BALIK BİLMEZSE HÂLIK BİLİR…

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Dünyayı bırak, zira bu dünya senin değildir!
Şu an aldığın nefes, senin isteğinle değildir!
Dünya malını biriktirdinse mutlu olma!
Şu kendisine dayandığın can, senin değildir!

(Sultan Veled [Rûhu’l-Beyân’dan])

Ekim ayının başlarıydı, İstanbul Boğazı’nda tam palamut zamanıydı. Balıkçı Rüstem seher vakti Salacak’taki balıkçı barınağından kürek çekerek ayrıldı.

Kız Kulesi’nden biraz daha açığa çekilip küreklerini kayığın içine aldı, kaşık oltasını hazırladı, ay ışığında şarap şişesinden bir fırt çekip şişeyi dizlerinin arasına sıkıştırdı.

Bir taraftan balık tutuyor bir taraftan da; «Şu illeti nasıl bırakacağım?» diye düşünüyordu, sonra; «Çoluk yok, çocuk yok, eğer beni düşünecek kimsem olsaydı içer miydim bu mereti?» diye aklından geçirdi.

Oysa onu da düşünen, onun da yolunu gözleyenler vardı.

Bu düşünceler içerisinde farkında olmadan Boğaz’ın ortalarına doğru açılmıştı.

O sırada birdenbire Karadeniz tarafından gelen o kara kadırga; iskele tarafından kayığına bodoslama bindirince, Rüstem Efendinin kafasında sanki bir şimşek çaktı, kendini bir anda denizin dibinde buldu.

Gözlerini açtığında artık denizin diplerinde bir yere doğru akıntıya kapılmış gibi çekiliyordu; ne bir ağrı ne bir acı duyuyor, kendini çok iyi hissediyordu, sanki bir rüyanın içerisindeydi.

O; denizin derinliklerine doğru kayarken, etrafındaki balıklar onu geri döndürmeye uğraşıyorlardı.

Balıkların sayısı giderek artmaya başlamıştı, en sonunda onu durdurmak için önüne şeffaf bir perde çektiler.

“–Aman yâ Rabbî!”

“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında;

«–Rabbim! Beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada sâlih ameller işleyeyim.» der.

Hayır! Bu, onun ağzından çıkan (boş) bir lâftan ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, bu dünyaya dönmelerine mâni olan) bir berzah (perde) vardır.”
(el-Mü’minûn, 99-100)

Rüstem Efendi perdenin arkasını görüyor, işitiyordu.

Perdenin arkası sanki şeffaf bir pelte gibiydi; bazı yerleri titreşiyor, bu titreşen yerlerden mutluluk sesleri yükseliyordu:

–Bizimkiler geldiler, bana duâ ediyorlar!

Bir başka bölge titreşiyor, oradan bir gülüş sesi:

–Benimkiler de geldi bana Yâsîn-i şerif okuyorlar!

“–Aman yâ Rabbî!

Ruhlar, öbek öbek toplanmış ordular gibidir. Birbiri ile tanışmış ve birbirlerini sevmiş sâlih ruhlar, orada ebedî olarak buluşurlar ve birbirlerini ebedî olarak severler.”
(Müslim, Birr,
49)

“–Aman yâ Rabbî! Ne kadar güzel bir yer burası. Hatalarımı affet beni de al oraya yâ Rabbî!”

“Sonunda Firavun boğulmanın eşiğine geldiğinde;

«–İsrailoğullarının inandıkları ilâhtan başka ilâh olmadığına inandım. Ben de ona teslim olanlardan biriyim.» dedi.

«–Şimdi mi aklın başına geldi? Daha önce hep Allâh’a karşı gelmiş ve bozgunculardan biri olmuştun.»”
(Yûnus, 91)

Balıkların sayısı daha da artıyor; Rüstem Efendiyi sağından solundan iterek akıntının tersine, suyun yüzeyine doğru götürmeye çalışıyorlardı.

