NEFSİNİ TEMİZLEYEN FELÂHA ERDİ!..

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsanlık tarihinin özeti:

Kim nefsine uydu ise; o kimse hidâyet cennetinden koptu, gaflet ve felâket çukurlarına düştü. Âkıbet, cehenneme yuvarlandı.

Kim nefsini temizledi ise; o da, bu devrânın tüm karanlıklarından kurtuldu ve semâvî kanatlara mazhar oldu. Sonunda sonsuz cennetlere uçup gitti.

Fânî hayatın tamamı;

İşte bu iki gerçeğin mücadele harmanı.

Bu harmanda temiz olmamanın kavgasını yapanların başında iblis -aleyhillâne- var. Temiz olmanın mücadelesini verenlerin en başında da Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvâ.

Dünden bugüne;

Allâh’ın emrettiği şekilde zâhir ve bâtın itibarıyla temizlenenlerin kalbi de, aklı da ve insanlara davetleri de daima selâmet meyveleri üretirken, temizlenmeyenlerin bağrı ve çağrıları ise daima mikrop üretmiştir.

Bunun tahlili çok mânidar:

Meleklerin hocası olan şeytan, Allâh’a halîfe kılınacak ahsen-i takvîm bir varlığın / insanın yaratılması gerçeğine güneşten parlak bir hikmet nazarıyla değil de zindan gibi nefsinin gözüyle bakınca önce bencil bir yorumun akıntısına kapıldı. Sonra bencil bir sû-i zan girdabına düştü. Sonra bencil bir karizma kaygısına yenildi. Sonra da -hâşâ- Allâh’ın hükmünü sanki değiştirebilecekmiş gibi, O’nun yüce murâdına ve emrine yüzünü ekşitti, surat astı, dudak büktü. Âdeta;

“‒Ben varken niye insanı kendine halîfe yaptın? Ben asırlardır meleklerin reisi olduğum hâlde yeni yaratılmış bir insanın önünde mi eğileceğim? Kaldı ki benim secdem ancak Sana’dır, bu yüzden Sen emretsen bile insana secde etmem. Bunu bana niye yaptın? Ne kusurumu gördün?” kabîlinden bencil bir alınganlık çamuruna bulaştı.

Bu yüzden îmânı da idrâki de kalbi de kirlendi. Heyhat o iblis, nefsini tezkiye etmedi.

Temizlenmedi.

Özü de yüzü de simsiyah oldu. Suratı da karardı, hayatı da karardı.

Yine temizlenmedi.

Bu kasvetle Allâh’a karşı edep ve hürmetini de yitirdi. Bencil bir edepsiz ve bencil bir saygısız oldu. Bütün bağlılığı, bir lâşe gibi kokuştu.

Yine temizlenmedi.

Bencil bir kıyâsa kalkıştı.

Yine temizlenmedi.

Kendisini yoktan var eden yüce kudretin mutlak ilmi karşısında bencil bir bilgiçliğe yeltendi.

Yine temizlenmedi.

Bilâkis bencil bir büyüklenmeye de bulaştı;

“‒Beni ateşten yarattın, onu topraktan. Öyleyse ben ondan daha üstünüm.” dedi.

Yine temizlenmedi.

Allâh’a olan teslîmiyet ve rızâsı, tamamen çöp oldu.

Yine temizlenmedi.

Bütün makam ve mevkii elinden alındı.

Yine temizlenmedi.

Huzûr-i ilâhîden kovuldu.

Yine temizlenmedi.

Kötülük deposu olan nefsinde bencil bir isyan patlak verdi.

Yine temizlenmedi.

Çünkü bencil bir haset, bencil bir kin ve bencil bir nefret, onu mikroplar gibi iyice sardı, kuşattı. Bu hâl, önceye ait tüm fazîletlerini ve güzelliklerini yok etti.

Yine temizlenmedi.

İçinde, Hakk’a karşı azıcık bir galibiyet ümidi olmamasına rağmen, bencil bir öfke kaynadı ve bencil bir hırs ile mantık üretti;

“‒Bu mücadelede elbette benim kazanmam mümkün değil, ama en azından insanoğluna kaybettirebilirim.” diyerek bencil bir fikre saplandı.

Yine temizlenmedi.

Sadece ve sadece;

Kirlendiği girdapta sırf insandan bencil bir intikam alabilmek için Rabbine son kez yalvardı:

‒Bana kıyâmete kadar mühlet ver!

