hukukî müesseselerinden biriydi. «Neden yok oldu?» derseniz eğer, buna bir sürü cevap verilir. Ama Kur’ân buna en güzel cevabı veriyor. Ben de bu soruyu soran gencimize ve geziye katılan tüm gençlere şöyle cevap verdim:

“–Sevgili gençler! Kur’ân-ı Kerim’de hatırlarsanız Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesi anlatılır. Allah Sâlih -aleyhisselâm-’ı Semûd kavmine elçi olarak göndermişti. Kavmi, ondan mûcize istedi. Allah -celle celâlühû- da bir dişi deve gönderdi. Ve Allah, Sâlih -aleyhisselâm- vasıtasıyla kullarını şöyle uyardı:

«‘–Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allâh’ın devesi, size bir mûcizedir; bırakın onu Allâh’ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar.’ dedi.» (el-A‘râf, 39/73)

Fakat Semûd kavmi Kur’ânî ifadeyle söylersek eğer;

«Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar;

‘–Ey Sâlih! Eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin
(o azâbı) bize getir!’ dediler.» (el-A‘râf, 39/77)

Allah -celle celâlühû- daha sonra o kavmi, bildiğiniz gibi helâk etti.

Bazı tefsirlerde burada geçen Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesine; vakıf malı, kamu malı olarak açıklama getirirler. Yani nasıl ki o deve topluma faydalı idi. Ona Allah; «Dokunmayın!» dedi. İşte vakıf malları da tıpkı Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesi gibi artık kamu malıdır. Ona zarar verdiğimiz zaman tıpkı Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesini kesenler gibi oluruz. Bir zamanlar sadece İstanbul’da yirmi binden fazla vakıf varken şimdi sadece tüm Türkiye’de yaklaşık 4-5 bin adet vakıf var. «Diğerleri nerede? Bu vakıfların mülkü nerede?» derseniz eğer… Sanırım onları Sâlih -aleyhisselâm-’ın devesi gibi kestik. Dileğimiz bu vakıfları ve vakıf mallarını tekrar ihyâ edecek şuurlu neslin tekrar yetişmesi.

Büyükler;

«‘Vav’lardan sakının!» diyorlar.

«Bu ‘vav’lar nelerdir?»

Bir defa, «Vallâhi…» diyerek lüzumsuz yere yemin etmekten sakın. Çünkü Allâh’ı şâhit gösteriyorsun. Allah adına; «Vallâhi» diyerek bir yemin etmekten sakın.

İkincisi; mes’ûliyet şuuru ve hassâsiyet taşımayan bir «vâli» olmaktan sakın. Bu da «vav»la başlıyor, vâli.

Üçüncüsü; hakkını îfâ edemediğin bir «vasî» olmaktan sakın.

Dördüncüsü: «Vakıf». Vakıf malının mes’ûliyetinden korkun. Onu gereği gibi muhafaza edin. Tabiî bu; «Vakıf hizmetlerinden uzak durun!» demek değildir. Liyâkat sahibi kişilerin bu vakıf hizmetlerinde bulunmaları zarûrîdir.”

Kısaca:

“–Ey kavmim! İşte şu, Allâh’ın dişi devesi, size bir mûcizedir. Bırakın onu, Allâh’ın yeryüzünde (otlaklarında) otlasın. Ve ona kötü bir maksatla el sürmeyin, sonra sizi yakın bir azap yakalar.»

Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Sâlih dedi ki:

«–Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir va‘ddir.»” (Hûd, 11/64-65)

“Sâlih;

«–İşte (mûcize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin.» dedi. «Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azâbı yakalayıverir.»

Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular. Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları îmân etmiş değillerdir. Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.”
(eş-Şuarâ, 26/155-159)