O’NUN TAKDÎRİNE TESLİM OLMALI!

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ طَاوُسٍ، أَنَّهُ قَالَ… وَسَمِعْتُ عَبْدَ اللّٰهِ بْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا يَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
«كُلُّ شَيْءٍ بِقَدَرٍ… »

Tâvus vasıtasıyla… Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’dan nakledildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her şey, bir kadere (bir ölçü ve plâna) göredir…” (Müslim, Kader, 18)

BİR MESAJ: “Lüzûm eden tedbirleri alıp sebeplere sarıldıktan/dayandıktan sonra Allâh’ın takdîrine teslim ol!”

Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!.. (Necip Fazıl KISAKÜREK)

Beyaz da renk sıyrılır beyaz üstünden bile,
Kader renksiz bir yazı sıyırsan da nâfile! (Seyrî)

Sonsuz ve sınırsız kudrete sahip olan Allah -celle celâlühû- kâinâtı yoktan var etti. Dağları, taşları yarattı. Varlık âlemine nebâtat ve hayvânâtı takdim etti. Mevcûdâtın en şereflisi insanı yarattı. Öyle ki; kimi uzun kimi kısa, kimi beyaz kimi siyah, kimi Türk kimi Arap, kimi de İngiliz…

Bütün bu ve bunun gibi hususlar, insanın kendi tercihine bırakılan hususlar değildir ve bunlarda insanın zerre miktar müdahalesi yoktur. Her şey O’nun takdîriyle meydana gelmiş ve gelecektir.

Nitekim serlevhâ hadîsimizde de ifade edildiği gibi; her şey O’nun takdîr ettiği gibi cereyan etmektedir. Yüce Allah âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten Biz, her şeyi bir kadere (plân ve ölçüye göre) yarattık.” (el-Kamer, 54/49)
O’nun kâinâta koymuş olduğu ölçüde kusursuz bir denge ve düzen hâkimdir. Zira:

“O, göğü yükseltti ve mîzânı (dengeyi) koydu.” (er-Rahmân, 55/7)

“Rahmân’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik ve kusur göremezsin.” (el-Mülk, 67/3)

“Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderâtını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (el-Furkān, 25/2)

Mü’minler olarak bu kusursuz âhenk karşısında acziyetimizi îtiraf edip sonsuz kudrete sahip Allah -celle celâlühû-’nün takdîr ettiğine teslim olmamız, O’nun takdîrine gönülden îmân etmemiz gerekmektedir. Zira kaza ve kadere îman, îmân esaslarındandır. Cibrîl hadîsi diye mâruf olan hadîs-i şerifte geçtiği üzere Cebrâil -aleyhisselâm-, Sevgili Peygamberimiz’e;

“–Bana îman hakkında bilgi ver!” dediğinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“–Allâh’a, meleklerine, peygamberlerine ve âhiret gününe îmân etmendir. Kezâ hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.”
(Müslim, Îmân, 1)

Sözlükte «ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak» mânâlarına gelen kader, dînî bir terim olarak;

«Allah Teâlâ’nın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini ezelî ilmiyle bilip takdîr etmesi» demektir.

Kazâ ise;
«Allah Teâlâ’nın ezelde takdîr buyurduğu şeylerin zamanı gelince, takdîr ettiği şekilde onları yaratması» demektir. Bir başka ifade ile kader, ilâhî kanun; Allâh’ın kanunları, ölçüleri; kazâ ise işlerin o kanun ve ölçülere göre meydana gelmesidir.

“Kader ve kazâya inanmak demek; hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin; Allâh’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdîri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.”

Buna göre kâinatta meydana gelen her şey; Allâh’ın kanunları, ölçüleri, kudret ve azameti dâhilinde meydana gelmektedir. O; «Ol!» deyince her şey oluverir.

Kader ve kazâya îman; mü’min için çok mühim bir îmân esası olup, aynı zamanda Allâh’a îman mânâsı taşımaktadır. Zira kader ve kazâya îman, Allah Teâlâ’nın; İlim, İrade, Kudret ve Tekvîn gibi sıfatlarına îmân etmek demektir.

