ŞEYTAN SÜSÜ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com 

Eskiden doğu-batı derdik. Avrupa, frenk derdik. Yakın zamana kadar hiç değilse, kapitalizm ve sosyalizm zıtlığı ve rekabeti vardı. Şimdi tek bir zıtlık kaldı:

İslâm ve düşmanları…

Artık bu bir medeniyet meselesi… Yönler sona erdi. Doğu, batı, kuzey, güney hepsi aynı tek dişi kalmış canavara işaret ediyor: Mimsiz medeniyet: Denîet, denâet… Modern câhiliyye…

Ne kadar ileri görünürse görünsün, aslında tarihin çöplüğünden hortlayıp gelen bir acûze bu. Âd’ın kibri, Sodom’un pisliği, Firavun’un zulmü, Nemrut’un gururu, Medyen’in sahtekârlığı, Roma’nın ceberutluğu, Bizans’ın entrikası hepsi bir arada…

Karşılarında daima bir peygamber olur bu zulüm ve isyan çarkının. Hepsi birden; bir bölüm sonu canavarı gibi, âhirzamanda geldiler. Karşılarında ise, ümmet-i Muhammed olarak sadece biz varız.

Batılıların gelecek projeksiyonlarında, başka bir medeniyete yer yok. Ezip geçmeyi, yok etmeyi, silâhlarla değil, kültür istîlâsı ile gerçekleştiriyorlar. Yani rakiplerini yenmiyorlar, kendilerine dönüştürüyorlar.

Paçalarından çirkinlikler akan eski putperest medeniyetlerin ortak özelliklerinden biri de göze hitap eden sanatlara verdikleri ağırlıktır.

Kibirli fânîleri, hiç değilse mermerde ve tuvalde ebedîleştirme gayretinin yansıdığı heykeller ve resimler…

Çirkin dünyalarının reklâm ve mantığını dile getirdikleri tiyatrolar…

Arenalarda güç gösterileri, gladyatörler ve vahşet sergileri…

Günümüzde, sinema ve televizyonun çok yeni bir şey olduğu telâkkîsine sahibiz. Hâlbuki; İslâm’dan asırlar önce yok olmuş kültürlere ait kazılarda da görüldüğü gibi, tiyatro hep vardı. Orada aktörler, insanlara rol yaparak birtakım mesajlar verirlerdi. Aktör; ne yazılırsa onu oynar, rol yapar, sahte ve riyâkârdır.

Bizim medeniyetimizde bu sahteliklere fazla prim verilmemiştir. Karagöz, orta oyunu vb. eğlenceliklere yakın zamanlarda rastlanır, fakat onlar da, medeniyetimizin idealize ettiği tablolardan ziyade, eğlenceleridir.

Bizim medeniyetimiz, sahteliğinden ve çeşitli mahzurlarından dolayı görüntüye talip olmadı. Hakikî kıssaları ve menkıbeleri, sohbet meclislerinde en samimî gönüllerden ve dillerden dinleyenlere aktardı. Asıl güzellikleri ise riyâdan kaçıp gizli gizli yaşadı, gönülden taşırarak temâşâ ettirdi!..

Günümüzde, eski Yunan’dan, Roma’dan beri devam eden o kültür transferi internet üzerinden en hızlı yayılımını yaşıyor. Aktör, senaristin yazdığı rolü oynuyor ve metni okuyor. Birçok uzmanın tespit ettiği gibi; aile mi tahrip edilecek, senaryolar o yöne eğiliyor. Eşcinsellik masum mu gösterilecek, en sevilen kahramanların aralarına bunlar serpiştiriliyor. İnanç mı kötülenecek, sahtekâr papaz veya imam rolü gelsin!.. Kader inancı mı zayıflatılacak, diyaloglar hazır…

Kur’ân’ın çokça tekrarladığı bir tabir: Şeytan süsü.

Günümüz medyası ve modası, şeytan süsünün en kuvvetli tezâhür ettiği mecrâlar…

Edebiyat; eğlence ve zevk kanalından geldiği için, bu süsler farkına varmadan sevgi yoluyla bünyelere aşılanıyor. Şu âyet-i kerîme câlib-i dikkat:

“(İbrahim onlara) dedi ki:

«Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allâh’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.” (el-Ankebût, 25)

Öyle bir sevgi ki, dünyaya ve bir grup insana mahsus. Moda ve dönemlik cereyanları ne güzel de ifade ediyor.

Bencil eğlencesine, çirkin kıyafetine, kötü alışkanlığına ve bozuk davranışına dokundurtmayan fertler; bir çeşit sevgiyle sarılıyor, hayat tarzı hürriyetine. Kendisine yöneltilen nasihat dolu ikazı bile, şahsiyetine bir saldırı gibi görüyor. Hâlbuki; bulunduğu hâl, görünmez bir başka esâret. Hem de ne esâret. Şablonlardan kaçanlar bile, bir başka şablona yakalanıyor da onu orijinallik / özgünlük sanıyor.

Bu kültür istîlâsı, herkesi kendi maksatlarında kullanıyor:

Mahalle berberi, bir Anadolu çocuğu. Geleni gideni duvarda resimleri olan artistlerin şekil şemâiline uydurarak ekmeğini kazanıyor. Fakat yabancı bir kültüre uç beyliği yaptığının farkında değil.

Bir zamanların İslâmcısı hazır giyimci amca; stilistlerine avuç avuç para verip, her sene biraz daha daraltılmış pantolonları piyasaya sürüyor. Fakat şerli bir kültüre, parası ve mağaza zinciriyle hizmet verdiğinin farkında değil.

Ürettiği süt veya meyve suyuna Hollywood’un cinsiyet projesi çizgi karakterlerini, üstüne lisans parası verip de nakşettiren millî tüccarın da neye âlet olduğundan haberi yok.

Kur’ân kursu diye çıktığı yolda, müslüman kolejine terfî (!) edip, muhafazakâr şehirlerin kızlarını ve evlâtlarını şehvet ve şöhret akademisinin çark suyuna taşıma misyonuna ömür adamış hacı emminin; yaptığı işin İslâm’a hizmet olmadığından haberi yok.

Teksas doktoralı muhafazakâr demokrat siyasetçinin, Coni’ye göre yapılmış kanunların Ali’ye Veli’ye uymayacağına ve aileyi tahrip edeceği hususunda, Ali Desidero kadar da iz‘ânı yok.

Kurtlar Vadisi, Payitaht vs. seyreden, her dem üst akıl ve global sermayeden bahseden romanlar okuyan gençliğin bile, bu medeniyet mücadelesinden ne kadar haberdar olduğu tartışılır.

Haberimiz yok veya hepimiz haberimiz yokmuş gibi yapıyoruz. Hep beraber, intihar ediyoruz. Çarkı durdurmaya, sağlam bir duruş sergilemeye cesaretimiz yok. Millî bir stil belirlemeye, kendi medeniyetimize mahsus bir aile politikası oluşturmaya, şahsiyetli bir hayat tarzı inşâsına cesaretimiz gelmiyor!..

Bu bir medeniyet mücadelesi…

Bir millet ve medeniyet hâlinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Ya «biz» diye bir şey kalmayacak; «onlar»ın az esmer, az şarklı, düşük vizyonlu bir versiyonu olup çıkacağız!..

Yahut da şeytan süsünü bertaraf edip özümüze döneceğiz, asâletimize yeniden kavuşacağız.