ZÜHD ANLAYIŞI ve DÜNYEVÎLEŞME

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bu ay birbirine zıt iki anlayışı gündeme getirmektir niyetimiz. Bugün artık hastalık hâline gelmiş olan «dünyevîleşme» ancak «zühd» anlayışına sahip olma ile giderilebileceği için başlığımızı da ona göre attık. Bilindiği üzere «zühd» tasavvufî bir mefhumdur. Hakikî mânâda «zühd»; kişinin eşyaya sahip olmaması değil, eşyanın kişiye sahip olmamasıdır. Yani dünya sevgisinin; kişinin gönlüne girip, ona Allah Teâlâ’yı, emirlerini ve âhireti unutturmasına mâni olmaktır.

«Zühd» lügatte; «soğuk davranmak, herhangi bir şeye meyletmemek, azla yetinmek» (tabiî dünya adına) mânâsındadır. Zühd, dünyadan tamamen el etek çekmek değildir. Böyle bir anlayış zaten İslâm’da yoktur. Dünyanın, insanın iç âlemini istîlâ etmesine ve Rabbinden uzaklaştırmasına izin verilmemesi vardır.

Zühd, «takvâ» ile de alâkalıdır. Takvâ anlayışında; mü’mini, karakter ve şahsiyet mânâsında bozulmaktan, kendini dağıtmaktan berî kılan bir toplayıcılık fazîleti hâkimdir. Zühd takvâyı artırır, besler, güzelleştirir.

Yüce Kur’ân’da «geçici, fânî şeylere önem vermemek, âhireti dünyaya tercih etmek» gibi anlayışlara yer verilir.

İslâm’a göre; dünya ve âhiret, ikisi birbirini tamamlar. İslâm birine önem verip diğerinin bırakılmasını istemez. «Dünyada iyilik, âhirette de iyilik» anlayışı duâ olarak dillere yansır. Ancak Kur’ân; dünya hayatına dair kulları uyarır, mal, evlât ve zenginlik gibi varlıkların insanla olan irtibatı sorgulanır, kişinin dünya için âhiretini terk etmesi ve sorumluluktan kaçması yerilir.

“Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, (otlağa) salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.

İttikā edenler, (Allâh’ın azâbından) korkanlar için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır.

(Dünya hayatının fânîliğine) hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En‘âm, 32)

Kur’ân-ı Kerim’de dünyanın zemmedilmesi, insanın dünyaya meyletme isteğinden dolayıdır.

İnsan ebedî saâdetini kazanmak gayesiyle, imtihan edilmek üzere dünyaya gönderilmiştir. Bu hakikatten hareketle, zühd ve dünyevîleşme hususunda aslolan insanın dünyaya meyletmemesi ve dünyaya düşkünlük göstermemesidir. Dünyadan nasibini alma, helâl çerçevede keyfe kâfîdir. Aşırıya kaçma durumu, nefsin isteklerine gem vurulamaması hâlidir. O zaman müslümanlar, hayat boyu devam edecek büyük cihâd olan nefsini eğitme işini asla hafife almamalıdır.

İki cihânın yani dünya ve âhiretin serveri -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in kendisine has bir zühd hayatı vardı. O kâmil kul; peygamberliğin ilk senelerinde fakirlik içindeydi, bu el-hak doğrudur. Ama ilerleyen senelerde Arap Yarımadası’nın bütününe hâkim olunacak güce gelindiğinde de, yine aynı zâhidâne hayatını muhafaza eden Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve beraberindekiler, bizlere günümüze dair ehemmiyetli mesajlar verirler. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz; mal-mülk sahibi olabilecek durumdayken, onu tercih etmedi, sade ve mütevâzı bir hayatı yeğledi. Mal biriktirmedi, ganîmetleri fakir fukaraya dağıttı. İçtimâî hayatta O; hep çevresindekilere, cömertliği ve paylaşmayı tavsiye etti. İnsanları dâima dünyaya tamah etmekten, lüks ve israftan sakındırdı, her zaman îtidal ölçüleri içinde yaşamanın mü’minler için daha uygun olduğunu anlattı.

