HALVET TALEBİ
Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com
Asıl adı Mehmed Şemseddin olan Akşemseddin Hazretleri, 1389 yılında Şam’da doğdu. Nesebi Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’a dayanır. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra, Amasya ve Osmancık medreselerinde eğitim gördü. Tıp ve eczacılık ilminde kitap te’lif edecek kadar bilgiliydi. Zâhirî ilimleri ikmâl etmesine rağmen gönlündeki boşluğu dolduramayan Akşemseddin Hazretleri, devrin mürşid-i kâmillerini araştırdı ve Ankara’da ikamet eden Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’nin yanına gidip ona talebe oldu. Daha sonra Beypazarı, İskilip ve Göynük’e yerleşerek insanlara Hakk’ı ve hakikati anlattı, eserler te’lif etti. Göynük’te bulunduğu sırada, devrin sultanı II. Murad Han’ın arzusu üzerine Şehzade Mehmed’in eğitimini üstlendi. Şehzade Mehmed’i maddeten fennî ve Kur’ânî ilimlerle bezerken mânen de müjde-i Peygamber’e fedâî olarak hazırladı. Kuşatmanın başladığı günden başlayarak surlara sancağın dikildiği âna kadar, fethin mânevî kumandanı Akşemseddin Hazretleri oldu.
Akşemseddin Hazretleri, 1459 senesinin Şubat ayında vefat etti. Kabri, Göynük’tedir.
*
Rivâyete göre bir defasında Sultan Fatih ziyaret maksadıyla Akşemseddin Hazretleri’nin yanına gitmişti. Akşemseddin Hazretleri, padişahın geldiğini fark etmesine rağmen ayağa kalkmadı. Sultan Fatih, buna üzüldü ve içerledi. Akşemseddin’in asıl maksadı ise, eski hakan ve hükümdarlara müyesser olmayan bu fetihten dolayı onda -muhtemel- gördüğü gururu terbiye etmekti. Sultan Fatih, Akşemseddin’e;
“–Sizden bir talebim olacak?” dedi. Akşemseddin;
“–Nedir?” deyince Sultan;
“–Birkaç gün sizin yanınızda halvete girmek istiyorum.” diyerek talebini iletti. Akşemseddin kabul etmedi. Sultan’ın ısrarına rağmen bu talebin kabul edilmemesine kızan Sultan;
“–Herhangi bir Türk yanınıza geliyor da onu halvete sokuyorsunuz. Peki bana niye mâni oluyorsunuz?” dedi. Akşemseddin şu îzahta bulundu;
“–Eğer sen halvete girersen, saltanatı gözünden düşürecek derecede bir haz bulursun ve dünyadan el etek çekersin. Devlet işleri ve düzen bozulur. Bu işimizden Allah râzı olmaz.”
NA‘T-I RASÛL’ÜN TASHİHİ
Şair, fikir adamı ve yazar Ömer Ferid KAM, 10 Ocak 1864’te İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. Beylerbeyi Rüşdiyesi’ni bitirdi. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Mütercimlik ve muallimlik yaptı. İlim öğrenmeye devam ederek Mustafa Âsım Efendi’den icâzet aldı. Mehmed Âkif’in yakın dostu olan düşünür, «Sırât-ı Müstakîm» ve «Sebîlürreşâd» dergilerinin ilk ve sürekli yazarlarındandı. Ömer Ferid, 22 Mayıs 1944’te vefat etti. Kabri, Ankara Cebeci asrî mezarlığındadır.
*
Merhum Mahir İZ anlatır:
Ferid KAM Bey Ankara’da Tâceddin Dergâhı meşrûtasında oturduğu zamanlar;
Vücûd-i akdesin âlâdan âlâ yâ Rasûlâllah!
diye başlayan bir «Na‘t-ı Rasûl» yazmıştı. Bana okudu ve hemen istinsâh ettim. Akşam eve döndüm. Yemek esnasında sokak kapısı şiddetle çalındı. Koştum, baktım, Üstad heyecan içinde;
“–Aman oğlum! Ben büyük bir terbiyesizlik ettim, hemen şimdi düzeltelim. Son beyitte Peygamber’e emreder gibi; «Kaydet!» demiştim. Bu ne küstahlıktır. Ben şöyle düzelttim:
Ferîd-i bî nevâ da defter-i uşşâkına geçsin.