Murâd-ı ilâhî;

Sayısız âlemler ve varlıklar yaratan ve yaratış sırlarına dair tüm hakikatlerin tek âlimi olan Hazret-i Allah, kendine halîfe kıldığı insanoğlunu daha da şerefli eylemek ve katındaki yüce makamlara ulaştırmak hikmeti çerçevesinde yapılması gereken bütün imtihanların gerçekleşmesi için işbu mühleti şeytana verdi.

Bu noktada;

Hikmetinden ziyade insana yapılacak imtihana ve kendisine verilmiş olan mühlete teksif olan mel‘un, yine temizlenmedi.

Tam tersine;

Bencil bir itham ve suçlamayı tercih ederek yüceler yücesi Allâh’a;

“‒Sen beni azdırdın!” dedi.

Yine temizlenmedi.

Üstelik temizlenmemek adına bencil bir inatçı yapıya büründü.

Hâlâ temizlenmedi.

Hâsılı;

Beşeriyete karşı kötülükler, hileler, tuzaklar ve kandırmacalar bahsinde hiç durmayan ve durulmayan; hiç yorulmayan ve bıkmayan; hiç dinlenmeyen ve uyumayan bir vasıfta bencil bir düşman oldu. Hem de bencil bir saldırgan oldu;

“‒İnsanları ne yapıp edip doğru yoldan saptıracağım!” dedi.

Asla temizlenmedi.

Âkıbet;

Meleklerin koskoca reisiyken, aşağıların aşağısı bir şeytan oldu. Hiç affedilmeyecek ve sonsuz bir azapta helâk edilecek bir iblis oldu. Ebedî hüsran içinde kahrolacak bir mel‘un oldu.

O günden sonra;

Onun da, ona aldananların da; hem dünleri, hem bugünleri hem de yarınları, sadece eyvahlarla doldu. Çünkü onlara sadece azap ve kahr-ı ilâhî yazıldı.

Buna mukabil;

Günaha batmış olsa da; hemen tevbe suyuyla Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havvâ gibi temizlenenlere ise, kurtuluş yazıldı, selâmet yazıldı, rahmet yazıldı ve nihayet cennet yazıldı.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Rabbinin ismini zikrederek tertemiz olan kimse, kesinlikle kurtuluşa erdi.” (el-Âlâ, 14-15)

“Andolsun ki nefsini kötülüklerden arındıran kimse, elbette kurtuluşa erdi. Fakat nefsini kötülüklere gömüp de kirleten kimse ise, (şeytan gibi) ziyâna uğradı.” (eş-Şems, 9-10)

Diyebiliriz ki;

İnsanlık âleminde yaşanan ne varsa hepsi bu ilâhî izahın içinde.

Bu mevzu, ekseriyetle tasavvuf erbâbının bir âdet olarak üzerinde durduğu klâsik bir bahis değildir. Ebediyet yolculuğuna çıktığımız andan itibaren her devrin en mühim meselesidir. Bütün kördüğümler de bu mevzunun içindedir, bütün çözümler de.

Elbette;

Kötü sıfatlarla kirlenmek insanlığın en büyük belâsı. Temizlenmek de en büyük şifâsı. Nefsin handikaplarında; insanın işlediği cürümler, cinayetler, zulümler, katliâmlar daha neler neler, sonsuz felâket. Fakat Kur’ân ve Sünnet ikliminde temizlenen kimselerin sergilediği fazîletler, güzel ahlâklar, îman tezâhürleri, ihlâs ve samimiyet, kardeşlik ve merhamet, diğergâmlık ve fedâkârlıklar da, sonsuz rahmet reçetesi.

Üstad Necip Fazıl ne güzel söylemiş:

Oluklar çift: Birinden nûr akar, birinden kir!..

Hakikaten;

Kendisine aldanmış kitlelerle birlikte şeytan, her devirde insanlığı günah kirlerine bulaştırmak ve onları simsiyah yüzle terazi başında perişan etmek için uğraşıp durmuştur. Dünyanın son viraja girdiği şu âhirzamanda ise kötülükleri ve rezâletleri zerk etmeye daha canhıraş bir şekilde çalışmaktadır.

Bu yüzden;

Bugün dünya, daha bir kirlendi. Îmanlar ve ahlâklar daha fazla kirleniyor. Vicdanlar ve adâletler bile kirlendi. Şefkat ve merhamet de kirleniyor. Kirli ellerin câzip makyajları, maalesef nice mâsum evlâtları bugün pençesine almış durumda, berbat etmek için çırpınıyor.

Çare aynı;

Tevbe ve idrak pınarlarında temizlenmek.

Tedbir aynı;

Kirli olan her şeyden korunmak. Haramlardan bilhassa kaçınmak.