Mü’minler olarak; Allah Teâlâ’nın takdîri olmadan bir yaprağın dahî kımıldayamayacağına gönülden îmân edip, yüce Allâh’ın takdîr ettiğine teslim olmak durumundayız. Fahr-i Kâinât Efendimiz, bir gün aynı binit üzerinde arkasında oturan Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’ya şöyle nasihatte bulunmuştur:

“Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim:

Allâh’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allâh’ı gözet ki Allâh’ı (daima) yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile!

Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa, Allâh’ın takdîri dışında sana fayda vermezler.

Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allâh’ın takdîri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler.

Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).” (İbn-i Hanbel, I/293)

Kadere îmânı, teslîmiyeti, tevekkülü özetleyen, birçok nasihati içinde ihtivâ eden müthiş bir hadîs-i şerif… Mü’minler, yaşadıkları hayatta sadece bu hadîs-i şerifte tasvir edildiği gibi davransalar; îmanlı bir hayat yaşadıkları gibi şerefli, şahsiyetli ve mürûetli bir hayat da yaşamış olurlar.

Bu bakımdan yüce Allâh’ın takdîr ettiğine teslîmiyet göstermek gerekir. Bu mânâda kazâ ve kadere îmân ile teslîmiyet arasında kuvvetli bir bağ vardır. Ama bu teslimiyet; Allâh’ın bizim hakkımızda takdîr ettiğine, hiçbir çaba göstermeden;

“–Ne yapayım alın yazısı. Allah zaten benim hakkımda ne olacağını takdîr etmiş, boyun eğmekten, teslim olmaktan başka bir çarem yok.” diyerek teslîmiyet gösterdiğini zannetmek değildir.

Nitekim bir gün ashâb-ı kiramdan birisi Sevgili Peygamberimiz’in yanına gelerek;

“–Deveyi bağlayıp da mı yoksa salıverip de mi Allâh’a tevekkül edeyim?” diye sormuş, Fahr-i Kâinât Efendimiz de şöyle cevap vermiştir:

“–Önce deveni bağla, Allâh’a öyle tevekkül et!” (Tirmizî, Kıyâme, 60)

Her şeyi yaratan Allah Teâlâ’dır. O, her an yaratma hâlindedir. (Bkz. er-Rahmân, 55/29) el-Alîm sıfatının sahibi olan Allah Teâlâ, kâinatta meydana gelecek şeyleri bilip takdîr etmiştir. Bütün fiillerimizi yaratan da O’dur. Ancak yüce Allah, insana irade vermiştir. İnsan; hür iradesi ile hareket eder, iradesini kullanarak iyi veya kötüyü tercih eder. Yüce Allah; insanın hür iradesiyle tercih edeceği şeyi nerede ve ne şekilde tercih edeceğini ezelî ilmiyle bilir, buna göre takdîr buyurup zamanı gelince kulunun tercihi istikametinde yaratır.

Burada şu hususun belirtilmesinde fayda vardır ki; meydana gelecek şeyleri Allah Teâlâ’nın ezelî ilminde bilip takdîr etmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. İnsan; kendisiyle ilgili takdir edilen şeyin ne olduğunu bilmeden, hür iradesini kullanarak hareket eder. Neticede Allâh’ın takdîr ettiği ile hür iradesiyle yaptığı tevâfuk eder.

Bunu bir misal ile anlatmaya çalışalım: Meselâ hasta olduk.

“–Bunu veren Allah’tır. Allah benim hakkımda böyle takdîr etmiştir.” deyip tedbirini almayıp öyle bekleyelim mi yoksa hastalığımızın çaresini aramak için gayret mi gösterelim? İşte bunun cevabını Sevgili Peygamberimiz şöyle veriyor:

“–Allah, hiçbir hastalık vermemiştir ki onun şifâsını da vermemiş olsun.” (Buhârî, Tıb, 1)

Onun için mü’min, başına gelen hastalığın çaresini aramakla mükelleftir. İyileşecekse de ölecekse de bu, Allâh’ın takdîri ile meydana gelecek olan bir husustur. Nitekim bir hadîs-i şerifte ifade edildiğine göre ashâb-ı kiram, Peygamber Efendimiz’e gelip;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Şifâ niyetiyle yaptığımız okumalar, tedavi olduğumuz ilâçlar ve korunma tedbirleri, Allâh’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?” diye sormuş, Sevgili Peygamberimiz de;

