BİR EV, BİR ÜMMET ve BİR DÂVÂ, KADINLARIN OMUZLARINDA YÜKSELİR

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

“–Yaşadığımız çağda, en fazla sömürülen ve sû-i istimal edilen nedir?” diye bir soru sorulsa; sayılacak maddelerin en başında;

“–Kadın…” diye cevap vermenin uygun olduğunu düşünüyorum.

Zira kadın; fıtrat îcâbı olması gereken yerden alınmış, üzerindeki koruma kalkanı kaldırılmış, ona ulaşabilmenin her yolu kolaylaştırılmış ve neticede bir metâ hâline getirilmiştir.

Modern(!) çağda kadın; ucuz iş gücü olarak emeği, nefsî ve süflî arzuların karşılandığı bir vasıta olarak bedeni, her ürünün müşterisine pazarlanması için gereken reklâm malzemesi olarak duyguları ve fizikî yapısı ile âdeta bir sömürü malzemesi hâline getirilmiştir.

Kadını güvenli sığınağından çıkarıp, onu çalışma hayatına katmakla övünenler; hem o kadına, hem yetiştireceği evlâdına, hem de cemiyetin geleceğine ne kadar büyük bir kötülük yaptıklarının farkında bile değillerdir. Bu kötülüğü yapanların bazıları, siyâsî beklenti ile gafletlerinden yapsalar da; bunun milletimizin düşmanı olanlar tarafından kurulan, plân ve programlar neticesinde sürdürülen bir organizasyon olduğu âşikârdır.

Cemiyetin çekirdeği olan ailenin en önemli unsuru kadınlar; kendi tabiatlarına uygun işler ve uygun ortamlarda çalışabilecekken, eşitlik ve özgürlük kandırmacasıyla erkeklerin yaptığı zor ve meşakkatli işlerde erkeklerle yarışmaya zorlanıyorlar. Akşama kadar yoğun iş hayatı, trafik ve zorlu şartlarda çalışmaya mecbur bırakılan kadınlar; yüreklerindeki sevgi, şefkat ve merhamet duygularını kaybediyorlar.

Merhamet ve şefkatin eksik olduğu bir cemiyette, akşam haberlerini; kazalar, cinayetler, boşanmalar gibi, bir cemiyetin içini yiyip kemiren, kanser hastalığı misali örnekler kaplıyor. Anne sevgisinden, merhametinden ve şefkatinden uzak büyüyen nesiller; kendilerine rol model olarak, televizyonlarda ve medyada boy gösteren, ne iş yaptıkları belli olmayan, ancak lüks içinde yaşamayı özendiren insanları örnek alıyorlar.

Allah Teâlâ; yarattığı her şeyi bir maksat için yaratmış, bu maksadı gerçekleştirmek için yarattığı her mahlûka ayrı ayrı hususiyetler lutfetmiştir. Eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanın erkek olanına; evin geçimini ve ailesiyle ilgili hayat mücadelesine dair mükellefiyetleri yüklerken, erkeğe göre daha nârin ve hassas olan kadına da neslin muhafazası ve evlât yetiştirmek gibi ulvî bir mes’ûliyet vermiştir.

Cemiyet hayatının sağlıklı, düzenli ve tertipli olabilmesi, aynı zamanda da devam edebilmesi için, birtakım bağların var olması gerekmektedir. Bu bağlar; o cemiyetin inancı, kültürü, aile yapısı gibi cemiyeti birbirine bağlayan, kaynaştıran ve onları birlik içerisinde tutan unsurlardır. Bu kaynaştırıcıların zayıflaması veya vazifelerini yapamaması, o cemiyet içerisine felâketlerin girebileceği en müsait kapıların aralanması demektir.

Cemiyeti bir arada tutan en önemli faktör, aile müessesemizdir. Bir cemiyetin sağlıklı olarak büyümesi, gelişmesi ve sonraki nesillere taşınabilmesi için en önemli müessese ailedir. Nasıl ki bir ağaç, küçücük bir tohumdan filizlenip gelişiyorsa; güçlü bir cemiyet de güçlü bir aileden teşekkül etmektedir. Güçlü bir aile de erkeğe nazaran daha merhametli ve sabırlı olması sebebiyle terbiye etme özelliği olan kadının, evini bir medreseye çevirmesi ile sağlanacaktır.

En gelişmiş devlet bile, insan eğitimine belli bir yaştan itibaren başlarken, İslâm medeniyetindeki aile müessesesinde çocuk; daha dünyaya gelmeden, anne karnında beş-altı aylıkken, hattâ daha öncesine giderek, annenin yediği, içtiği gıdânın helâlliğine dikkat etmesiyle başlayabilmektedir. Onun için; en tesirli, en önemli eğitim ünitesi ailedir ve bu ünitenin baş eğitimcisi de kadındır.

Ailede sevgi, şefkat ve merhameti öğrenen çocuk; ne başka bir insana, ne bir hayvana, ne de nebata zarar vermez, onları incitmez, onlara yaratılış gayesine göre muamele eder. Doğruluk, dürüstlük, helâl ve haram mefhumları ile büyüyen insan; bir başkasının hakkına tecavüz edemez, trafikteki ışığın bile bir kul hakkı olduğunu idrak eder ve buna göre hassas davranır.

Tarihimizde; bugünkü kadar yaygınlaşan özel okullar, kolejler veya farklı eğitim müesseseleri mevcut değildi. Buna rağmen; tarihe yön veren, çığır açan, iz bırakan nice insanların ilk mektep olan annelerinden aldıkları eğitimle ne büyük hizmetler yaptıklarını bugün müşâhede ediyoruz. Bizim medeniyetimizde anneler; evlâdını abdestsiz emzirmeyen; onun bir yandan karnını doyururken, bir yandan da gelecekte evlâdını görmek istediği menzili fısıldayan, onun yürüyeceği yola ihlâs ve samimiyet tuğlalarını döşeyen; kalbinden zikri, dilinden duâyı eksik etmeyen ve Allah rızâsı için evlât yetiştiren fedâkâr kadınlardır.

Bir müslüman diyarı olan memleketimizde Kur’ân’ı yasaklamaya çalışan zâlimler, bu anaların mârifetiyle emellerine ulaşamadılar çok şükür. Yüreklerindeki şefkat, merhamet ve îmân ile küçücük evlerini, kısıtlı imkânlarını seferber ederek birer medreseye çevirdiler, küllenen ateşe üflediler ve îmân ateşini yeniden coşturdular.

Asıl vazifesi; îmanlı, ihlâslı ve kaliteli bir nesil yetiştirmek olanlar; ellerindeki telefonlarla, televizyonla ve sosyal medya ile meşgul olurlarsa, hem kendilerini hem de geleceklerini tehlikeye atacaklardır. Zira onların ihmal ettiği bir ev, bir çocuk değil; ümmetin geleceği olacaktır.

Îmân etmiş, gelecek adına, ümmet adına bir derdi olan kadınlarımıza düşen; sağımızda ve solumuzda onca olumsuzluğa rağmen, istikbâlin inananların olacağını idrak etmek; «Ben ne yapabilirim?», «Benimle ne olur?» demeden İslâm’ın muhkem binasına, bir tuğla olacak evlâtları yetiştirmeye niyet ve gayret etmek olacaktır. Rabbim ihlâs ile atılan tohumları zâyî etmez.

Mevlâ niyetlerimizi hâlis, gayretlerimizi bereketli eylesin inşâallah.