ÇARE: BİZ OLMAK!

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Nasreddin Hoca bir gün yanına bir çocuk almış. Beraber bir eşek ile yolculuğa çıkmışlar.

Hoca yaşlı olduğu için eşeğin üzerinde gidiyor çocuk da peşi sıra yürüyerek geliyormuş. Güzergâhlarındaki bir köyden geçerken ahalinin şöyle söylendiklerini işitmişler:

“–Adama bak! Hiç utanmıyor. Zavallı çocuk yürüyerek arkasından zar zor yetişirken kendisi eşeğe binmiş rahatından hiç taviz vermiyor.”

Nasreddin Hoca bu sözlerden etkilenmiş. İlk fırsatta eşekten inip yerine çocuğu oturtmuş.

Yolculuklarına bu şekilde devam ederken başka bir köye gelmişler. Bu köydekiler de;

“–Çocuğa bak! Daha gencecik, pekâlâ yürüyebilir. Yazık ki ne yazık! Yaşlı adamı eşeğin üzerine oturtacağı yerde arkasından yürütüyor.” diye kınamışlar.

Bu eleştirilerden de etkilenen Hoca, bu sefer çocukla birlikte eşeğe binmeye karar vermiş. Çocuk ve Hoca; ikisi de eşeğin üzerinde oturarak yollarına devam etmişler.

Derken bir köyden daha geçmişler. Buradakiler ise eşeğe acıyıp şöyle sitem etmişler:

“–Zavallı eşek! Baksanıza yorgunluktan hiç hâli kalmamış. Ayıp be ayıp! Bir eşeğin üzerine hiç iki kişi oturulur mu?!.”

Bunları duyan Nasreddin Hoca yine tesir altında kalıp hızlıca eşekten indiği gibi çocuğu da hemen indirmiş. Eşeğin bir yanına kendisi geçmiş diğer yanına çocuğu geçirmiş. Böylece üçü yan yana yürümeye başlamış, güzergâhları istikametinde devam etmişler.

Başka bir köye gelmişler. Ancak burada da insanların alaycı yorumları ayyûka çıkmaktaymış:

“– Bre saflar, bre şapşallar! Şu binek hayvanı boş boş yürüyor. Siz de izliyorsunuz. Madem üzerine binmeyecektiniz, ne diye yanınıza aldınız o zaman?” diye alay etmişler.

Bu ifadelerden sonra başka hiçbir çaresi kalmayan Hoca, iyice sinirlenmiş ve bu defa öfkeyle eşeği sırtına alıp taşımaya başlamış. Olan bitenlerden sonra bu hâl üzere yolculuk devam etmiş.

Başka bir köye daha gelmişler ki burada da şaşkın sesler yükselmiş. Köyün ahalisi hayretle ve kınayarak konuşmuş:

“– Ahmaklık bu! Eşek mi binek yoksa adam mı?! Pes doğrusu!..”

Rivâyet odur ki; yolculuğun en başından bu yana tüm bu olanlara dayanamayan Nasreddin Hoca en sonunda çaresiz, eşeği aldığı gibi götürmüş bir kenara:

“– Yeter! Her denileni dikkate alıp farklı hareket ettim, ama ne yapsam kimseye beğendiremedim. Her yolu denedim yine nafile. Doğru-yanlış demeden tesir altında kalıp ne ettimse işe yaramadı. Sadece rezillik ve rüsvaylığa vardı işin sonu. Hâlbuki işin zarûreti, kim ne derse desin, en doğru olanı yapmaktı. Muvâfık ve isabetli olanı devam ettirmekti. Meğer doğru olanı yapmamaktan daha büyük eşeklik yokmuş!”

Meselde misal vardır derler, kıssada hikmet ve hisse vardır derler ya, burada da hakikaten ince mesajlar var.

Olur olmaz dış tesirler yüzünden yanlıştan yanlışa sürüklenmek ve en sonunda hiç olmayacak bir çareye saplanmak. Oysa tesirler altında kalıp kalmamak değil mesele, en doğru olanı yapıp yapmamak. Çünkü en doğru olanı bilip de onu uygulamak mümkün. Faydalı ve muvâfık olan bu. İsabetli olan da bu. Herkes eleştirse bile. Doğruya ulaşmış kimsenin tesiri altında kalacağı tek şey, sahip olduğu doğru olmalıdır. Meselâ hak îman, ancak kendisinin tesir halkası içinde yaşanır. Yoksa bozulur gider. Boş bir tesirle bozulmamalı, bilâkis yegâne hak îman, bozuklara da tesir ederek onları ıslah eylemeli. Yani doğrularımız hakikî doğrular olup yanlışları tesiri altına almalı. Asla yanlışlardan etkilenip de hurdaya çıkmamalı.