“–Onlar da Allâh’ın kaderindendir.” şeklinde cevap vermiştir. (Tirmizî, Tıb, 21)

Bu noktada şu hususa işaret etmek yerinde olacaktır: Uyguladığı tedavi yöntemleriyle ağır hasta olan bir hastasını iyileştirmiş olan doktor, hastanın kaderini değiştirmiş olmuyor; bilâkis kader, yörüngesinde akmaya devam ediyor. Demek ki kaderde hastanın iyileşmesi yazılmış, hastanın eceli henüz gelmemiş. Ama; «Bu nasıl olsa belli…» diye; «takdir edilmiş, yazılmış» diye hiçbir şey yapmadan durmak da olmaz. Burada gerek doktor gerekse hasta elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Bütün ilgili taraflar, elinden geleni yapıp lüzum eden tedbiri aldıktan sonra, gerisini yüce Allâh’a havâle edip teslim olmak durumundadır. Şu kadar var ki kazâ ve kadere îmân etmek; tedbir almamıza, çalışıp gayret göstermemize mâni değildir. Ayrıca insan, kaderi bahane ederek mes’ûliyetten de kurtulamaz.

Kader ve kazâ, insan için büyük bir imtihandır. Zira şeytan ve nefis, türlü vesveselerle insanı kadere isyan etmeye sürüklemek ister. Hâlbuki kadere isyan, Allâh’ın takdîrine isyandır. Allâh’ın takdîrine isyan da Allâh’a isyandır.

Kader, mutlak olarak çözümlenmesi mümkün olmayan ilâhî bir sırdır. İnsan; ne kadar üzerinde durursa dursun, bu hususta ne kadar araştırmalar, okumalar yaparsa yapsın bu sırra vâkıf olamaz. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi aralarında kader konusunu tartışan ashâbını uyararak şöyle buyurmuştur:

“–Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler, bu tür tartışmalara başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz.” (Tirmizî, Kader, 1)

Onun için insan, acziyetini îtiraf edip; «Hikmetinden suâl olunmaz.» diyerek Allâh’ın takdîrine teslim olacak, elinden geleni yapıp gerisini Allâh’a havâle edecektir. Kul olarak;

«Kararını verdiğin zaman artık Allâh’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159) Zira insan, çoğu zaman kâinatta meydana gelen şeylerin hikmetini bilmekten âcizdir. Şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki, hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde de hayır olabilir.

Kul olarak üzerimize düşen vazife; sebeplere dayanıp lüzumlu tedbirleri almak, elimizden geleni yapmaktır. Sonra gerisini Allah Teâlâ’ya havâle edip teslim olmaktır.

Meselâ rızkı veren Allah’tır. Az olur çok olur kul, rızık hususunda elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Kul, yüce Allâh’ın takdîrine boyun eğmeli, rızık hususunda en ufak bir endişe taşımamalıdır. Zira:

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allâh’ın üzerinedir.” (Hûd, 11/6)

Ecel de Allâh’ın takdîri iledir. Ecel ne vaktinden önce gelir, ne de geciktirilebilir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“–Her ümmetin eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.”
(el-A‘râf, 7/34)

Velhâsıl O, her şeyi bilendir. Kâinâtta olmuş ve olacak her ne varsa onları öncesinden bilir. O’nun bilgi ve takdîrinin dışında kâinatta hiçbir şey meydana gelmez. Ve O’nun takdîr ettiğinde, kaderde asla değişiklik olmaz. Mü’minler olarak yaşadığımız şu fânî imtihan dünyasında; elimizden geleni yaparak tam mânâsıyla kader ve kazaya îmân edip Allâh’ın takdîr ettiğine boyun eğdimizde, teslim olduğumuzda; bütün korku ve endişelerimiz ortadan kalkacak, îmanlı, şerefli bir hayat sürmüş olacağız.

Rabbimiz; cümlemizi hükmüne râm olan, takdîrine teslim olan kullarından eylesin!

Rabbimiz; bizleri gerçek anlamda teslîmiyet gösteren, aynı zamanda tedbirini alan sâlih kullarından eylesin!

Rabbimiz; rızâsı istikametinde bir hayat yaşamayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin!

Âmîn…