KİM BİR TOPLULUĞUN KARARTISINI ÇOĞALTIRSA!
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
Yaşadığımız dünya; farklı coğrafyalara, geniş sınırlara, uzak mesafelere sahip olmasına rağmen, gelişen teknoloji ve haberleşme ağlarının yaygınlaşması neticesinde, âdeta küçük bir köy mesâbesine geldi. Bunun neticesi olarak; farklı kültür, farklı medeniyet, farklı inanç ve farklı dillere mensup insanlar, sanki aynı apartmanda oturuyormuş gibi yakınlaştılar.
Milletler ve medeniyetler; kendilerine ait inanç, kültür, örf ve âdetlerle var olur, vücut bulurlar. Sahip oldukları bu değerleri muhafaza ettikleri ölçüde uzun yaşar ve onları gelecek nesillere aktarma imkânı bulurlar.
Globalleşen ve birbirlerine bu kadar yakın hâle gelen farklı medeniyetler; her ne kadar bu yakınlıktan gerek teknolojik gelişmeler, gerekse sanayileşme alanlarında fayda görseler de onları bekleyen en büyük tehlike; yakınlaştıkları toplulukların alışkanlıklarını, ahlâklarını ve inançlarını benimseme, onlara özenme, zorla veya gönüllü olarak onlara benzeme olarak tarif edilen teşebbüh tehlikesidir.
İnsan; cemiyet içerisinde yaşar, dolayısıyla başkaları ile kurduğu münasebetlerden, müsbet veya menfî mânâda etkilenir. Bu etki; önce onları beğenmekle, takdir etmekle başlar, yavaş yavaş kullandığı kelimeleri etkiler, yeme içme alışkanlığını değiştirir ve nihayet kılık kıyafet ile zirveye çıkarak nihayetinde, onlar gibi düşünmeye, yaşamaya ve inanmaya başlar.
Bu hususta İmam Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-;
“Fâsıklarla ve gafillerle zâhirî beraberlik; zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir müddet sonra kalbî beraberliğe dönüşür.” buyurarak, bizleri dikkatli davranmamız hususunda uyarmaktadır.
Mensubu olduğumuz İslâm dîni; kendisine tâbî olanları, inanç, düşünce, örf, âdet ve kılık kıyafete varıncaya kadar aklımıza gelen her alanda, başkalarına benzemekten şiddetli bir şekilde sakındırmıştır.
Bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4) buyurarak Allah Teâlâ’nın bu hususta bizlere çizdiği hudutları hatırlatmıştır.
Burada ince bir detaya dikkat çekmenin elzem olduğunu düşünüyorum. Zira benzemek ve benzemeye çalışmak arasında ciddî mânâda bir fark bulunuyor.
Benzemek: (İki kimse veya şey arasında: ) Birbirine uygun ve ortak taraflar bulunmak, ortak tarafları sebebiyle birbirini hatırlatmak, andırmak olarak tarif ediliyor. Yani benzemenin belirli bir şekli, şemâili ve sınırları bulunurken, bunun aksine «benzemeye çalışmanın» herhangi bir sınırı ve şekli bulunmamakta, kişi kendisini benzetmeye çalıştığı şeye yaklaştırdıkça, kendisine ait ne varsa kaybedebilmekte ve ötekine dönüşmektedir.
Kendisini başkalarına benzetmeye çalışanlar, İbn-i Haldun’un; «mağlûplar galipleri taklit eder.» sözünü teyit edercesine, kendilerini yeterli görmemekte, eksik ve kusurlu olduklarını kabul etmekte, kendilerinde bulunan bu eksikliklerin, benzemeye çalıştıklarında kâmil mânâda bulunduğunu kabul etmekte, dolayısıyla onlara benzerlerse tüm eksikliklerini tamamlayacaklarını ve kemâle ereceklerini düşünmektedirler.
Çağımızdaki benzeşmenin en belirgin hâli, kılık kıyafetlerde geldiğimiz noktadır. Öyle ki; bir kimsenin kıyafetine bakarak, onun hangi inanca veya millete mensup olduğunu bilmek, artık mümkün olmamaktadır. Hâlbuki bu husus, hafife alınmaması gereken ehemmiyetli bir mevzudur. Zira iç dünyada ne varsa, dışarıya da o yansır fehvâsınca, kıyafetlerde yaşanan değişim, dikkatlerimizi çekmek durumundadır. Kıyafet, kimliğin ve kişiliğin başlangıcı ve en önemli sembollerinden birisidir. Bu mevzuda Abdullah İbn-i Mes‘ud -radıyallâhu anh-’ın;
“Kalpler kalplere benzemeden kıyafetler birbirine benzemez.” sözü bizleri ciddî mânâda düşündürmelidir.
Müslümanlar; tarih boyunca, farklı medeniyet ve inanç topluluklarıyla bir arada yaşamışlardır. Bu birliktelik esnasında baskın unsur müslümanlar olduğu için, kendilerini muhafaza sadedinde son derece titiz davranmışlar, ibâdetlerde dahî başkalarına benzememeye gayret etmişler ve birtakım hukukî düzenlemelerle de bunu bir devlet politikası hâline getirerek kendilerini muhafaza etmişlerdir.
Yaşadığımız çağ, yakınlaşmanın beraberinde aynı zamanda toplulukların birbirlerine ait kültür ve alışkanlıkları da çok kolay bir şekilde taklit etme imkânı sağlamıştır. Bu taklit hastalığı şimdilerde moda ismiyle yayılmakta ve önüne çıkan hangi değer varsa yerle bir etmektedir.
Bizlerin de bu taklit hastalığına yakalanacağını asırlar öncesinden haber veren Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış tâbî olacaksınız. Hattâ bir kertenkele deliğine girseler siz de gireceksiniz…” (İbn-i Mâce, Fiten, 3994) buyurarak bu hususta daha dikkatli davranmamız için önümüze bir ölçü koymuştur.
İnsan bir şeyi taklit ediyorsa; o şeyi sevdiği, değer verdiği ve takdir ettiği için bunu yapmaktadır. Bu taklidin sonu; sadece şekilde değil, inançta da başkalarını taklit etmeye varacaktır. Zira yazımızın başlığını süsleyen;
“Kim bir topluluğun karartısını çoğaltırsa o da onlardandır. Ve kim bir kavmin amelinden râzı olursa onların amellerinde ortaktır.” (İbn-i Kesîr, 27/308) Nebevî îkazı bunu açıklamaktadır. Bu îkazdan sonra, başkalarına benzememek ve kimlerin kalabalığını çoğalttığımıza dikkat etmek zorundayız.
«Peki, kime benzeyelim?» diyenlere cevap olarak;
“Kim Allâh’a ve Rasûle itaat ederse işte onlar; Allâh’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (en-Nisâ, 69) âyeti yeterli olacaktır.
Ne demişti merhum Aliya:
“Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir!”
Rabbimiz bizleri sevdiği ve istikamet üzere kıldıklarına benzetsin ve onların yolundan, izinden ayırmasın.