Global Kültür İstîlâsı Karşısında ŞAHSİYET KRİZİ

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com – seyri@yuzaki.com

Moda oldu:

‒Benim kişiliğim bu!

‒Ben kendime şöyle bir şahsiyet profili seçtim.

‒Kendi kimliğimi ben böyle oluşturdum.

Şahsiyet sahibi olmak çok güzel. Ancak bu güzelliği bahane edip de karakterleri bozmak çok kötü. Meselâ tahta parçası, hafifliğinden şikâyetle demir olmaya özenip ömrü boyunca bunu gerçekleştirmek için uğraşsa kendini inşâ mı etmiş, yoksa yapısını mahvetmiş mi olur? Ya da tersi, bir demir, ağırlığından şikâyetle tahta parçası olmaya heves edip bunda inat etse, yapısına uygun bir karakter mi kazanmış, yoksa güzelim karakterini bozmuş mu olur?

Garâbet ortada. Herkes buna doğru cevabı verir elbette.

Ancak;

İş, duyguların ambalâjına girdiğinde, hâdiselerin alevlerine büründüğünde mâlûm garâbet hiç fark edilmeden büyük bir maharetmiş, ustalıkmış ve başarıymış gibi aile yuvalarında cirit atıyor, eğitim ortamlarında fink atıyor, millet ve memleketin köşe taşları üzerinde acayip manevralar yapıyor.

Böylece herkesin itiraz edeceği ve asla yüz vermeyeceği garâbet, çok derinlerde, arka plânlarda kalıyor, hiç gözükmez bir hâl içinde nice görünen fâcialara sebebiyet veriyor, üstelik ıslah adına, mükemmellik adına, çözüm adına, çare ve derman adına.

Bu garâbeti görmenin en büyük engeli de:

Global kültür…

Din, îman, ahlâk, vicdan ve kul hakkı tanımayan bir kültür. İnsanlığı ve fazîletleri öldüren bir kültür.

Global kültür…

Gün geçtikçe global bir dev kesildi. Global bir istîlâya döndü. Güzelliklerle dolu gönül ülkelerini çirkinleştirmeye başladı. Akıl ve vicdanlarda tedbirsiz sokakları, caddeleri ve yuvaları, darmadağın etti. Mukaddeslere karşı markası barış olan büyük savaşlar açtı, insanlığı güzelliklere düşman, rezâletlere dost hâle getirdi.

Böylece;

Dünya çapında yaşanan maddî krizlerden daha büyük bir hâdise patlak verdi:

Şahsiyet krizi.

«Îman nedir?» deyince, uyduruk açıklamalar etrafında her türlü bozuk fikirlere yuvarlayan, ateizm ve deizm uçurumlarına düşüren bir anlayışla, insanın cennet rotasını yok edici bir şahsiyet krizi. Nesiller boyu Mevlânâlar, Yûnus Emreler, Fatihler, Hayme Analar, Râbia Hatunlar olarak yetişecek evlâtları henüz çocuk yaşlarda çok ağır bir mânevî kalp krizine kurban ederek mahveden bir şahsiyet krizi.

«Akıl ve idrak nedir?» deyince, ahmaklığı felsefeleştirmiş bir düşünce akımına fedâ edilmiş bir akılsızlık ile, idrakleri öldüren fikrî beyin kanamalarıyla dolu bir şahsiyet krizi!

«Ahlâk nedir?» deyince, iblislerin ağzından çıkan tariflerle donatılmış bir ahlâksızlığı moralize ederken en yüce ahlâkı demoralize etmeye uğraşan, kötülükleri ve mel’anetleri baş tâcı etmek için çırpınan bir şahsiyet krizi!

«Merhamet nedir?» deyince, bütün îzahları zâlimliğe çıkan bir şahsiyet krizi!

«Şefkat nedir?» deyince, mazlumlara ve masumlara dünya çapında âmâ kesilirken sırf güçlü oldukları için canavarların dişlerine ve çıkarlarına hizmet etmeyi maharet sayan bir şahsiyet krizi!