“De ki:

«–Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, affedici ve merhametlidir. Rabbinize yönelin, O’na teslim olun!»”
(ez-Zümer, 54)

“–Aman yâ Rabbî! Sana teslim oluyorum! Aman yâ Rabbî! Sana teslim oluyorum!

Rüstem Efendi gözlerini açtığı zaman kendini kayığın içerisinde sırt üstü yatar buldu; bir arkadaşı bacaklarının üzerine at gibi binmiş, iki elini birleştirip göğüs kemiğinin altından karnına baskı yaptıkça soluk borusuna hapsolan su ağzından püskürmeye başlamış, o zaman kendine gelmişti.

Kayığın içi balık doluydu. Arkadaşları bu kadar kısa sürede bu kadar çok balığı nasıl tuttuğuna şaşırmışlardı, ona da sordular. Rüstem Efendi;

“–Balık da bilir, Hâlık da bilir.” dedi.

Balıkçı barınağında üzeri değiştirilip Üsküdar’da birer çorba içildikten sonra, arkadaşlarının ısrarla onu eve bırakma tekliflerini geri çeviren Rüstem Efendi; onlardan ayrıldı.

Hemen kayığına gidip, önce kürek çektiği yerin altına sıkışan şarap şişesini utanarak çöpe attı; sonra iki kova balık alıp, onları daha önceden tespit ettiği evlere;

“–Balık da bilir, Hâlık da bilir.” diyerek dağıtmaya başladı.

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
(el-Bakara, 271)

Her zaman uğrayıp balık bıraktığı fakir fukarâ, garip gurebâ onun bu söyledikleri karşısında; «Herhâlde şarabı fazla kaçırmış Rüstem Efendi…» diye düşündüler.

Oysa onun sarhoşluğu başkaydı!

Tam balıkları dağıtmayı bitirmişti ki sabah ezanı okunmaya başladı, daha önceden kıyısında balık tutarken tanıştığı onu yola sokmaya çalışan Kuşkonmaz Camii’nin imamı ile caminin kapısında karşılaştılar. İmam Efendi gülümseyerek onu içeriye aldı.

Rüstem Efendi namazını edâ ettikten sonra İmam Efendi’yi yakalayıp ona;

“–Balık da bilir, Hâlık da bilir.” dedi.

Rüstem Efendiyi bu hâlde gören İmam Efendi gülümsedi ve dedi ki:

“–Bak Rüstem Efendi!

Bizim, ecelimizi kendi irademizle uzatma veya kısaltma yetkimiz yoktur. Bu yetki Allâh’ındır. Allah dilerse ve bizim amelimiz buna uygunsa uzatabilir. Şu âyet-i kerîme bunu haber veriyor:

«…O, günahlarınızı bağışlamak ve ölümünüzü belli bir vakte kadar geri bırakmak için sizi îmâna çağırıyor…» (İbrâhim, 10)

Peygamber Efendimiz de bir hadîs-i şerîfinde bunu haber veriyor:

«Müslüman kişinin verdiği sadaka ömrünü uzatır, kötü ölümü önler.»
(Câmiu’s-Sağîr, 3/1121)

İşte seni düşünenler, seni bekleyenler sayesinde şarabı da bıraktın Hâlık’ına da kavuştun, şimdi bu kavuşmanın tadını çıkar Rüstem Efendi!”

Rüstem Efendi başını önüne eğdi; caminin kapısındaki kovalarını aldı, evine doğru yollandı.

Kimi; «Çarpmanın etkisi ile beyni zedelenmiş.» dedi, kimi; «Suda fazla kaldığı için beyni oksijensiz kalmış.» dedi, kimi; «Gördüğü bir rüyanın etkisi ile…» dedi. Ama o günden sonra Rüstem Efendi;

“–Balık da bilir, Hâlık da bilir.” diye gezen bir mecnun oldu.

“Her gelen er gidermiş vesselâm, bu hikâye de böyle bitermiş es-selâm.”