ATLAR KOŞAR AMA NİYE KOŞTUĞUNU BİLMEZ!

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Muharrem Bey, İstanbul’un en seçkin veya başka bir tabirle en zengin semtinde oturan bir işadamıydı. Hani eskilerin dediği gibi; «yatı, katı ve adalarda yalısı» olan birisiydi. Eşi ve iki çocuğu ile birlikte yaşıyordu. Gelgelelim ne çocuklar doğru düzgün babalarını görebiliyor ne de karı-koca aynı anda birlikte olabiliyorlardı. Zira ikisinin de işi başından aşkındı. Peki, çocuklar derseniz… Onlar da en tecrübeli, en eğitimli yabancı dadılarla büyüdükleri için soğuk, katı ve batı tarzında bir mânevî hava içinde yetişmişlerdi. Doğrusu mânevî bir hava içinde büyüdükleri söylenemezdi. Aile yazın Kınalıada’da bulunan yazlığa taşınır. Sonbahara kadar orada kalırlardı. Gelgelelim Muharrem Bey saysanız yıl içinde topu topu altı ay ülke içinde kaldığı için, ne yazın ne kışın tadını çıkarabiliyordu. Fakat bütün bu hengâme içerisinde hayatın tadını çıkaran birisi vardı ki onun da keyfine diyecek yoktu. Hem adanın tadını çıkarıyor, hem de lüks semtin tadını çıkarıyordu. Kim mi? Muharrem Beyin otuz yıldır yanında çalışan kâhyası olan Ali İhsan Efendi. Daha doğrusu ailenin sağ kolu, ailenin her şeyiydi Ali İhsan Efendi. İşte bu satırların yazarı olan bendeniz de geçtiğimiz yaz Ali İhsan Efendi ile Kınalıada’da böyle kısa bir sohbet etme imkânı buldum. Onunla yaptığımız ayaküstü sohbette bana şu önemli cümleleri söyledi:

“Sevgili kardeşim! Yıllardır burada çalışıyorum. Bütün ailenin girdisini, çıktısını, alışverişlerini, çocukların okulunu ve her ihtiyaçları neyse onları tespit eder, karşılarım. Muharrem Bey ve hanımı çok meşguller. Kendileri bana babalarından yâdigâr olduğu için artık aile gibiyiz. Bu aile içinde 30 yılım geçti. Benim bir alışveriş kartım vardır, ben o karttan alışverişimi yaparım. Elbette; para sıkıntım yok, bütün ihtiyaçlarım karşılanıyor, onun için fazla para harcamam. Biriken tasarruflarımla bir ev aldık, çocuklarımız okudu ve onlar da şu an çalışıyorlar.

Fakat sevgili kardeşim! Hem benim çocuklarım hem de Muharrem Bey ve onun çocukları YARIŞ ATI gibiler. Bir türlü buna mâni olamıyorum. Hani YARIŞ ATI KOŞAR AMA NİYE KOŞTUĞUNU BİLMEZ. Atın sürücüsü jokeyi koşturur, ha bire daha hızlı koşmasını ister. İşte günümüz insanları da tıpkı yarış atı gibi. Daha hızlı hep daha hızlı koşması isteniyor. Günümüz insanları ne yediğinden ne giydiğinden ne de yaşadığından haberdarlar. Düşünsenize bu Kınalıada’da Muharrem Bey, belki yaz boyunca iki kere gelip denize girmiştir. Çoğu aylar bu koskoca yalıda, ben ve eşim birlikte yazın ve adanın tadını çıkarıyoruz. Şimdi soruyorum kim esas yaşayan; ben mi, Muharrem Bey mi? Hoş karşıdaki villâya geçtiğimizde de öyle. Eşi veya kendisi, ya yurt dışındadır ya İstanbul dışında başka şehirdedir. Belki haftada bir kere o da bir gece gelir, kalır yine giderler. Yani hayatları ya otellerde ya uçakta geçer. Benim en iyi yaptığım iş, bavul hazırlamaktır. En iyi, en kolay valiz nasıl hazırlanır, neye ihtiyaç olur biliyorum artık.”

Kısaca: Hayatı at yarışı gibi yaşamayalım. Hayatın ne fazla içinde ne de fazla dışında olalım. Hayatı Allah -celle celâlühû-’nun buyurduğu gibi yaşamak önemli.

Dünya övünme yeri de değildir:

“Kendinizi (övüp övüp) temize çıkarmayın. Allah, kimin takvâ sahibi olduğunu çok iyi bilir.” (en-Necm, 53/32)

“Biliniz ki dünya hayatı; bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlât çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap; Allah’tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 57/20)

Dünya boş bir maksat uğruna yaratılmamıştır. Yani dünya; «Para kazan, biriktir ve kazandığınla övün.» yeri değildir.

“Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık.
Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik.
Yapacak olsaydık öyle yapardık.”

(el-Enbiyâ, 21/16-17)

“(Ey Muhammed!) Sen onlara dünya hayatının misâlini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.” (el-Kehf, 18/45)