ZAHMETLE DEĞİŞİR RAHMETİN RENGİ!

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

İkindi namazı sonrasıydı. Masasında kitap okuyan Halil İbrahim Hocanın açık olan oda kapısı çaldı. Başını kaldırarak;

“–Buyurun!” diye seslendi.

İçeriye Mehmet Hoca ve öğrencisi Ömer girdi. Ömer; âdeta Mehmet Hocanın arkasına saklanmış, görünmemek için elinden geleni yapıyordu. Masanın yanına yaklaştıklarında Mehmet Hoca;

“–Hocam! Ömer, hâfızlığı bırakmak istiyormuş. Ben birkaç kez konuştum ancak iknâ edemedim. Bir de siz görüşün, diyerek Ömer’i size getirdim.” dedi.

Halil İbrahim Hoca;

“–Tamam hocam…” diyerek Mehmet Hocaya müsaade etti.

Halil İbrahim Hoca, bir Kur’ân kursunun müdürüydü. Çocukluğu zorluklarla mücadele içerisinde geçmiş, kolay pes etmeyen, imkânları zorlayan, Hakk’ın rızâsı için gayret eden, samimî biriydi. Daha önce de hâfızlığı bırakmak isteyen birçok öğrenciyi bu fikrinden vazgeçirmişti. Diğer hocalar bunu nasıl yaptığını bir türlü anlayamamışlardı. Kendilerinin iknâ edemediği öğrencileri, onun nasıl iknâ ettiğini hayretle karşılarlar, ona gıpta ederlerdi.

Halil İbrahim Hoca, Ömer’i biraz süzdükten sonra;

“–Ömer! Niçin hâfızlığı bırakacaksın? Sebebini bana da söyleyebilir misin?” diye sordu.

Ömer, hem yetim hem öksüz bir öğrenciydi. Annesiyle babası; o, henüz kundaktayken bir trafik kazasında vefat etmişlerdi. Onu büyüten, bu günlere getiren dedesiydi.

Ömer’in başı önüne eğilmişti. Biraz yutkundu. Sonra da başını kaldırmadan titreyen sesiyle şöyle cevap verdi:

“–Hocam, âyetleri çok zor ezberliyorum. Arkadaşlarım benden önce ve çok rahat ezberliyorlar. Onların bu hâlini gördükçe, ezberde zorlandıkça hâfız olamayacağımı düşünmeye başladım. Sizin de haberiniz vardır, zaman zaman da ezberlerimi veremiyorum.”

“–Peki, deden seni bize emânet edip giderken senden ne istediğini hatırlıyor musun?”

“–Evet hocam, hatırlıyorum. Zaten benden tek bir şey istemişti. O da hâfız olmamdı.”

“–Bırakma kararını verirken bunu da aklına getirdin mi?”

“–Tabiî ki. Aklımdan hiç çıkmadı. Ancak hakikaten zorlanıyorum hocam.”

Halil İbrahim Hoca; Ömer’e;

“–Yeterince çalıştığını düşünüyor musun?” diye sordu.

Ömer, biraz şaşırdı, sonra da;

“–Elbette hocam. Çok çalışsam bile bu kadar yapabiliyorum. O yüzden bırakma kararını aldım. Hem bu kararı birkaç günde vermedim. Bir süredir düşünüyordum. Bu gün ezberimi veremeyince kararımı hocama da söyledim. O da benimle konuştu. Kararım değişmeyince alıp beni size getirdi.”

Halil İbrahim Hoca bir süre sustu. Gözlerini bir noktaya dikti. Geçmişe yolculuk yaptığı belliydi. Yıllar öncesine gitti. Gözleri dolmuştu. Bir süre sonra tane tane konuşmaya başladı:

“–Küçücük bir köyde büyüdüm. Sekiz kardeştik. İlkokulu bitirdiğim yıldı. Maddî imkânımız çok azdı. Bu yüzden babam beni Kur’ân kursuna veya İmam Hatip Okulu’na gönderemedi. İki ablamla beraber şehirdeki abimin yanına gittik. Onun evinde kalacak, işçi olarak elma bahçelerinde çalışacaktık.

Yaşımız küçüktü. Yine de eve maddî olarak destek sağlamamız gerekiyordu. Birkaç ay elma bahçelerinde sabah karanlığından akşam karanlığına kadar çalıştık. Havalar soğuk olmasına rağmen her gün işe gittik. Elma sezonu bitince de köye geri döndük. O yılı köyde tarlalarımızda çalışarak geçirdik.

Sonraki yıl yine aynı aylarda elma bahçelerine işçi olarak gittik. Yine bir süre çalıştık. Bir gün elma kovalarını, sandıkların yanına götürürken bahçenin sahibi beni yanına çağırdı ve şöyle bir soru sordu:

«–Seni hâfız yapalım mı?»

Hâfızlığın ne olduğunu, nasıl hâfız olunabileceğini hiç bilmiyordum. Ancak, herhangi bir kursta yahut da okulda okumanın kapısını aralayabileceğini hissetmiştim. Düşünmeden hemen;

«–Evet!» cevabını verdim.

