KİTÂBULLÂH’IN DERİN TESİRİ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hanefî Mezhebi’nin kurucusu Ebû Hanîfe Nu‘mân bin Sâbit Hazretleri, 699 yılında Kûfe’de doğdu. Bir tanıdığının yönlendirmesiyle ticaret kervanından çıkıp ilim yoluna girdi. Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti; sarf, nahiv, edebiyat ve kelâm öğrendi. Hadis ve fıkıh ilminde derinleşti.

İçtihadlarının mâhiyetini ve çerçevesini şöyle ifade ederdi:

“Bu bizim re’yimizle vardığımız bir sonuçtur. Kimseyi re’yimize zorlamaz, kimseye; «Bunu kabul etmeniz gerekir.» demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin, onu kabul ederiz.”

Irak fıkıh ekolü onun öncülüğünde kuruldu.

Emevî ve Abbâsî devrinde yaşayan Ebû Hanîfe, idarecilerin yanlışlarını söylemekten çekinmedi. Bu uğurda kırbaçlandı ve hapse atıldı.

Büyük âlim ve müçtehid İmâm-ı Âzam Hazretleri, 767 yılında vefat etti. Kabri, Bağdat’tadır.
*
“Zâide dedi ki:

Ebû Hanîfe ile birlikte onun mescidinde yatsı namazını kıldım. İnsanlar çıktı. O benim mescidde olduğumu bilmiyordu. Beni kimse görmeden ona bir mesele sormak istiyordum. Ebû Hanîfe kalktı ve okumaya başladı. Namaza durmuştu. «Şimdi ise Allah bize lütfuyla muamele etti de bizi kavurucu azaptan korudu.» (et-Tûr, 52/27) âyetine kadar geldi. Ben mescidde duruyor, namazı bitirmesini bekliyordum. O, durmadan bu son âyeti tekrar ediyordu. Müezzin sabah ezanını okuyuncaya kadar böyle devam etti. (Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, XII, 357)

İBN-İ ARABÎ ÇOCUKKEN…

Ebu’l-Velid İbn-i Rüşd, 1058 yılının Aralık ayında Kurtuba’da doğdu. İlk tahsilini burada aldı. Dönemin âlimlerinden Kur’ân ilimleri, Arap dili ve edebiyatı okudu. Fıkıh ve fıkıh usûlünde derinleşti. Kurtuba baş kadısı oldu. Dört yıl bu vazifesini sürdürdükten sonra eser te’lifine ve ilme daha çok zaman ayırmak için kadılığı bıraktı. En meşhur eseri İmâm-ı Gazâlî’nin «Tehâfütü’l-felâsife» adlı eserine cevap olarak yazdığı «Tehâfütü Tehâfüti’l-felâsife»dir.

İbn-i Rüşd, 28 Kasım 1126’da vefat etti. Kabri, Kurtuba’dadır.
*
İbn-i Arabî anlatır;

“Bir gün kadı Ebu’l-Velid İbn-i Rüşd’le görüşmek üzere Kurtuba’ya gelmiştim. Halvetim esnasında Rabbimin bana bahşettiği fetihlerden haberdar olmuştu ve bu sebeple de benimle görüşmek istiyordu. O sıralarda henüz yüzünde tüy bitmemiş bir çocuktum. Yanına girdiğim zaman oturduğu yerden kalktı, muhabbet ve hürmetle beni kucakladı, sonra; «Evet!» dedi. Ben de ona karşılık; «Evet!» dedim. Onu anladığımı düşünerek mutluluğu daha da arttı. Ben, ona bu mutluluğu veren şeyin ne olduğunu hissedince bu sefer; «Hayır!» dedim… Bana;

«–Senin keşf ve feyz-i ilâhîde bulduğun şey, mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?» diye sordu. Ona;

«–Hem evet hem hayır.» diye cevap verdim. «Bu evet ve hayır arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar.» deyince benzi sarardı, titreme geldi, birden sanki elli yaş yaşlandı. Ne demek istediğimi anlamıştı…” (İbnü’l-Arabî, Fütûhât (thk), c.II, s. 372.)