Bu çerçeve her hususta geçerli:

Eğitimimizi, arkadaşlarımızı, hâl ve hareketlerimizi, çalışmalarımızı, kılık-kıyafetlerimizi, oturuş-kalkışlarımızı, duruşumuzu, hattâ bakışımızı ve yürüyüşümüzü, yemek yiyişimizi, konuşmamızı, ideallerimizi, zevklerimizi, alışkanlıklarımızı, vazgeçilmezlerimizi, dertlerimizi, endişelerimizi ve hayatımızı dolduran nice noktalarımızı belirlerken düstur bu çerçeve. Heveslerin heveslerimizi tesir altına alması değil amel defterimizde yüzümüzü ak edecek gerçeklerin, gerçek doğruların mührü altında hareket etmemiz, bu çerçeve. Başkasından etkilenmek bir tarafa, o mührü, başkalarının da gözlerini kamaştıracak ebedî güzellikleri fark ettiren yönü itibarıyla onların da amel defterine bir beraat olacak şekilde vurmaları için çırpınmamız, bu çerçeve.

Bu çerçevenin tek şartı:

Sağlam ve sarsılmaz bir irade.

Dolayısıyla, öyle selde sürüklenen çer çöp gibi sorgusuz sualsiz sonunun hayır mı şer mi olduğunu bilmediğimiz şeylerin tesirinden uzak durmalı; yegâne kudret sahibi Rabbimiz’in, kâinatı uğruna yarattığı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve O’nun izinden kıl payı ayrılmayan sâlih kulların dışında hiçbir kimseden olur-olmaz tesir almamalıyız. Kezâ onların beyan ettiği sonsuz hakikatler dışında fânî olan hiçbir unsurun da tesiri altında mahkûm olmamalıyız.

Uyanık olmalıyız.

Çünkü;

İnsanoğlunun bu özelliğini çok iyi bilen ve yaşadığımız hayat çarşısında kendi mallarını bütün ustalıklarıyla satmaya çalışan her türlü esnaf mevcut.

Hiçbir satıcının malını; “Bu kötüdür!” diyerek pazarlamadığı gibi, nefeslerimizi tükettiğimiz bu pazarda da hiçbir kimse kendisini veya malını;

“‒Bak bu sana zararlı, dünyanı mahveder, âhiretini hebâ eder, aileni bozar, ahlâkını elinden alır, namusunu zedeler, vaktini boşa harcatır, tembelleştirir, hantallaştırır, yaklaşma, uzak dur, aman ha sakın aklından bile geçirme!..” gibi uyandırıcı ifadelerle pazarlamıyor. Bilâkis uyutucu ve uyuşturucu ifadelerle pazarlıyor. Kimileri çeşit çeşit hilelerle, aldatmacalarla üstelik ballandıra ballandıra nice insanları, kitleleri, toplumları etkilemeye ve peşlerinden sürüklemeye çalışıyorlar.

Ne yazık ki;

Çağımızın ışıltılarından etkilenenler az değil. Nasreddin Hoca’nın kıssasında ortaya konulan ibret dolu vaziyetleri, bize her geçen gün başka bir şey diyenlerin tesirinde kalıp da nice değişimler olarak yaşayanlar az değil.

Meselâ;

Christmas, nâm-ı diğer Noel tesirinde toplum geleneğimizde yaşanan tuhaf vaziyetler ve türlü türlü israflar. Milyonlarca insanın çadırlarda aç, açıkta ve mahrumluk çektiği bir demde keyfine ve vurdumduymaz israflar…

Üstelik bir hıristiyan bayramı için…

Değer mi?

Değmez de, her tarafta rüzgâr gibi esiyor olunca bu tesire kapılmamak acaba ayıp olur mu kaygıları sarıyor kimilerini de.

Lâkin yüce Allah, îman ehlini;

«…Kınayanın kınamasından korkmazlar…» (el-Mâide, 54) özelliğiyle tasvir ediyor, yani mü’min kullarının böyle olmasını istiyor.

Demek ki vazifemiz; hiçbir menfî tesire aldırış etmeyen iradesi sağlam îman sahipleri olmak…

Bunun yolu;

Özümüze dönmek! Kendi İslâm medeniyetimizin esaslarıyla hareket etmek… Nefsânî dalgalanmaların tesiri altında kalıp selde sürüklenen kütüklerden olmamak. Ancak Allah için ve Allah yolunda etkileyen olmak!

Bunun için;

Haramların câzibesinin arttığı ve nefisleri etkileme gücüne sahip malların pazarlarda revaçta olduğu içinde bulunduğumuz şu devirde; onun gibi bunun gibi falan gibi değil, her yönüyle Rasûl-i Zîşan Efendimiz’in «Biz» halkasına dâhil ettiği müstesnâ şahsiyetler kervanı ardında koşmak, ilimde de irfanda da en zirvede kendi medeniyetimizin insanı olabilmek, zarûrî.

Şair ne güzel söylemiş:

Bize dönün ey bizler, onlar içindir onlar,
Onlar biz değiller ki, bizlere biz olsunlar!.. (Seyrî)

Gerçekten bugün en mühim meselemiz:

Biz olmak!