«BİZE NE OLDU?»

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

Yıllar öncesinden merhume Şule Yüksel ŞENLER Hanımefendi’nin bir dönemin mânevî sıkıntılarını anlatan eserinin ismi; «Bize Ne Oldu?» Kısa bir süre önce katıldığım seminerde de, konuşmacının her iki cümlesinden biri bu soru idi. Sürekli bu soruyu yöneltiyordu dinleyenlere.

Son nefes endişesi olmadan hayatını devam ettiren bir toplum hâline nasıl geldik? Neden dertlenmemiz gereken bir son nefes endişemiz yok? Son nefeste îmanlı gideceğimizin garantisi var mı? Son nefeste îmanlı gitmemiz için yapmamız gerekenleri neden yapmıyoruz? Hazret-i Hacer’in Hazret-i İsmail’e su bulmak için Safâ Tepesi ile Merve Tepesi arasında koştuğu gibi, sahnede bu soru ile bir sağa bir sola koşarak dinleyenlere aynı soruyu soruyordu:

Bize Ne Oldu?

Bir soruya cevap bulabilmek bazen hayatın akışının değiştiği yerdir. Peygamber Efendimiz de ashabda olmamasını arzu ettiği bir durum ile karşılaştığı zaman, şu soruyu çevresine yöneltirmiş:

“Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum?” Muhatabına yaptığı hatayı söylemez, hatayı kendi nefsine atfedermiş. Yani;

“Siz benimle berabersiniz. Ben bu hatayı yapıyor olmalıyım ki, siz de aynı hatayı yapıyorsunuz.” Öyle ise bize ne oldu ki biz hepimiz aynı hatayı yapıyoruz? Son nefese hazır bir hayat yaşayamıyoruz?

Bir gün ne vücûd mülkü, ne dâr, ne diyâr kalır,
Kalırsa gönüllerde ol sohbet-i yâr kalır!.. (Seyrî)

«Bize ne oldu?» sorusuna verilebilecek en mütevâzı cevap sanırım;

“İslâmî ölçülerimizi kaybettik.” olur. Günümüz dünyasının ana felsefesi mutlu olmak, hem de çabucak mutlu olmak üzerine şekillenmeye başladı. Hayatı sürdürmek için gerekli olan ihtiyaçlar, bizi köle eden unsurlar oldu. Para, makam, mevkî, güç biriktirmek için yaşar olduk. İhtiyaçlarımızı karşılamak için gerekli olandan çok çalışıyor, ihtiyacımızdan fazlasını harcıyoruz. Girdiğimiz bu kısır döngüde mutsuzuz. Rüzgâr nereye savurursa oradayız.

İhlâs ve takvâ ile bezenmiş kulluk hayatı için gerekli olan ölçülerimiz yıpranmış durumda. Erdem olarak tanımladığımız ne varsa hayatın dışına itilmiş artık. Âlemlere rahmet olarak gönderilen rehberimiz, varlık nûru Peygamber Efendimiz’in örnek ve emsalsiz hayatı bizim hayatımızda yer almıyor:

“(Rasûlüm!) Onlar îmân etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın.” (eş-Şuarâ, 3) âyet-i kerîmesinde îkaz-ı ilâhîye muhatap olduğu, hidâyetin bütün gönüllere ulaşması için sarf ettiği gayret, siyer kitaplarının kapalı sayfalarında kaldı. Hak dostlarının erdem olarak nitelediği özellikler, bugün hor görülmenin sembolü oldu. Rabbimiz’in İslâm ile bize bildirmek istediği hikmet; kâmil insan olmaktır. Kâmil insan olmaktan uzak düştük. Bize ne oldu?

“Emin ruh ile indirilen Kur’ân-ı Kerim; bir hidâyet, bir yol gösterici, bir irşâd eden ve müjdeleyendir. Kalplerin sekîne bulduğudur.” (en-Neml, 1) Peygamber Efendimiz’in kalbine indirilen Kur’ân-ı Kerim, bizim İslâmî hayat ölçümüzdür. Yani; gerçekleri açıklayan, açık seçik anlatan, bizi irşâd edendir. Mü’minlere doğru yolu gösterendir. Hâl böyle iken, ölüm ve hayat muammâsını çözeceğimiz Kur’ân-ı Kerîm’i gereği gibi okumuyoruz. Oysa yegâne yol göstericimiz Kur’ân-ı Kerim. O’nu okumaya vaktimiz yok. Okumadığımız için hayatımız O’nun bize gösterdiği istikametten uzaklarda. Kalplerimiz sükûn bulmuyor. Öyle ise; «Bize ne oldu?» sorusunun, diğer bir cevabı da;

“Kur’ân-ı Kerîm’i hayatımızda uygulamak için okumuyoruz.”

Kendi hâlimi söylerem, gayrı hikâyet etmezem…

diyen Eşrefoğlu Rûmî gibi kendi hâl-i pür melâlimizi söylüyoruz. Son nefeste, Azrâil -aleyhisselâm-’a; “Hoş geldin!” diyememekten tedirgin, acı ile sarsılıyoruz. Vicdan sahibi insanlar başkasının derdi ile dertlenebilir. Vicdan sahibi insanlar, ulvî dertlerini temiz fıtratlara ulaştırabilmek için koşturur. Vicdanımız, gerçeğe ulaşmak için bir çağrıdır bize. «Ulaşabilir miyiz?» Ulaşamıyorsak; «Bize ne oldu?»

Lewis Mumford’un yarım asır önce tespit ettiği üzere;

“Geçmişin yedi temel günahı, bugünün yedi temel erdemidir.” der.

“Kibir artık benlik saygısı ve [bireysellik] adını almıştır. Tamahkârlık materyalizm olarak yeniden tanımlanmış, öfke rekabetçilik olarak yüceltilmiştir. Şehvet artık «cinsellik ve cinsî çekicilik»tir, haset «inisiyatif alabilme» hâlidir. Tembellik «eğlence», oburluk «iyi hayat» olmuştur. Kanaat ve fedâkârlık gibi erdemler dönüşüm sürecinde ânî tatmine fedâ edilmiştir. Neyi istiyorsan onu hemen al!”

İnsan hayatı, tekâmül sürecinde ânî ve hızlı gelişen olaylar ile çöküşü yaşar. Oysaki Peygamber Efendimiz’in Hirâ Mağarası’nda kalbine inmeye başlayan Kur’ân-ı Kerîm’in nüzül süreci 23 yılda tamamlanır. Öyle ise hayatımızda, ağır ağır ve anlayarak bir okuma yapmamız gerekiyor. Bu okumanın da başucu kitabı elbette ki Kur’ân-ı
Azîmüşşân olmalı. O, âlemlere rahmet olarak gönderilen Varlık Nûru’nun hayatının ta kendisi. Biz hayatımızın temel rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm’i anlayarak okumuyoruz. Peygamber Efendimiz’in hayatına benzemiyor hayatımız. Bu hâlimiz ile;

“Biz İslâmî ölçülere göre olan hayatın neresindeyiz?” Sahi; “Neresindeyiz?”