TERCİHİMİZ HANGİSİ?

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Duyunca inanmakta güçlük çektiğimiz vak‘alar arttı.

Hepimiz olabilirliğini katiyen kabul etmediğimiz çeşitli vaziyetlerden muzdaribiz.

Akılları dumûra uğratan, vicdanları hissizleştiren, kalpleri taşlaştıran fikir ve felsefeler her yerde rahatlıkla cirit atıyor.

Hindistan’da yirmi yedi yaşında biri çıkıyor:

“–Rızâmı almadan beni dünyaya getirdiler.” suçlamasıyla kendi öz anne ve babasına dâvâ açıyor. Düştüğü isyan çukurunda debelenip duruyor. Onu her şeyden çok seven ailesinden her geçen gün uzaklaşıyor.

Başka bir yerde; «aile hukuku uzmanı» olan bir kadın çıkıp, ailesiyle olan bağını reddediyor. Ebeveynlerinin, onu sadece maddî bir geçim kaynağı olarak gördüklerini ileri sürüyor. Girdikleri sıkıntılı çıkmazlardan da sadece böyle bir inkârla kurtulabileceğine inanıyor. Bu sebeple kendisine;

“–Biz yine de annelerimizin kıymetini hiçbir zaman unutmayacağız.” dendiğinde;

“–Önce onlar bizim kıymetimizi unutmasınlar.” şeklinde bencilce bir cevap verebiliyor.

Yine ülkece gündemimizi meşgul eden, anne-babasına siyanür içirerek onları katleden cânî evlâtların varlığı da malûm.

Ayrıca hepimiz duyuyoruz:

Uyuşturucu parası vermeyen annesinin canına kıyan vahşîleri…

Anne ve babasını yalnızca anneler/babalar gününde hatırlayanları…

Ailelerini sadece para, kılık-kıyafet, gezme-tozma gibi nefsânî ve dünyevî ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü bir kurum olarak görenleri…

Aile büyüklerini yaşlandıklarında huzurevinde yalnızlığa terk edenleri…

Ya da;

Evlâtlarını kendileri için fazlasıyla kazançlı bir imkân olarak değerlendiren; onları YouTuber, futbolcu, şarkıcı veya oyuncu yapmak için çırpınan ebeveynleri…

On sekiz yaşına geldikten sonra hukuken bakmakla yükümlü olmadığı için evinden gönderen yahut kalmasına ancak bir odayı kiralamak sûretiyle müsaade edenleri…

Çünkü dünya odaklı yaşayınca ne yazık ki;

Bir tarafta anne-babalar para kaynağı olarak görülebilirken; diğer tarafta evlâtlar geçim kaynağı olarak görülebiliyor.

Bir tarafta bazı serbestliklere ulaşmak için uzaklaşılması, kaçılması gerekli olanlar ebeveynler olurken; diğer tarafta çocuklar, bir yük gibi görülüp anne-babalarının bazı plânlarında kendilerine bir engel konumuna gelebiliyor.

Bunların hepsi gösteriyor ki;

Sadece maddiyatla istikametlenen ailelerde; dünyevî türlü türlü problemlerin yaşanması ve problemli fertlerin yetişmesi kaçınılmaz.

Çünkü âhiretten uzak, mânâdan ve mâneviyattan kopuk bir hayat yaşandığı takdirde;

Anneler;

Modern, makyajlı, hayatını sadece keyfî bir eksende yaşayan, çocuklarını kontrolsüzce internetin ve çağımızdaki diğer tehlikelerin insafına bırakan, ihtilâta dikkat etmeyen, evinin değil sokakların kadını olanlara ve benzerlerine özenebiliyor.

Keyfî fikirlerinin peşinde kavgacı olarak, kendisini hiçbir şartta kocasına muhtaç hissetmeyerek, güya kadın haklarını ezdirmeyerek, cinsiyet eşitliğini savunarak güçlü kabul edilen kadın örneklerinin peşinden sürüklenebiliyor.

Babalar;

Çocuklarını döven, meyhanelerde gezen, içip içip eve öyle gelen, haram yiyen, kaba saba, dinsiz-îmansız, ahlâksızlık yapan, ihtilâta önem vermeyen, geniş mezhepli, ailesini aldatan baba tiplerine dönüşebiliyor.

