SARAYHAN

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Zâhid, sûfî ve muhaddis İbrahim bin Edhem bin Mansûr Hazretleri, Belh’te doğdu. Ömer -radıyallâhu anh-’ın soyundan gelmektedir. Hayatının ilk döneminde geniş bir imkânı, emrinde hizmetçileri ve yardımcıları vardı. Fakat yaşadığı hâdiseler üzerine; huzur ve ebedî saâdet için zühd ve takvâ hayatını tercih etti. Memleketini terk ederek önce Mekke’ye gitti. -Kendi ifadesiyle- nefsiyle en çetin savaşı, vatanını terk hususunda yaşadı. Hayatının ikinci dönemi bu seyahatiyle başladı. Kalan ömründe ilme yöneldi, öğrendikleriyle amel ederek Hakk’a lâyık bir kul olmaya gayret etti. Aynı zamanda avam-havas her insanı irşad gayretinde oldu.

İbrahim Edhem Hazretleri, 778 yılında vefat etti. Kabri, bir rivâyete göre Şam’dadır.

**************

Bir gün sarayda umumî bir ziyafet verildi. Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler beklerken; gayet heybetli bir zât çıkageldi. Ne askerlerden ne de hizmetçilerden hiçbir kimse ona;

“Sen kimsin, burada ne işin var?” deme cesaretini gösteremedi. Bu heybetli zât ile İbrahim Edhem arasında şu konuşma geçti:

“–Ne istiyorsun?”

“–Bu handa konaklamak istiyorum.”

“–Burası han değil, benim sarayımdır.”

“–O hâlde bu saray bundan evvel kimindi?”

“–Pederimindi.”

“–Ondan evvel kimindi?”

“–Filân zâtındı.”

“–Ondan evvel kimindi?”

“–Filân oğlu filânındı.”

“–Onlara ne oldu?”

“–Öldüler.”

“–Burası han değil senin sarayın öyle mi!?. Nasıl bir saray ki biri gelmeden biri gitmekte?” Ardından o zât geldiği gibi çıkıp gitti. İbrahim Edhem o zâtın peşine düştü, arkasından yetişti ve kim olduğunu sordu. O zât da Hızır olduğunu söyledi. Bu hâdise İbrahim Edhem’e derinden tesir etti.

«MÜTEVÂZI OLANI RAHMET-İ RAHMÂN BÜYÜTÜR»

Konya’nın tanınmış âlimlerinden Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, ilk tahsilini yine âlim olan babası Hacı Veyis Efendi’den gördü. Hıfzını da babasında ikmal etti. Daha sonra tahsiline, medresede devam etti. Tahsilini tamamlamasının ardından Konya İmam-Hatip Lisesinde; Arapça, tefsir, hadis gibi İslâmî ilimler okuttu. Hizmet faaliyetleriyle, vaaz ve sohbetleriyle, nümûne şahsiyetiyle tam bir vakıf insanı olarak dönemin cemiyetini mâneviyatla yoğurdu. Mütebessim çehresi, hoş sohbeti, samimî edebiyle etrafına feyz ve rûhâniyet dağıttı.

Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, 5 Şubat 1960’ta Konya’da vefat etti. Kabri, Üçler kabristanı’ndadır.

*************

Bir gün Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi’ye sordular:

“–Siz mi büyüksünüz, İbrahim Efendi mi?”

İbrahim Efendi; Ali Ulvi KURUCU Hocaefendinin babası, Veyiszâde’nin de kardeşi… Hacı Veyiszâde, büyük bir tevâzu ve zarâfet içinde;

“–Ben ondan önce dünyaya geldim ama o benden büyük.” dedi.

Hiç şüphesiz Hacı Veyiszâde, bu nezâket ve zarâfeti asr-ı saâdetten alıyordu.

Ashabdan Saîd bin Yerbû -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nden yaşlıydı. Bir gün kendisine soruldu:

“–Siz mi büyüksünüz, Allah Rasûlü mü?”