Ancak bunlar yanlış anlaşılmamalı. «Âhiret mutluğu için dünyadan vazgeçelim.» denmiyor. «Dünyadan, yüce Kur’ân’ın ve Peygamberi’nin gösterdiği ölçülerde faydalanılsın.» deniyor. Dünyada mutlu olamayanlar, âhiretlerini kaybedenlerdir. Âhirette mutlu olacaklar da hem dünyada hem âhirette huzur duyanlardır.

Bugün yaşadığımız devirde, eskiye nisbetle artan hayat standartları, insanları lükse dalmaya ve israfa kaymaya meylettirmiştir. Bir tarafta yiyecek bulamayan, bir yanda zevk u sefâ içinde yaşanan tezat hayatlar var. Mü’minler dahî bugün ihtiyaçlarını belirlerken; Kur’ân ve Sünnet’in gösterdiği nezih ve mütevâzı ölçüden değil, gündemin dayattıklarından hareket ediyorlar.

Günümüzde maalesef «dünyevîleşme» artık bir hastalık hâlini almıştır. Bu hastalık insanı rûhen öldürür, vicdanı körleştirir, insanı mânâya karşı duyarsızlaştırır. Kişiyi; kibre, gurura, büyüklenmeye, acımasızlığa götürür. İnsanlar sahip olduğu imkânları kaybetmemek için olmadık şeyleri yaparlar, hak-hukuk ihlâllerine yeltenirler, israfa dalarlar, lükse kayarlar, gösteriş yaparlar. İslâm’da bunlar asla ve asla tasvip edilmez. O hâlde yüce dîn-i İslâm’ın tasvip etmediği nasıl yapılır?

Müslümanlar; dünyanın çekiciliğine kaydıklarında, hayatlarının îmânî, ahlâkî, ticârî ve içtimâî yönlerinde pek çok sapma gösterebiliyorlar. Bu şekilde dikkatsizce yaşanan hayatlar sonucu oluşan sapmalar, elbette İslâm düşmanlarının eline malzeme oluyor. Kişiler kendi değer ölçülerine göre değil de; önlerine dayatılan gündemlere göre hareket ettiklerinde, pek çok insânî hasleti ve fazîlet ölçülerini kaybederler. Elbette bu gibi kişilerin hâdiselere bakış açıları da ona göre olur.

Kişi inandığı gibi yaşamayıp, yaşadığı gibi inanıyorsa işte o zaman «dünyevîleşme» başlamış demektir. Bu durumda mal; insânî değerleri yutuyor, dünya insanla oynuyor, dünyevîleşme insanı âdeta değirmende öğütüyor. Dünyevîleşme; düşünmeyi, okumayı, ibâdeti, iyi davranışları engelliyor. Hayrı, Hakk’ı, dürüstlüğü, ölçüyü, dengeyi kaydırıyor. Bugün bu hâl, dışımızı çepeçevre kuşattığı gibi içimizi de parsellemiş vaziyettedir.

Dünyevîleşen insan, vermekten korkuyor. Bilinmelidir ki; «dünyada kendisi fakir olacak» diye vermekten korkanlar, âhirette fakir ve rezil olmaktan kurtulamayacaklardır. «Dünya malına sahip olalım ama; o mal bize sahip olmasın, yani gönle girmesin.»