«İnsanlık nedir» deyince, vahşî duyguları ve nefsânî çarpıklıkları normalmiş gibi reklâm ve şırınga ederken yüce duyguları ve fazîletleri de alabildiğine anormal gibi göstererek beşeriyetin dengesini bozan bir şahsiyet krizi, kimlik buhranı!

«Aile nedir?» deyince, bütün fertleri arasında aykırılıklar, kopukluklar, ihânetler, çarpışmalar, zıtlıklar, hasımlıklar ve düşmanlıklar arenası oluşturup sadece menfaat ve çıkar noktasından başka yönü olmayan bir yapı uydurmaya ve inatçı keçi gibi ısrarla bunu üretmeye adanmış bir şahsiyet krizi!

Tanzîmat’tan beri süregelen bu krizin acı tablosunu üstad Necip Fazıl dünü ve bugünü resmeden bir pencereden ne kadar hazin dile getirir:

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam)da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin; işte evim!

Ne acı bir şahsiyet krizi.

«Eğitim nedir?» deyince, yaratılıştan verilen saf ve tertemiz özellikleri alt-üst etmek, melek gibi karakterlerden şeytan gibi tipler üretmenin hummalı faaliyetini en ideal model sanan bir şahsiyet krizi!

«İlim ve şuur nedir?» deyince, kitap satırlarında güve kesilmeyi, virüsten beter şüphelere ve zanlara taparcasına sarılmayı, akla ve kalbe gurur ve kibir bataklığında banyo yaptırmayı âdeta kendisine mantık ve esas edinmiş bir şahsiyet krizi! Bir doktoru cellâda, bir hukukçuyu eşkıyâya, bir tüccarı yankesiciye, bir çobanı çakala dönüştüren bir kriz!

Şahsiyet krizi.

Üretim çağındayız ya. Sokakta, evde, okulda, caddede her yerde her türlü şahsiyet tipi üretiliyor. Adım başı, pazar-çarşı, her türlü şahsiyet satılıyor. Reklâmlar, özendirmeler ve şart diye bağırtılar dolu. Tezgâhlar şahsiyet tipleriyle lebâleb. Kimisi bir tane alıyor. Kimisi iki, kimisi üç, dört, beş, altı şahsiyet birden alıyor ne olur, ne olmaz diye.

Çünkü yoğun bir tüketim var bu hususta. Belki en fazla tüketim bugün şahsiyet meselesinde.

Gece-gündüz şahsiyetler tüketiliyor. Sonra da yenileri üretilip satılıyor piyasada.

İbret!

Tüketim çağındayız ya. İnsanlar en tabiî hakları gibi görüyor tüketmeyi. Lâkin tüketilen şey, şahsiyet olunca ortada çok büyük insanlık krizleri yaşanıyor. 7 milyarlık bir nüfusa ulaşan insanoğlu, ciddî bir insanlık krizi yaşıyor. Maddeten nüfus bu. Mânen nüfus sayımı mümkün olsa, yok kadar az bir rakam çıkardı karşımıza. İnsan çok, adam yok!

Var olması için ne yapmalı?

Hiç şüphesiz ki insanlığın yegâne reçetesi olan İslâm’a sarılmalı. O son reçete. Allâh’ın hak olarak yazdığı son kurtuluş reçetesi.

Bu sebeple;

O reçeteden başka her fikir ve akım, her inanış, anlayış ve yaşayış, bâtıl hükmünde. Ne kadar cilâlı ve takdimi güzel olursa olsun, her bâtıl da, insanlığı daha bir felâkete ve eyvaha sürüklemekte. Nesilleri perişan eylemekte. Çare? Vitrinleri ve satırları değil, mutfakları ve hakikatleri itibarıyla tarih kitapları dikkatle okunduğunda daima görülecektir ki:

İnsanlığa şahsiyeti, ancak İslâm kazandırdı. Hazret-i Kur’ân ve Hazret-i Peygamber kazandırdı.