Formül aynı;

Gaflete düşmemek ve her dâim uyanık olmak.

Bunun için net görebilmek gerek:

Her yerde uçuyor bir sürü fikir,
Dışları çok câzip, içleri hep kir!

Oyun ve eğlence üflüyor bir toz,
Nefsin faresine tuş oldu tekir!

Taze güller, toy bülbüller bilmiyor,
Kim Ebû Cehil’dir, kim Ebûbekir!

Kendine gelesin ey Âdemoğlu,
Uyan; tek kurtuluş, tevbe ve zikir!

Şahtı şeytan, kötü zanla kirlendi,
Hiç temizlenmedi, oldu en hakir!

Bak; ibret ortada… Diyor ki Allah:
Temiz gelsin bana zengin ve fakir!

Peygamber’den edep öğren ey Seyrî,
Tertemiz ol, hem zâkir ol, hem şâkir!

Bunun için;

Öncelikle şeytanın yüce bir makamda iken aldandığı kötü hislere kapılmamak şart. Ne Allah ile münasebetlerimizde, ne mü’minlerle aramızdaki muâmelelerimizde ve davranışlarımızda meleklerin reisini lânetlik bir iblis hâline getiren şu duygular, yüreklerde hiç bulunmamalı:

‒Bencil bir yorum,

‒Bencil bir sû-i zan,

‒Bencil bir karizma kaygısı,

‒Bencil bir alınganlık,

‒Bencil bir edepsizlik,

‒Bencil bir saygısızlık,

‒Bencil bir kıyas,

‒Bencil bir bilgiçlik,

‒Bencil bir büyüklenme,

‒Bencil bir isyan,

‒Bencil bir haset,

‒Bencil bir kin,

‒Bencil bir nefret,

‒Bencil bir öfke,

‒Bencil bir hırs,

‒Bencil bir fikir,

‒Bencil bir intikam,

‒Bencil bir itham ve suçlayış,

‒Bencil bir inat,

‒Bencil bir düşmanlık,

‒Bencil bir saldırganlık…

Bu özellikler;

İnsanın içini-dışını kirleten ve bazen temizlenmeyi zorlaştıran, bazen de imkânsız yapan kötü huylar. Müşkil şu ki, bunların hiçbiri;

İnsanoğlunun önüne kirli ve bakımsız bir kılıkta gelmez. Hepsi de en güzel mantık ve izah elbiselerini giyerek gelir. Eğer bir kimse basîret ile bakmazsa, ister istemez onlara kendini kaptırır ve; «‒İşte aradığım en güzel libaslar! Beni ben yapacak duruş bunlar!» demeye başlar. Temizlenmekten vazgeçer. Tezkiyeyi gereksiz görür. Hattâ yanlış bulur.

Bu bapta neler yaşanmadı ki!

Meselâ Firavun…

Hazret-i Musa’nın leyyin lisânı karşısında biraz yumuşamıştı bir ara; tam îmân etti edecekti, fakat veziri Hâmân, hemen müdahale ederek vazgeçirdi. Onun nefsini tanrılık övgüleriyle kabarttı. Gözlerini kör edecek kadar tatlı cümlelerle onun içine büyüklenme duygusunu tekrar tekrar ekti. Nefsini ilâhlık iddiasına kapılmış bir sarhoşa çevirdi. Ahmak Firavun da; bu zehirli övgülere ve telkinlere dayanamadı, kendisini nefsine kaptırdı. Zaten kapalı olan gönül gözü bir daha hiç açılmadı. Tam duyacakken gönül kulağı tekrar sağırlaştı. Gaflet ve arsızlık hastalığı iyice ağırlaştı. Böylece yüce bir îmandan vazgeçti. Hızını alamadı, din düşmanı kesildi. Sonra da Hazret-i Musa’yla ve ona îmân edenlerle gece-gündüz uğraştı. Her türlü zulmü irtikâb etti. Sonunda kahr-ı ilâhîye uğradı ve Kızıldeniz’in girdaplarında boğuldu gitti. Ne saltanat kaldı, ne dünya, ne de âhirete dair küçücük bir ümit! Bu fânîden sadece azap karnesi alarak ilâ-cehenneme zümerâ, oldu.

Yaşarken görememişti, fakat boğulunca baktı ki, meğer nefsi yüzünden kendi kendine karşı ne büyük bir cinayet işlemiş!