“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (el-Kasas, 77) (Kārun gibi hazineler sahibi birinin şahsında yapılan bir öğütte dahî, Kur’ân’ın; «Dünyadan da nasibini unutma!» tavsiyesinde bulunması, İslâm’ın dünyaya ait çalışmaya ne kadar önem verdiğini gösteren bir nükte taşımaktadır. Bununla birlikte Kur’ân, daha sonraki âyetlerde, büsbütün dünyaya dalmanın getireceği felâketleri de canlı bir şekilde gözler önüne sererek, dünya ve âhireti dengeleyen mûtedil bir yol tutulmasını tavsiye etmektedir. -Meâl açıklaması-) Müslümanlar; dünya nimetlerinden meşrû çerçevede israf etmeden istifâde ederler, ama âhireti unutmadan, ihmal de etmeden, dünyaya gönül bağlamadan bu işi yaparlar.

Dünyevîleşen insanlar yalnızca kendi «ego»larını düşünüp ona hizmet ederler; böylesi insanlar hırslarının peşinde sürüklenirler, hattâ zaman içinde isteklerinin kölesi hâline gelirler. Hâlbuki dünyada çok kısa bir süre kalacak olan insanoğlu; ömrünü böyle hoyratça, pervâsızca, şuursuzca dünya peşinde koşarak geçirmemeli. Zira içinden hiç çıkmayacağımız uzun bir âhiret hayatı bizi beklemektedir.

Bugünün dünyasında «sabır-kanaat-şükür bereketi» yerini «lüks-israf-hırs-gösteriş»e bıraktı. Ve günümüz müslümanı, dış dünyanın câzibesi ile iç dünyanın hakikatleri arasında sıkıştı kaldı. Neticede güya kendince; «Çağa uyayım!» derken, gevşeyen, dînî kāideleri önemsemeyen devrin insanına dönüşen müslüman, daha açıkçası «Modern Müslüman» tarzı ortaya çıktı. Öyle ki; marka düşkünlüğünden tesettür defilelerine, tatil alışkanlıklarından flört ve erkek arkadaş kavramlarına kadar sözüm ona (!) başı kapalı bayanların kafelerde nargile içmesinden, sokaklarda sigara içmelerine varıncaya kadar bir yanlışlıklar zinciri devam etti ve ediyor. Eskiden kapalı mekânlarda el ele, kol kola, diz dize olan kız-erkek münasebetleri şimdi sokaklarda, caddelerde, parklarda ahlâk kuralları hiçe sayılarak sergileniyor. Bu hâller, müslümanlar adına çıkmaz sokaktır. Böylesi bir esneklik ve serbestlik anlayışı kabul edilemez. Bu; düpedüz; edepsizliğin, ahlâksızlığın, terbiyesizliğin, ölçüsüzlüğün ta kendisidir. İnsanlarda edep, hayâ kavramını bitirdiniz mi onları bitirdiniz demektir. Yazıklar olsun!..

Üzücüdür ki; bugün insanlar dînî, ahlâkî, sosyal ve ticârî durumlarda tamamen yaşanan hayatın dayattığı dünyevî hâllere uygun davranış modelleri geliştirmişlerdir. İnsanların hâdiselere bakış tarzı, varlıkları algılama şeklinden tutun da düşünme biçimine kadar bütünüyle dünyevî bir hayat anlayışı ölçüsündedir. Dolayısıyla dünyevîleşme, din karşıtı olarak da yorumlanabilir. Bunun neticesinde din ve dînî kavramlar, insanların hayatlarının dışına itilmiş dünyevî bir hayat tarzı çok normal görülür olmuştur. Bu görüşün yaygınlaşması sonucunda; müslümanların kimlik, kişilik ve şahsiyetleri parçalanmıştır.

Dünyevîleşme, bilhassa son on yılda müslümanlar için çok ciddî bir problem hâline gelmiştir. Eğer bu süreç doğru yönlendirilmez ise müslümanlar «modernleşme-çağdaşlaşma» sürecinin esareti altında zâyî olup gidecekler. Güncel hayatın bize dayattığı dünyevîleşme macerasıyla artık hesaplaşma zamanı gelmiştir. Dünyevîleşme problemine asırlar evvel Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- bilhassa parmak basarak mü’minleri uyarmıştır.