Îmanlı bir şahsiyet, İslâm’ın yegâne hak ve doğruluk ekseninde yetişti ancak.

Akıl ve idrâki olgun şahsiyet, iki dünyayı bir bütün hâlinde kavratan yüce İslâm’ın rahle-i tedrîsinde icâzet aldı ve destanlar yazdı.

Merhametli bir şahsiyet, gerçek mânâda ancak İslâm terbiyesinde teşekkül etti.

Şefkatli bir şahsiyet, ancak İslâm’ın insanlığa yegâne hediyesi oldu. Diğer medeniyetler ise şefkatin sadece perdesini ve lâkırdısını kullandılar, lâkin tam hakikatini hiçbir zaman sergileyemediler. Hattâ arka plânda onlar, daima şefkat, merhamet ve muhabbetten nefret ettiler.

Dolayısıyla;

Huzurlu bir aile şahsiyeti de, ancak İslâm’ın gönülleri kaynaştıran, birleştiren, fedâkârlık ve fazîletler etrafında yoğurduğu kopmaz muhabbet bağlarıyla ördüğü bir kimlik ve yuva oldu.

Dolayısıyla;

Ne zaman İslâm’dan uzaklaşıldıysa fertler, aileler ve toplumlar, kötü bir harabeye dönen ve terk edilen bir enkaz olarak eyvahlara mahkûm oldu.

Dolayısıyla;

Global kültür istîlâsıyla patlak veren şahsiyet krizi, ancak İslâmiyet’in tıptan daha mâhir tedavi ve dermanıyla çözülebilecek bir meseledir.

Âhirzaman girdaplarında bin bir krizle gittikçe daha da bunalan ve çaresizce çırpınıp duran insanlık, ancak İslâm şahsiyetine avdet ettiği gün durulacak ve huzur bulacaktır. Mâlûm; câhiliyye devrinde şahsiyetleri ayak altında olan tipler, İslâm’ın asr-ı saâdetinde gökteki yıldızlar misâli şahsiyet âbideleri hâline geldiler.

O şahsiyet âbideleri;

Yeryüzünü fazîletle, adâletle, huzurla ve merhametle doldurdular.

Hazret-i Ebûbekr’in şahsiyeti; Hazret-i Peygamber ahlâkında nümûne bir sadâkat ve sıddîkıyet âbidesi oldu. Bozulmaz bir dostluk ve cömertliğin zirvesine örneklik etti.

Hazret-i Ömer’in şahsiyeti, adâlet ve fârûkıyetin âbidesi oldu. Her hâlükârda hakkı haykırışın ve ikāme etmenin gerçeğini yaşadı ve yaşattı.

Hazret-i Osman’ın şahsiyeti; edep, hayâ, fütuhat ve aşk-ı Kur’ân’ın âbidesi oldu.

Hazret-i Ali’nin şahsiyeti ise; peygamber ilminin şehir kapısı ve Allâh’ın arslanı olarak müsemmâ oldu.

Onların ardından;

Ömer bin Abdülazizler, İmam Buhârîler, İmam Müslimler, İmâm-ı Âzamlar, İmam Şâfiîler, Şâh-ı Nakşibendler, Abdülkādir-i Geylânîler, Rıfâîler, Mevlânâlar, Yûnuslar, Osmanlar, Mehmedler, Fatihler, bunları doğuran ve büyüten emsalsiz vâlideler, muhterem anneler ve daha nice müstesnâ ve âbide şahsiyetler yetişti.

Onlardan bize;

O kadar fazîletler yansıdı ki, yazılmış olanlar kütüphâneleri doldurdu, yazılmamış olanlar da silinmez satırlarla gökleri doldurdu. Yani saymakla bitmeyecek ne büyük fazîletlere sahip aziz bir milletiz, aziz bir ümmetiz.

Heyhat!

