RASÛLULLAH (S.A.S) İLE KONUŞMAK

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Medine müslümanları; başlarında Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr ile Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anhümâ- olduğu hâlde, Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Mekke şehrinin Akabe mevkiinde gece yarısı buluşmuşlardı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı ikinci ve üçüncü defa görenler olduğu gibi, büyük bir çoğunluğu ilk defa görüyorlardı. O’nu görmenin heyecanı ile her biri bir başka âleme geçiş yapmıştı âdeta.

Buradaydı işte, hemen yanı başlarında! O’na bu kadar yakın olmak, Aman Allâh’ım! Bu ne büyük bir nimetti. O’na, bu kadar yakın olmak!

Hiçbir şey yoktu artık! O vardı sadece! Allah Rasûlü vardı. İki Cihan Güneşi vardı. Gönüller Sultânı vardı. Güller Gülü vardı. Canlar Cânı vardı. Nurlar Nûru vardı! Ve O’na bu kadar yakın olma şerefine ermişlerdi! Bu ân hiç bitmesin istiyorlardı.

Diğer taraftan da hâdise ve mekânın hassâsiyetini çok iyi bilen Abbâs Amca, saniye bile kaybetmek istemiyordu. Bundan dolayı hemen söze girmek zorunda kaldı. Medineliler de buna hazırdılar zaten:

–Ey Medineliler! Siz de bilirsiniz ki, (Hazret-i) Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizdendir. Bu, benim kardeşimin oğludur ve bana insanların en sevgilisidir. Eğer siz O’nu tasdik edip, kendisinin Allah’tan getirdiklerine îmân ediyor, O’nu alıp yanınıza götürmek istiyorsanız, çok iyi düşünün! O’nu yardımsız bırakmayacağınıza, aldatmayacağınıza dair, sizden kesin bir söz almak istiyorum. Çünkü, sizin komşularınız yahudilerdir. Yahudiler ise, buna düşmandırlar. Onların tuzak kurmayacaklarından emin değilim. Eğer sizi, ok yağmuruna tutacak olan Arap kabîlelerinin de düşmanlıklarına göğüs gerebilecek kadar savaş gücüne sahipseniz ne âlâ! Ama yine de aranızda iyice görüşüp konuşarak kararlaştırınız da sonradan tefrikaya düşmeyiniz. Biz yakınları olarak, O’nu elimizden geldiği kadar korumaya çalıştık. O, kendi kavmi içinde bulunmakta ve mümkün olduğunca da korunmaktadır. Fakat, buradan ayrılmak ve size katılmak arzusundadır. Eğer siz kendisine söz verip davette bulunduğunuz yardım, barındırma ve muhaliflerinden koruma gibi şeyleri yerine getireceğinize kānî iseniz, tamam! Şayet; yanınıza vardıktan sonra korkup yardım edemeyecek, kendisini muhaliflerinin eline bırakacak iseniz, şimdiden bırakınız. O, kendi kavminin içinde ve beldesinde bulunmakta ve korunmakta devam etsin. Evet, sizin konuşma yapacak olanınız konuşsun. Fakat konuşmasını uzatmasın. Çünkü, üzerimizde müşriklerden gözcüler ve casuslar vardır. Buradan konak yerinize dağıldığınız zaman da, işinizi gizli tutunuz!1

Abbâs Amca konuşurken, Peygamberimiz -aleyhisselâm- tebessüm ederek onu dinledi. Aynı şekilde artan bir tebessümle de Medinelilere dönüp baktı.

Durumu anlayan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre, Peygamberimiz’den söz hakkı istedi:

–Yâ Rasûlâllah! Bize izin ver de, canını sıkmaksızın ve Sen’in hoşlanmayacağın bir şeyle itiraz etmiş olmaksızın, sadece Sana icâbetimizi ve îmânımızı doğrulamak üzere, ona (Hazret-i Abbâs’a) cevap verelim.

Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-, yine gülümseyerek cevap verdi;

“–Suçlayıcı olmaksızın ona cevap veriniz!”2

Hazreti Es‘ad, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a dönerek ve ara sıra da Abbâs Amcaya bakarak konuşmaya başladı:

–Yâ Rasûlâllah! Her davetin yumuşak veya sert bir yolu ve usûlü vardır. Bugün; senin yaptığın davet, her şeyi ile çok riskli bir şeydir! Çünkü, yıllardır yaşanan bir hayatı terk edecek ve yeni bir hayata atılacağız! Bu da; insanların yüzünü ekşitecek, kendilerine ağır gelecek bir davettir! Sen bizi, öteden beri bulunduğumuz dînimizi bırakmaya ve kendi dînine tâbî olmaya davet ettin. Bu çok zor ve ağır bir şey olduğu hâlde, biz Sen’in bu teklifini kabul ettik.