“Dünya sevgisi her türlü hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan aşırı sevgin, seni kör ve sağır yapar.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 125)

“Dünya arkasını dönmüş, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendisine has evlâtları var. Siz âhiretin evlâtları olun. Sakın ha dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok.” (Buhârî, Rikāk, 4)

Dünyayı yaşanan hayatın merkezine koymak, mü’minleri pişman olacakları acı âkıbetlerin eşiğine kadar getirebilir. Bugünün müslümanları olarak en büyük problemimiz îman ve ahlâk hususlarındadır. Bunun ana sebebi, âhiretten çok dünyaya önem vermemiz yani «dünyevîleşme»mizdir. Günümüzde dünyevîleşen müslümanlar; dünya-âhiret dengesinin dışında israflarla bezeli, yanlışlarla donatılmış hayat yolunda düşe kalka ilerliyorlar. Hayat standartlarının yükselmesiyle insanlar, sadece birkaç defa kullanacağı şeyleri almayı, lükse kaymayı mârifet sanıyorlar. Enerjisini devamlı olarak dünyaya sarf eden insanlar, hem bedenen hem rûhen yoruluyor. Neticede ne yazık ki insanların âhiret hakikatini düşünecek mecâli kalmıyor. Zira devamlı tekrarlanan, yaşanan hayat gündemi onu fazlasıyla meşgul ediyor.

Kur’ân-ı Kerim’de; «Akletmez misiniz?» diye pek çok âyet vardır. İşte onlardan biri:

“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Şüphesiz âhiret yurdu korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?” (el-En‘âm, 32)

Akıllı müslüman; dünyayı yaşarken imtihan hâlinde olduğunu unutmadan, âhiret gerçeğini ötelemeden, dünyaya aldanmadan, nefsinin ve şeytanın iğvâlarına kanmadan, müstakîm bir hayat çizgisi izlemeli ki, mutlu ve huzurlu olabilsin. Aksi hüsrandır. Pek tabiî dünya güzelliklerinden faydalanırken; harama kaymadan, israflara dalmadan, meşrû olmayan yollara sapmadan, o nimetlerden istifade etmeli. Dünyaya gönül bağlamamalı, haddi aşmamalı:

“Ey inananlar! Allâh’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın, hudûdu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (el-Mâide, 87)

Bilinsin ki; dünya zevkleri, içimizde sakladığımız ihtirasların belirtisidir. İhtiraslar yerine getirildikçe, istekler artar. Artan istekler; kişileri haksızlığa, saldırganlığa, meşrû olmayanlara yöneltir. Derken kişi, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu kurallara yüz çevirir, yüzünü nefsinin isteklerine döndürür. Bu doyumsuz arzu ve istekler, kişiyi dünyaya bağlar. Gün gelir, insan onun esiri olur. Hattâ bazen öyle olur ki kişi vazgeçemediği istekleri sebebiyle, başkalarının elini eteğini öper ve sonunda bu ezici, üzücü hâller insanı felâketlerin eşiğine getirebilir. İşte bu istenmeyen durumlara düşmemek için; insan, hayatının her merhalesinde nefsiyle mücadele etmeli, her arzusuna boyun eğmemeli, ibâdetlerini artırarak daima helâl ölçüler dâhilinde kalmalıdır. Dünyanın ayartıcı ve azdırıcı özelliklerinden dolayı, insanoğlu, her zaman dünyaya mesafeli yaklaşmalıdır.

Büyüklerin şu sözleri ne kadar doğrudur:

“İnsanlar haram malın azâbına, helâl malın hesabına hazır olmak şartıyla dünya nimetleriyle meşgul olmalılar.” Gerçek zühd; varlığa sevinmemek, yokluğa üzülmemektir. Yazımızı bir âyet-i kerîmeyle sonlandıralım:

“Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha iyi ve daha bâkîdir.” (el-A‘lâ, 16-17)