Tanzîmat’tan beri belli mihraklar ne yazık ki kasıtlı bir şekilde romanlarında, makalelerinde vesâir tezgâhlarında o fazîletleri, tam tersi propagandalarla kirletmek istediler daima.

Oysa;

150 yıldır devam eden varoluş mücadelemizin her safhasında en derin uçurumlardan bu milleti ve memleketi o fazîletlerle donanmış şahsiyetler kurtardı. Çanakkale’den İstiklâl Harbi’ne, 15 Temmuz’a kadar her virajda bu vatanın gerçek şahsiyetleri sayesinde destanlar yazıldı. O fazîletler dolu şahsiyetlerin fedâkârlığı, şehid ve gazi oluşları bu memleketi ayakta tuttu. Aileyi ve fertleri kezâ ayakta tutan bu oldu. Millet ve devleti de kezâ budur ayakta tutan.

Bu bakımdan;

O şahsiyet daima her gönülde var olmalı ve ayakta kalmalıdır. Onu krizlere kurban etmemeli, İslâm rûhuyla dimdik hâle getirmelidir.

Yoksa;

Hayatı, hayvânî duyguların kavgasını vermekten ibaret zanneden, ârızalı ve lânetli bir kimlikten şahsiyet mi olur? İnanca, ecdâda, aileye ve millete nankörlüğü ve hattâ düşmanlığı mantıklaştıran berbat ve kötürüm bir kişilikten, şahsiyet mi olur? Cennet yerine cehennemi kazanmak için çırpınan aptal bir akıldan şahsiyet mi olur? Merhamet ve şefkat lâkırdısı yapıp da zulmü ve acımasızlığı şiar edinmiş bozuk tiplerden şahsiyet mi olur? Vicdan ve ahlâkın sadece maskesini kullanıp da muhtevâsını gaddarlık ve vahşetle doldurmuş olan çürük bir yürekten şahsiyet mi olur? Asırlardır bize diş bileyen en soğuk düşmanların sunduğu modeller, en karanlık pusular ortasında bizi yok etmek isteyen kötülük sembolleri, mübârek neslimize hiç sıcak bir dost, hiç doğru bir çare ve hiç isabetli bir şahsiyet mi olur?

«Olur» zannetmenin ağır bedelleriyle dolu değil mi yakın tarihimizin en acı tabloları? Kocaman coğrafyalar, dünyanın en zengin petrol yatakları, cihânın en kıymetli medeniyet hazineleri, diyarlar ve daha neler elimizden kayıp gitmedi mi? Bunlar yaşanırken sloganlarımız hep hürriyet oldu, lâkin milyonlarca kilometrekaremiz düşmanlara mülkiyet oldu.

Hepsinin sebebi, düşmanların bize yaşattığı şahsiyet krizi.

Kendisini yok etmek isteyen zâlim bir cellâdın heveslerine hayran kalan bir karakter çerçevesinde şahsiyet krizi.

Bu kriz, durmadan tekerrür ediyor.

Çünkü insanımız bu krizle uğraşırken yabancılar dünkü gibi daima bizlerden bir şeyleri talan ile meşgul olacak. Dost maskeli ezelî hasımlarımız, ön plânda kişilik kavgaları döndürürken arka plânda enerji haklarımız ve memleketimiz üzerinde büyük plânlar ve saldırılar devreye sokuyor. Onun için bu milleti, dün olduğu gibi yine şahsiyet krizleri etrafında dize getirmeye ve hattâ yok etmeye çalışıyorlar. Şahsiyetleri târumâr etmeden bunu yapamayacaklarını bildiklerinden dolayı en büyük muharebeler bu sahada veriliyor.