Ailemle görüşüp kararı kendisine bildirmemi istedi.

Köye dönüp annem ve babamla konuştum. Önce isteksizdiler. Köy imamının devreye girmesiyle Kur’ân kursuna gitmeme izin verdiler.

Kararımızın müsbet olduğunu haber alan bahçe sahibi, Kur’ân kursu müdürüyle görüşmüş. Bir öğrenci göndereceğini ve öğrencinin kurs ücretini ise kendisinin ödeyeceğini belirtmiş.

Babamla beraber kursa gittik. Kaydımı yaptılar. Babam, eşyalarımla birlikte beni bırakıp köye geri döndü.

Kursa geç başladığım için diğer arkadaşlarımdan geride kalmıştım. Gayretimle kısa sürede onlara yetiştim. Ne olacağımı soranlara hep;

«–Hâfız olacağım.» cevabını veriyordum.

İlk yılın sonunda hâfızlığa başladım. İlk başlarda gayet iyiydim. Sonradan çok zorlanmaya başladım. Ne kadar uğraşsam da bir türlü arkadaşlarıma yetişemiyordum. Ben daha sayfanın yarısını ezberlemeden onlar çoktan sayfayı bitirmiş oluyorlardı.

Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bu, bana verilen ilk ve belki de son fırsattı. Bu fırsat, bir daha elime geçmeyebilirdi. Bana bir kapı açılmıştı. Arkamı dönüp gidemezdim. Bırakıp gidersem ezberlediğim sayfaları da unutacaktım. Günlerce bu probleme çözüm aradım.

Bir gün yine düşünmeye başlamıştım. Birden Rabbim’den gönlüme bir ilham geldi. Hemen kurs belletmenimizin yanına gittim. Yaşadığım sıkıntıyı anlattım. Bana yardım edip edemeyeceğini sordum. O da yardım edebileceğini söyledi.

Artık her gece belletmenimiz, saat 01:00 civarında beni uykumdan uyandırıyor ben de bir buçuk iki saat kadar çalışıp tekrar yatıyordum. Ezberlerim daha iyi olmaya başlamıştı. Belki ezberimi arkadaşlarım kadar hızlı yapamasam da daha fazla vakit ayırarak aramızdaki mesafeyi kapatıyordum. Bu aylarca böyle devam etti.

Zaman geçti, hâfızlığımı tamamladım. İmtihandan da başarılı olup belgemi aldım. Bana sunulan fırsatı yine Rabbimin izniyle iyi bir şekilde değerlendirdim. Şükürler olsun. Belletmenimizin yardımını da unutmamak gerekir. Allah, ondan râzı olsun.

Yıllar önceki Hakk’ın yardımı ve birazcık gayret, bu fakiri buralara kadar getirdi. Bizim vazifemiz; sizin gibi bu ülkeye, bu vatana, Allâh’ın dînine hizmet edecek îmanlı gençleri yetiştirmektir. Bunun için hem siz gayret göstereceksiniz hem de biz…

Bazen problemlerin içinde çözümler de saklıdır. İyi düşünmeli, çözümde ısrarcı olmalı ve Allah’tan yardım istenmelidir. Azimli ve sabırlı olmayı, fedâkârlık yapmayı ve duâyı da unutmamak gerekir. Sabır ve gayret ne kadar fazlaysa, rahmet de o kadar fazla olur.

Bu hayat, îmânla küfrün bir cengi,
Her kapıyı açan anahtar; sevgi,
Zahmetle değişir rahmetin rengi;
Gayret et, nasibin Yemen’den gelir. (A. Ağır)

Eline geçen bu fırsat bir daha geçmeyebilir. İyice düşünmeni ve kararını ona göre vermeni tavsiye ederim.”

Ömer’in zihninde depremler olmuştu. Günlerdir neler neler düşünmüştü. Üzüntüden ne yapabileceğini bilememişti. Sanki derin bir kuyunun içine düşmüştü. Fakat şimdi üzerindeki o hüzün kalkmış, hafiflemişti.

Âyetleri zor ezberleyen birinin, karşısında Kur’ân kursu müdürü olarak oturuyor olması kendisini hem şaşırtmış hem de sevindirmişti. Demek ki gayret ederek ve sabırla bu sıkıntıyı atlatabilir, hâfızlığını tamamlayabilirdi.

“–Hocam, düşünmeme gerek kalmadı. Ben kararımı verdim. Elime geçen fırsatı değerlendirip hâfızlığımı tamamlayacağım. Ve bir gün geldiğinde insanlara faydalı olmak için ne gerekiyorsa yapacağım. Size teşekkür ederim. Müsaadenizle sınıfıma geçip dersimin başına oturmak istiyorum.” dedi.

Ömer kapıdan çıkarken Halil İbrahim Hoca bir yandan tebessüm ediyor bir yandan da Allâh’a hamd ediyordu.