Kārûn ise, îmân ehliydi. Samimî bir mü’mindi. Hem de öylesine mesafe almıştı ki; Hazret-i
Musa’dan sonra Tevrât’ı en iyi okuyan kimse o idi. Fakat nefsi mal hırsına kapıldı. Gerekçesi de çok mâsumdu, yani daha çok infâk ederek fazîletler sergilemekti. Lâkin isteğinin bütün kaynağı, nefsinde kasırga gibi esen mal ve zenginlik hırsıydı. Bu yüzden görüntüdeki iddiası; Allah yolunda cömertlik gibi itiraz edilemeyecek bir vasıfta iken, içteki ortaya koyduğu durumu ve bunun ispatı onu Allâh’a bile düşman edecek bir hırstan başka bir şey olmadı. Bir zamanlar can dostu olduğu Hazret-i Musa’ya, can düşmanı kesildi. Sonunda o da ilâhî kahrın tokadını yedi ve bütün servetiyle birlikte yerin dibine geçti.

Bu da nefsin cinayeti. Hem bu dünyayı mahvediyor, hem de sonsuz hayatı ebedî bir azap ve hüsrana uğratıyor.

Belki;

Ebû Cehil de, îmân etti edecekti. Çünkü hakikati ayan-beyan görüyor gibiydi. Nitekim zaman zaman gizlice gidiyor Kur’ân dinliyordu. Ama nefsindeki şeytânî gurur, bunu onaylamadı. Daha da şiddetli bir düşman hâline dönüştürdü. O da sille-i Kahhâr’a dûçâr oldu ve Bedir’de bir avuç müslümanın karşısında hezîmete uğradı. Kellesini cılız bir şahsiyet olan Abdullah İbn-i Mes‘ud kopardı. O mağrur adam, hem bu duruma hem İslâm’ın galebesine iki kat kahroldu ve geberdi gitti.

Temizlenenler ise daima kurtuldular.

Meselâ Hazret-i Ömer…

Câhiliyye günlerinde Peygamberimiz’e düşmandı. Öyle ki bir gün kılıcını kaptığı gibi O’nu öldürmek niyetiyle yola koyuldu. Sonra duydu ki kız kardeşi de müslüman olmuş. Önce onun cezasını vermek için kız kardeşine uğradı. Eniştesi ve kız kardeşi Kur’ân okuyorlardı. İkisini de tartakladı. Fakat gözüne ilişen Tâhâ Sûresi’ni okumaya başlayınca, o anda gönlü de gözü de temizlenmeye ve görmeye başladı. Hidâyete mazhar oldu. Hemen tekrar yola koyuldu.

Az evvel canını almak üzere yola çıktığı Hazret-i Peygamber’e bu defa;

«‒Canım Sana kurban olsun!» demeye gidiyordu.

Artık hidâyetle tertemiz olmuştu. Nûr-i Peygamber’i görmüştü.

«Temizlenen kurtuldu.» sırrına ermişti.

İşte;

Âyetin kurtuluş müjdelediği temizlik, bu idi.

Her hususta temizlik.

Bilhassa;

İnanç ve amel itibarıyla bir temizlikti bu.

Çünkü İslâm’da inancın da ibâdetin de şartı, temizlik.

İnanç önce temizlik ile başlıyor. «Lâ ilâhe» ifadesiyle; gönüldeki ve akıldaki bütün putları, şirkleri, takıntıları, saplantıları ve tüm bâtıl inançları temizliyor.

Bu temizliğin adı:

Tevhid.

Onun da tezâhürü amel-i sâlihler. Böyle bir temizliğin şartı ise, istikamet. Kezâ;

Dili temizlemenin yolu, tilâvet ve şükür. Kalbi temizlemenin formülü, zikrullah. Aklı temizlemenin ilâcı, ilim ve hikmet. Hepsi de ihlâs ve takvâ ile.

Malûm;

Beden temizliği su iledir. Hem bedenin hem rûhun temizliği ise, abdest iledir. Hayatı temizlemenin yegâne sırrı da, namazdır. Çünkü namazın farzları temizlik ile başlar. Hadesten ve necâsetten temizlik.

Bu temizlik;

Gönül hânesini mâmûr ederek yârin teşrifine talip olmaktır.

Bugün bu minval temizliklere çok ihtiyaç var.

Çünkü;

İnançlar çok kirletildi. Îmanların içine çamur dolduruldu. Kimisine zift bulaştı. Kimisine zulüm karıştı. Çok kirli şeyler akıtıldı îmanlara.

Hepsi temizlenmeli.

Temizleyebilen kurtuldu.

Kezâ;

Amel-i sâlihler kirletildi. Fesâda uğradı, bozuldu. Davranış edebi, kirli arsızlıklar üzerine binâ edilir oldu.

Mutlaka temizlenmeli.

Temizlenen kurtuldu.