Sen bizim, insanlarla aramızdaki yakın-uzak bütün akrabalık ve komşuluk münasebetlerimizi; puta tapmakta ısrar edenler için, kesip atmaya davet ettin. Bu da çok zor ve ağır bir şey olduğu hâlde, biz Sen’in bu teklifini de kabul ettik.

Bütün bunlar; Allâh’ın doğru yolu bulma azmini ve hayırlı sonuçlara ulaşma umudunu ihsan ettiği kimseler hariç, insanlar arasında hiç de hoşa gidecek şeyler olmadığı hâlde, tasdik ettik. Biz Sen’in bu büyük teklifini dillerimizle ikrar, kalplerimizle tasdik etmek sûretiyle kabul ettik. Biz, Sen’in Allah’tan getirdiklerine inanarak ve kalplerimize yerleşen bir mârifetle tasdikte bulunarak, şimdi de Sana bey‘at edeceğiz. Biz, Allah ve Rasûlü’ne bey‘at edeceğiz. Allâh’ın kudret eli ellerimizin üzerindedir. Biz; kendimizi, çocuklarımızı ve kadınlarımızı savunduğumuz ve koruduğumuz şeylerden, Sen’i de savunacak ve koruyacağız. Eğer biz bu ahdimizi bozarsak, Allâh’ın ahdini bozmuş bedbaht ve yaramaz kimseler olalım. Yâ Rasûlâllah! Bu, Sana karşı bizim sadâkat yeminimizdir. Yardımına sığınılacak olan ancak ve ancak Allah’tır!3

Sonra da tamamen Abbâs Amcaya dönen Hazret-i Es‘ad, ona da çok önemli şeyler söyledi:

–Ey konuşurken Rasûlullâh’ın önünde bize söz dokunduran zât! Kardeşinin oğlunun; Sana, insanların en sevgilisi olduğunu söyledin. Biz, yakın-uzak bütün akrabalarımızla ilişkilerimizi keserek şahâdet etmiş bulunuyoruz ki, bu Zât Allâh’ın Rasûlü’dur. Allah; O’nu, yanındaki (Kur’ân) ile göndermiştir. Kendisi asla yalancı değildir. Getirdiği Kur’ân da insan sözüne benzemez. Rasûlullah hakkında Sen’i tatmin edecek sözü bizden alma isteğine gelince; Rasûlullah için, bizden istediğin sözü al.

Abbâs Amcaya; sadece Hazret-i Es‘ad değil, Medine’nin ileri gelen diğer sahâbîleri de cevap verdiler. Öyle ki, Abbâs Amcanın tereddütleri gidip, içi rahat etti.

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre, tekrâren Peygamberimiz -aleyhisselâm-’a döndü ve şöyle dedi:

–Yâ Rasûlâllah! Bizler konuştuk. Şimdi de Sen konuşur musun? Bizden kendin ve Rabbin için istediğin sözü al.4

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, önce Kur’ân okudu.5 Kur’ân, kendisine açılan ruhların en derin yerlerine kadar indi. Yürekleri sarıp sarmaladı. Ruh beden bütünlüğü içindeki insanın, müslüman olma özelliğini öne çıkardı.6

Kur’ân-ı Kerîm’i en yetkili ağızdan dinleyen Medineliler, yerlerinde duramaz oldular:

–Ey Allâh’ın Rasûlü! İşte biz hazırız!

–Bizden Allah için de kendin için de istediğin sözü al!

–Söz Sen’in yâ Rasûlâllah!7

Rasûlullah -aleyhisselâm- yürekten dile dökülen bu ve benzeri ifadeler ile çok memnun oldu. Güller gibi tebessüm etti. Gecenin karanlığında nurlar gibi aydınlandı ve aydınlattı.

Medine müslümanları; Rasûlullah -aleyhisselâm- ile konuşmaktan dolayı o kadar çok memnun ve mutlu olmuşlardı ki, bunu hiçbir şey ifade edemezdi. O’nunla beraber olmak, beraberliklerin en güzeli olduğu gibi, Peygamber Efendimiz ile konuşmak, konuşmanın en güzeliydi.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

________________________________________

1 İbn-i İshâk, es-Sîre, s. 83; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 84-85.
2 Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, c. 3, s. 280.
3 Ebû’l-Fidâ, et-Tefsîr, c. 2, s. 391.
4 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 302-303.
5 Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın Kur’ân okuduğu rivâyet edilmekle birlikte, nereyi ve ne kadar okuduğuna dair bir rivâyete ulaşamadığımız için, sadece; «Kur’ân okudu.» demekle yetinmek zorunda kaldık.
6 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 84.
7 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 222; Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 228.