Gençler;

Birbirleriyle âdeta ahlâksızlık yarışına giren, hovarda, tembel, dînî yaşayıştan uzak, dünyayı süflî arzularını yerine getirebilmesi uğruna verilmiş bir fırsat olarak gören, dövmeli, sosyal medyadan çıkmayan, hiçbir ilmî altyapısı olmadığı hâlde hemen hemen her konuda sayfalarca fikrî birikime sahip olan, karma hayatın merkezinde mutlu bir hâle dönebiliyor.

Ebeveynler;

Kızlarının makyaj yapmasına, İslâmî tesettüre uymayan elbiseler giymesine müsaade eden ebeveynler olabiliyor.

Bu yüzden;

Muhteşem bir mâzîye sahip olan bizler; cılız ve zavallı yarınlara mahkûm olmak istemiyorsak, gerek ferdî gerek aile hayatımızı asla uhrevî bakış açısından mahrum bırakmamalıyız.

Yıllar sonra hayat döngüsü içerisinde herkes yeni yerini aldığında, toplum yapımızda; dövmeli dedelerin, dövmeli ninelerin ve onların kendilerinden daha da beter evlâtlarıyla torunlarının olmasını istemiyorsak, ailemizi maddiyata dayalı bir birliktelikten ziyade, ulvî fazîletler etrafında kenetlemeliyiz.

Köklü aile yapımızın sadece güzel ciltlenmiş kalın bir tarih kitabının sayfalarında kalmasını istemiyorsak, şehir merkezlerine kabristanlar yaparak ebedî hayatı sürekli toplumun gündeminde tutan ecdâdımızın sahip olduğu îman şuuruna ve aile yapısına ulaşmalıyız.

Ancak bu şekilde;

Çanakkale zaferinin ardındaki analar tekrar zuhur eder.

Evlâtlarını kınalayarak vatanına ve dînine kurban eden annelerle tekrar yoğruluruz.

Yavrularını abdestsiz asla emzirmeyen, hassas ve gönül erbâbı annelere tekrar kavuşuruz.

“Aç bırak ama haram getirme!” diyen annelere, ev hanımlarına tekrar her evde şâhit oluruz.

Hayme Anaları, yaptıkları hayırlarla toplumu ihyâ eden Vâlide Sultanları tekrar yetiştirebiliriz.

Kazancına halel getirmeyen, alnının teriyle çalışan, yüzünün akıyla ailesine bakan babaların sayısını artırabiliriz.

Daha fazla para kazanmanın, futbol takımlarının, araba sevdalarının, boş muhabbetlerin vb. mâlâyânî hususların uğruna ömrünü hebâ etmeyerek, esas hayat tecrübeleriyle dolu daha çok babaya sahip olabiliriz.

Ancak bu sayede YouTuberlık peşinde koşanların yerlerine; ulvî hedefleri olan, gayretli, azimli, edepli, hakkāniyetli genç dimağlar yetiştirebiliriz.

Kul hakkını bilen, âhireti için endişe eden, fakiri gözeten, ihtiyacı olanlara yardım eden, ehl-i fazîlet nesilleri tekrar ihyâ edebiliriz.

Hâsılı her dâim sormalıyız:

Ertuğrullar, Fatihler, Yavuzlar, Kanunîler gibi cihana yön veren ulu hakanlar büyüten; Edebâlîler, Akşemseddinler, Hacı Bayrâm-ı Velîler, Tapduk Emreler, Yûnuslar gibi gönül erbâbı yüce şahsiyetler yetiştiren fazîletlerle yoğrulmuş, îmanlı, Allâh’ı ve âhireti asla unutmayan aileler mi?

Yoksa;

Yeryüzünü yaşanmaz hâle getiren, kazandırdığı özellikler itibarıyla; keyfine göre cânîleşebilen, aldatabilen, çalıp çırpabilen, ailesini gözetmeyen, ana borcu bilmeyen, değerleri olmayan, menfaatperest nesiller büyüten, âhiretten bîhaber, ölüme duyarsız aileler mi?..

Tercihimiz hangisi?