Kezâ;

Yaşayışlar kirletildi. Gaflet ve nefsâniyet, heves ve havâtır kuşattı hayatları. Olmayacak şeyler merkez alındı. Tembellik, gösteriş, lüks, israf ve benzeri mezmûm hâller, sanki temel haklarmış gibi şırınga edildi. Gayret, ihlâs, tevâzu ve liyâkat âdeta enayilik görülmeye başlandı. Kirliyi temiz, temizi de kirli gösteren şeytan gözlükleri takıldığı için çok kirlendi hayatlar.

Ne yapıp edip ölmeden önce pırıl pırıl olmalı, temizlenmeli.

Temizlenen kurtuldu.

Kezâ;

Muhabbetler kirletildi. Kardeşlikler kirli muhabbetler yüzünden düşmanlığa dönüştü. İslâm ülkelerinde birlik parçalandı, diyarlar târumâr oldu. Beşikler feryat içinde. Dolayısıyla yürekler gerçek muhabbetle yeniden güçlenmeli ve kanlı zulümlerin bütün kirleri temizlenmeli.

Mutlaka temizlenmeli.

Temizlenen kurtuldu.

Kezâ;

Aileler, yuvalar, ana-babalar ve evlâtlar çamura batırıldı.

Bir an önce temizlenmeli.

Temizlenen kurtuldu.

Omuz defterleri kirlendi. Karalaya karalaya kirlettiler. Güzellikler karalandı, defter kapkara oldu. Fazîletler karalandı, defter zift kesildi.

Temizlenmeli.

Temizlenen kurtuldu.

Bu temizlik;

•Tevbe ve istikamet deryâsıdır.

Bu gerçek temizlik;

•İnsanlara değil, ancak Allâh’a dökülen samimî ve dâimî gözyaşlarının rahmet ırmağıdır.

Bu hakikî temizlik;

•Geceleri; ibâdet, zikir, namaz ve Kur’ân ile gündüz gibi yapmaktan geçer.

Bu;

•Her nefes Allah yolunda mücâhede, gayret ve aşk ile hiç bıkmadan koşturmakla mümkündür.

Bu temizlik;

•Sabrın ve sebâtın tezâhürüdür. Sabırsızlıktan dolayı gevşeyip vazgeçişin bataklığına yuvarlanmanın tuzağını bu temizlik bertaraf eder.

Hâsılı bu temizlik;

Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini ve rızâsını kazandırır. Kur’ân-ı Kerim’de buyurulur:

“Hiç şüphesiz ki Allah; çokça tövbe edenleri sever, çokça temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)

“İşte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfâtıdır.” (Tâ-Hâ, 76)

Bu minval tertemiz olanların adı:

•Sâlihler,

•Sıddîklar,

•Şehidler,

•Ârifler,

•Ehl-i Kur’ân olanlar…

Onlara gıpta ederken şu tefekkürü de elden hiç bırakmamalı:

Eğer emredilen temizlenme, ölmeden önce yapılmazsa; o takdirde bu iş âhirete kalır ki, netice eyvah üstüne eyvah olur!

Çünkü;

Orada temizlik, sadece ateşle yapılıyor. Sadece alevler ile temizlik yaptırıyor Hazret-i Allah. Bir bakıma;

«–Madem sen dünyada tevbe suyuyla temizlenmedin, şimdi mecbur haydi bakalım, pişmanlık ve azap ateşleriyle temizlen! Hem de sonsuza dek…» diyerek ceza veriyor ve âdeta istihzâ ediyor.

Çünkü;

İnsanı kömür eden bir temizlik bu.

O hâlde ölmeden idrâk etmeli:

Burada iki gün sürecek ve bitecek olan bir temizlik, âhirette ebedî devam edecek ve hiç bitmeyecek. Burada hayat kaynağı olan su ile, îmân ile ve amel-i sâlihlerle temizlik varken; orada pişmanlık ateşiyle, azap volkanlarıyla ve gazap alevleriyle temizlenmek var.

Hangisi güzel?

Hangisi mantıklı?

Hangisi doğru?

Hangisini tercih etmeli?

Hangisi gerçek rahatlık ve ferahlık?

Hangisi acı bir aldanış ve faydasız bir nedâmet, hangisi huzur ve rahmet?

Ne mutlu;

Bu gelgeç hayatta îman, ibâdet, muâmelât itibarıyla tertemiz yaşayanlara!

Ne mutlu; bu kirli dünyadan tertemiz bir şekilde yüz akıyla Hakk’a vâsıl olarak ebedî huzur ve rahmete mazhar olanlara!

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn!..