Saîd bin Yerbû -radıyallâhu anh-; büyük bir saygı, zarâfet, nezâket ve edep içinde meşhur cevabını verdi:

“–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha büyük, ben ise O’ndan daha yaşlıyım.” (Mustafa ÖZDAMAR, Hacı Veyiszâde, s. 442)

MÜBÂREK NA‘ŞA HÂİN PLÂN

Şam ve Halep atabeyi Nûreddin Mahmud Zengî, 11 Şubat 1118 tarihinde Halep’te doğdu. İyi bir tahsil gördü. Askerî sahada kendini geliştirdi. İmâdüddîn Zengî’nin devleti ikiye bölününce; bugünkü coğrafyada, kuzey Suriye ile Güneydoğu Anadolu’nun bazı şehirleri Nûreddin Zengî’nin hâkimiyetine geçti. Haçlılarla savaştı, 1169’da Câber Kalesi’ni fethetti. O sıralarda Haçlıların elinde olan Kudüs-i Şerîf’in bir gün muhakkak fethedileceğine inanırdı. Bu inancı sebebiyle Mescid-i Aksâ’ya konulması arzusuyla hayattayken ahşaptan bir minber yaptırdı. İnancında yanılmadı ve Selâhaddîn Eyyûbî Kudüs’ü fethetti. Bu minber de onun hâtırası olarak Mescid-i Aksâ’ya konuldu. Heyhat ki aynı minber, 1969 yılında saldırgan bir yahudi tarafından çıkarılan yangında yanarak kül oldu.

«el-Melikü’l-âdil» nisbesiyle anılan Nûreddin Mahmud, 10 Mayıs 1174’te vefat etti. Kabri, Şam’daki türbesindedir.

************

 

Nûreddin bir gece Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i üst üste üç defa rüyasında gördü. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her defasında;

“–Ey Mahmud! Beni bu iki şahıstan kurtar!” dedi ve karşısındaki iki kır saçlı kişiye işaret etti. Bu rüya üzerine Nûreddin ve veziri bin deve ile halkın uykuda olduğu bir zamanda Medine’ye gitti. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kabrini ziyaret etti ve mescidde oturdu. Nûreddin bütün insanlara sadaka dağıtacağı haberini yaydı. Gelenlere altın ve gümüş dağıttı. Sonra yanındakilere;

“–Başka kimse kalmadı mı?” diye sordu. Cevaben;

Ömer bin Hattab’ın evinin dış tarafında mübârek hücrenin arka cihetinde iki Endülüslü (İspanyalı) oturuyordu. Ancak o kişiler;

“–Bizim geçimimiz yeterli, biz sadaka kabul etmiyoruz.” dediler. Hâdiseyi Nûreddin’e naklettiler. Nûreddin o iki kişinin mutlaka çağırılmasını söyledi. O kişiler Nûreddin’in yanına geldiklerinde bunların Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rüyada ona gösterdiği iki kır saçlı kişi olduğunu gördü. Endülüslüler, Nûreddin’e;

“–Biz Hazret-i Peygamber’in yakınında ikāmet etmeyi sevdik.” dediler. Nûreddin onları sorgulayınca; hıristiyan olduklarını ve kâfirlerin büyükleri tarafından buraya Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek na‘şını çalmak için gönderildiklerini itiraf ettiler. Mescidin kıble tarafından bir tünel kazıp, toprağını avludaki bir kuyuya attıklarını, böylelikle mübârek kabr-i şerîfe çok yaklaştıklarını söylediler. Nûreddin, o iki kişinin boynunu vurdurdu. (Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme)

 

FİDANIN VERDİĞİ MAHSÛL

Ali Şîr Nevâî, 9 Şubat 1441’de Afganistan’ın batısında yer alan Herat’ta doğdu. İran’ın Meşhed kentinde eğitim gördü. Birçok şair ve âlimden ders aldı. Önce Semerkant’a, arkadaşı Hüseyin Baykara’nın tahta çıkmasının ardından da onun yanına Herat’a gitti. Devlet kademelerinde halka ve hükümdara hizmet etti.

Şiir ve edebiyatla meşgul oldu. Manzum ve mensur dallarda kaleme aldığı eserleriyle Türk edebiyatına büyük katkı sağladı. Ali Şîr, Nakşibendî şeyhi Abdurrahman Câmî Hazretleri’ne intisâb ederek tarîkata girdi.

Nevâî, 3 Ocak 1501’de Herat’ta vefat etti. Kabri, Kudsiye Camii yanındaki türbededir.

*************

Hüseyin Baykara, arkadaşı Ali Şîr’i kollarını sıvamış bir bağda çalışırken gördü ve dostuna;

“–Yaşlılık vaktinde bağ yapmanın sana ne yararı var? Bu cevizler ne zaman meyve verecek de yiyeceksin?” dedi. Ali Şîr de;

“–Dostum, ben bunları kendim için değil işte şu çocuklar hattâ onların çocukları için ekiyorum; «İyiden bağ kalır.» demiş atalarımız…” diye cevap verdi. Cevabı çok beğenen Sultan, Ali Şîr’e bir kese altın verince Ali Şîr;

“–Bak! Şimdiden meyve vermeye başladı.” dedi.