Global kültürle nesillerin onları ayakta tutacak öz şahsiyetini istîlâ ve işgal etmek. Sonra da özüne yabancılaştırıp mahkûm etmek. En basitinden bir yabancının şu veya bu sebeple saç şekli itibarıyla bile özendirip gençlerimizi peşine takması, belki heves edenlerin gözünde sıradan bir saç meselesi, fakat onların gözünde ciddî bir haç meselesi. “Yok canım!” diyenler, yıllardır neler nelerin «yok» olduğuna baksınlar yeter.

Tam bu noktada şu ilâhî îkazlar ne kadar mühim:

“İşte bu sebeple Sen;

•(Tevhide) davet et!

•Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!

•Onların heveslerine uyma!..” (eş-Şûrâ, 15)

“(Kezâ)

•Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme!

•Onların eziyetlerine aldırma!

•Allâh’a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter.” (el-Ahzâb, 48)

“Ey îmân edenler!

‒Şeytanın adımlarını takip etmeyin!

‒Kim şeytanın adımlarını takip ederse, (biliniz ki)

‒Muhakkak o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder.

Eğer üstünüzde Allâh’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” (en-Nûr, 15)

“(Ey îmân edenler!)

‒Rabbiniz’den size indirilene uyun!

‒O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin! (Lâkin)

‒Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz / ne kadar kısa düşünüyorsunuz?” (el-A‘râf, 15)

Bu ilâhî tâlimatlar;

Şahsiyet krizini çözecek olan yegâne düsturlardır. Çünkü yüce Allâh’ın hayata hâkim kıldığı denge itibarıyla;

Bir ağacın kökü, gövdesi, dalları ve meyvesi, aynı mâhiyettedir ve muhteşem bir bütünlük oluşturur.

Kök yaban çalısı, gövde şeytan darısı, dallar gaflet dikeni, meyveler de ebûcehil karpuzu gibi bir ağaç şekli yoktur Hak mîzânında. Ancak kullar, kendilerine verilen kısacık bir imtihan süresinde aldıkları emâneti bozar da böyle bir ağaç şekli oluşturmaya kalkışırlarsa, cehennem kütüklerine dönerler. Aslında bugün dış ve iç düşmanların yaptıkları tam da böyle bir kötürümlük. Islah ediyoruz, diyerek aileyi de toplumu da bu vaziyete dönüştürmek için uğraşan çok. Muhteşem kökleri olan ailenin gövdesi köksüz ve kuru olsun, dalları başka olsun, meyvesi de ebûcehil karpuzu olsun diye gayret eden edene. Nâdan kimseler tamam da bazen aldanmış dost kimseler de buna çalışıyor olunca, neticeler ibrete çıkıyor.

Ancak ibrete değil, hikmete çıkması lâzım.

Bunun için;

Îmandan ahlâka muazzam bir bütünlük ve bağlılık gerek.

Ağacın kökü ile gövdesi arasında, gövde ile yaprak arasında, yaprak ile meyve arasında farklılık olur fakat zıtlık ve kopukluk asla olamaz. Aksi takdirde hiçbiri kalmaz çünkü.

İşte bugün aldanılan nokta burası:

Farklılık diyerek kopukluk ve zıtlıklara dûçâr olmak. Nesiller böyle mahvediliyor. Düzelmesi de bu yönde bir idrâk iledir ancak.

Cenâb-ı Hak buyurur:

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ
بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ
وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ
كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ

“(Ey kullarım!)

‒Îmân eden ve

‒Nesilleri de îmanda kendilerine tâbî olanlar var ya,

•İşte Biz;

‒Onların nesillerini de kendilerine kattık.

‒Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik.” (et-Tûr, 21)

İşte şahsiyet krizini halledecek yüce bir formül.

Îman ağacının kesintisiz ve kopukluk olmadan nesiller boyu devam etmesi. Hepsinin birbirine kıymet katarak bütün hâlinde daha değerli olması. Meselâ îman halkası, on kişilik devam etti. Onların her biri on kişilik bir değerle ilâhî terazide kıymete ve lutfa mazhar. Diğerleri de kezâ. Hiçbirininki eksilmeden başkasına ilâve. Ne büyük rahmet.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…