Şimdi git sofraya oturmadan defterdeki hatayı düzelt, sonra yemeğini yersin.” demişti.
Bu hâl muhterem üstâdın Fahr-i Risâlet’e karşı olan derin hürmetinin nişânesi idi.
ÎCÂD EDİLEN FÜZEYE KİM, NİÇİN MÂNİ OLDU?
Sultan IV. Murad Han, 27 Temmuz 1612’de İstanbul’da dünyaya geldi. Enderun’da yetişti. İlme ilgisi yüksekti. On bir yaşında çıktığı tahtta on yedi sene kaldı. Saltanatının ilk yıllarında, idarede saray hanımlarının tesiri oldukça fazla olsa da daha sonra idareyi ele almasını bildi. Döneminde içki ve tütünü yasakladı.
Sultan IV. Murad, 8 Şubat 1640’ta yakalandığı hastalık sebebiyle vefat etti. Kabri, Sultanahmet Türbesi’ndedir.
*
Hasan Çelebi isminde bir mûcit, barut macunu kullanmak sûretiyle fişek usûlünü değiştirip füze yapmıştı. Bu füzenin savaşlarda kullanılması teklifi üzerine Padişah IV. Murad;
“–Bu silâh hesap edilemeyen yerlere düşer ve çok insanın ölümüne sebebiyet verir. Bu zulümdür, günah olur!” diyerek bu silâhın orduda kullanılmasını reddetti. (Mehmed Niyazi ÖZDEMİR, Türk Tarih Felsefesi, s. 280)
Bu düstur; İslâm dîninin savaşta dahî hiçbir kadına, çocuğa, yaşlıya dokunulmaması esasıdır. Bir de günümüzü düşünelim! Bombardımana tâbî tutulan şehirlerde nice bebekler, çocuklar, yaşlılar ve masum siviller katlediliyor.
Ziya Paşa bir beytinde şöyle der:
Zâlimlere mehl olmasa matlûb-ı ilâhî,
Bir demde yıkar âlemi mazlumların âhı.
MUZİP HAŞMET
Dîvan şairi Haşmet, on sekizinci asrın başlarında İstanbul’da dünyaya geldi. Asıl adı Mehmed’dir. İlk tahsilini müderris olan babasından aldıktan sonra medreseye devam etti. Arapça ve Farsça öğrendi. Koca Ragıp Paşa çocukken tanıdığı Haşmet’i himayesine aldı ve yetiştirdi. Nükte ve hazırcevaplığıyla kısa sürede tanındı. Fakat meşhur olması hayatına menfî tesir etti. Zira devlet ricâliyle birlikte birçok kişiye kullandığı sivri dili sebebiyle önce Bursa’ya daha sonra da Rodos’a sürgün edildi.
Şair Haşmet, 1769’da Rodos’da vefat etti. Kabri, Rodos’tadır.
*
Koca Ragıp Paşa; bir yaz günü öğle vakti Üsküdar’a gitmiş, havanın hararetinden aşırı derece susamıştı. O sırada orada oynayan çocuklara seslenerek;
“–Çocuklar! Kimin evi yakınsa bana bir bardak su getirsin.” dedi. Haşmet, hemen gidip toprak bir kap içinde turşu suyu getirdi. Ragıp Paşa, bu hâle pek memnun olmuş ve turşu suyunu kana kana içmişti. Sonra çocuğa teşekkür etmek için;
“–Yavrum, ben su istemiştim, sen turşu suyu getirdin. Çok düşüncelisin, teşekkür ederim.” dedi. Haşmet;
“–Rica ederim bey amca! Annem turşu küpüne fare düştüğünden bu yana gelene geçene soğuk turşu suyu ikram ediyor.”
Ragıp Paşa fena hâlde öfkelenerek oturduğu yerden fırlayıp elindeki çanağı yere çarptı. Bu defa Haşmet;
“–Eyvah, kedinin yal çanağını kırdınız. Annem bunun hesabını bana fena soracak…” diyerek ağlamaya başladı. Ragıp Paşa, biraz dikkat edince çocuğun bunları muziplik olsun diye yaptığını anladı. Ondaki kıvrak zekâyı ve hazırcevap yeteneğini fark etti. Haşmet’i yanına almaya karar verdi. Onun elinden tuttu, okuttu, yetiştirdi. Meşhur Şair Haşmet’in yetişmesi böyle başladı.