KOMŞU

Sami GÖKSÜN

“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa komşusuna eziyet etmesin.” (Müslim, İlim, 75)

“…Komşusunun kendisinden bir kötülük gelmeyeceğine emin olmadığı kimse cennete giremez.” (Ahmed, III, 199)

Değerli okuyucularımız, şu nebevî îkazların dehşetine bakınız!.. Komşuya eziyet etmemek, îmânın bir gereği ve neticesi olarak takdim edilmekte.

Yüce Rabbimiz de Nisâ Sûresi’nin 36. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda (sokakta) kalmışa ve ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin…”

İşte bu âyette gördüğümüz gibi, Allâh’a kul olmanın gereği, hem ibâdet hem de böyle güzel bir ahlâka sahip olmaktır.

Komşuya eziyet etmemek ve ona ikramda bulunmak nasıl olur? Rasûlullah Efendimiz bizzat öğretiyor:

Peygamberimiz, arkadaşlarından Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a;

“Bir çorba pişirdiğin zaman, suyunu çok kat ve sonra ondan komşuna da yedir.” (Müslim, Birr, 143) buyurmuştur.

Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz bir gün;

“–Kim söyleyeceğim şu tavsiyeleri alır ve onlara göre davranır yahut davranacak kimseye bunu öğretir?” diye sordu.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-;

“–Ey Allâh’ın Peygamberi; «Ben!»” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz, Ebû Hüreyre’nin ellerini tuttu ve beş tavsiyede bulundu. Biri şu idi:

“Komşuna iyilik et, iyi davran ki; mü’min olasın.” (Tirmizî, Zühd, 2)

Görüldüğü gibi bu hadîs-i şerifte komşuluk haklarına riâyet doğrudan îmân ile irtibatlandırılmıştır.

Dînimizde komşuluk haklarına dikkat etmenin, önemli bir prensip olduğu bir hakikattir. Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında müşriklerin eziyet ve işkencelerinden kaçıp Habeşistan’a hicret eden müslümanların reisi Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh-; Necâşî’nin karşısında, câhiliyye ile İslâm arasındaki farkları anlatırken; akrabalık bağlarını koparıp komşuluk haklarına riâyet etmemeyi câhiliyye döneminin, akrabalık ve komşuluk haklarına riâyet etmeyi de İslâm’ın bâriz özelliklerinden biri olarak saymaktadır.

Muâviye bin Hayda -radıyallâhu anh-’ın;

“–Ey Allâh’ın Elçisi! Komşumun benim üzerindeki hakları nelerdir?” şeklindeki sorusuna, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in verdiği şu cevap, komşuluk vazifelerimizi özetlemektedir:

“•Hastalanırsa, ziyaretine gidersin.

•Vefât ederse, cenâzesine katılırsın.

•Ödünç bir şey isterse, verirsin.

•Bir şeye muhtaç olursa, ihtiyacına yardımcı olursun.

•Bir nimete kavuşursa, bir hayra ulaşırsa; tebrik eder sevincini paylaşırsın,

•Başına bir felâket gelirse, tesellî edersin,

•Evinin duvarını, çatısını onunkinden yüksek yapmazsın; böylece onun rüzgârını, manzarasını kesmezsin.

•Tencerenin, ocağın dumanı ile ona eziyet etmezsin veya hiç olmazsa o pişirdiğinden ona da bir miktar verirsin.” (Heysemî, VIII, 165)

Bütün bu gerçeklerden anlıyoruz ki, komşuya kötülük etmemek ve onlarla iyi geçinmek, dolayısıyla hayatı yaşanır ve huzurlu hâle getirmek durumundayız. Sevgili Peygamberimiz de bu gerçeğe işaret ederek; akrabalık bağlarının güçlü, güzel ahlâkın yaygın ve komşuluk münasebetlerinin güçlü olmasını; memleketlerin huzurlu ve ömürlerinin uzun olmasının sebeplerinden sayarken, akrabalık bağlarının kopmasını ve komşuluk düzeninin bozulmasını, kıyâmetin alâmetlerinden biri olarak haber vermiştir.

Çünkü insanlar arası münasebetler iyi ise; o cemiyetin tesânüdü, medeniyet ve gelişmesi de iyi ve sağlıklıdır; o toplulukta huzur ve emniyet vardır. Ancak üzülerek belirtelim ki; zamanımızın getirdiği modernite, bu güzelliklerin birçoğunu yok etti.

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Îmân ve Rüyâ, 6) anlayışı ve;

“Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” denilen yardımlaşma duygusu çok zayıfladı.

“Komşuda pişer, bize de düşer.” sözü âdeta unutuldu. Komşuluk hukukunun yaşatıldığı zamanlarda, insanlar; huzurlu ve mutluydular, yardımlaşma hasbî olarak yapılırdı, cenâzesi olan ev üç gün yemek pişirmezdi; komşular gelir ve cenâzenin asıl sahipliğini yapar, yıkar, yedirir, kaldırır, tâziyesine yardımcı olur ve böylece cenâze sahibinin acısını hafifletirlerdi. Bunun gibi nice ihtiyaç duyulan konu, elbirliği içinde paylaşılıp hâlledilirdi.

Asıl olan güzel komşuluk ve muhabbet ise, yine de ümitsiz olmamak lâzım. Hiçbir engel bizi komşularımızla muhabbetten alıkoymamalıdır. Kur’ân ve Sünnet üzere bir hayatı; samimî bir şekilde, muhabbetle yaşarsak, bu tablolar tekrar gerçekleşir.

İnsanın, elinden geldiğince, arkadaşlarını sâlih, hayırlı ve müttakî bir çevreden seçmesi gerektiği gibi; komşularını da güzel ve faydalı insanlardan belirlemeye gayret etmesi lâzımdır.

Nitekim Peygamber Efendimiz de bu mevzudaki hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Devamlı oturacağınız yerde kötü komşu sahibi olmaktan Allâh’a sığının. Çünkü insanların geçici olarak oturduğu yerdeki komşu bir müddet sonra değişir, fakat devamlı oturduğunuz yerdeki komşu öyle değil.” (Ahmed, II, 336)

“Evden önce komşu bulun, yola çıkmadan önce de yol arkadaşınızı bulun.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, IV, 268)

Ecdâdımız da insanın bir yere yerleşeceği ve bir mesken tutacağı zaman komşu seçmenin önemine dikkat çekerek;

“Ev alma komşu al.”

“Yoldan önce arkadaşı, evden önce komşuyu seç.”

“Ev yapacaksan komşuyu seçmeden temelini atma.”

“Komşun iyi, yerin kötü, dur bekle! Yerin iyi, komşun kötü, bırak git!” diyerek, kötü komşunun ne kadar ağır bir yük olduğunu ifade etmişlerdir. Fakat unutulmamalıdır ki, kötülüğe karşı iyilik, en katı kalpleri bile yumuşatır.

Yüce Mevlâ’mız bizlere hayırlı komşular nasîb eylesin. Bizleri de hayırlı komşular kılsın. Âmîn…