İNCE DÜŞÜNEN SÂLİHÂ HANIM…

Tâbiîn âlimlerinden Kadı Şureyh, 600 yılında doğdu. Şureyh, Yemen vâlisi Muaz bin Cebel -radıyallâhu anh-’tan İslâmiyet’i öğrenerek kabul etti. Fakat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hayatta olmasına rağmen O’nu göremedi. Yemen’den Medine’ye Hazret-i Ebûbekir’in halîfeliği zamanında geldi. 640 yılında Ömer -radıyallâhu anh- onu Kûfe’ye kadı tayin etti. Bu vazifesini uzun müddet bilâ-fâsıla sürdürdü. Kadı Şureyh, bir rivâyete göre 700 yılında vefat etti. Kabri, Kûfe’dedir.
*
Kendisi anlatır:

“Benî Temîm kabîlesinden bir kıza talip olmuştum. Nikâhtan sonra bu kabîle kadınlarının çok katı olduklarını duyup, yaptığım bu evliliğe pişman oldum. Ancak neticeyi beklemeyi daha uygun buldum. İlk gece ona;

«–Ey zevcem! Bir kadın evlenip kocasının evine gelince önce iki rekât namaz kılarak yüce Allah’tan hayır ve bereket ister. Bu sünnettir, biz de böyle yapalım.» dedim ve kalkıp namaza durdum. O da arkamda namaza durdu. Namaz bitince bana;

«–Ben yabancı bir kızım. Sizin huyunuzu ve mîzâcınızı bilemem. Sevdiğiniz ve hoşlandığınız şeyleri bana söylerseniz yerine getiririm. Yine hoşlanmadığınız şeylerden de bahsederseniz, onlardan sakınır, rahatsız olmanızı önlerim. Sizin bir başka hanımla, benim de kabîlemden bir erkekle evlenmem mümkündü. Lâkin kader îcâbı ahlâk ve âdetlerimizi bilmediğimiz hâlde birbirimizle evlendik.» dedi. Ben de ona;

«–Sen hayırla geldin, hoş geldin!» dedim ve peşinden istediğim ve istemediğim şeyleri kendisine söyledim. O, bu sefer;

«–Akrabalarımın gelip gitmelerini ister misin?» diye sordu. Ben de;

«–Usandırmalarını istemem. Bununla birlikte hepten münasebetlerini kesmelerinden de hoşlanmam.» dedim.

«–Komşularımızdan kimlerin gelmesini, kimlerin gelmemesini istiyorsunuz. Bilirsem; hoşlandıklarınıza itibar eder, hoşlanmadıklarınızdan yüz çeviririm.» dedi. Ben de sıraladım.

O gün konuştuklarımızı aynen tatbik etti. Her geçen gün kendisinden daha fazla hoşlandım ve huzur buldum. Bir gün mahkemeden eve döndüğümde annesini evde buldum. Hâl-hatırdan sonra kayınvâlidem aile saâdetimizi sordu. Memnun olduğumuzu söyledim. Annesi;

«–Eğer ailenden kötü bir ahlâk görürsen, terbiyesini ver, ne gerekirse yap!» dedi. Ben de;

«–Siz onu öyle terbiye etmişsiniz ki, benim terbiyeme ihtiyacı yok.» dedim.

Kayınvâlidem senede bir bizi ziyarete gelir, kızına bu şekilde nasihatler ederek giderdi. Bu hanımla yirmi sene beraber yaşadım, bir kere olsun kendisine kızmadım.” (İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 23/51-53 [Beyrut 1995]; Ebu’l-Ferec Cerîrî, el-Celîsü’s-Sâlih, 3/301-302 [Beyrut 1987])

«GĀZλLER

Hasırcızâde hâfız Mehmed Ağa, 1803’te Gaziantep’te doğdu. Sekiz yaşında hıfzını ikmâl etti. Gaziantep’teki tahsilini yirmili yaşlarında tamamladıktan sonra Şam’a ve Mısır’a giderek tedrîsâta devam etti. 1862’de İstanbul’a gelerek Sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa ile tanıştı. Nüktedan şahsiyetiyle kendini sevdiren Mehmed Ağa, kıvrak zekâsıyla verdiği hazırcevaplarla tanındı. «Hâfız» mahlâsıyla Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde kaleme aldığı şiirler, güçlü edebî yönünün aynasıdır.

Hasırcızâde, 25 Mart 1887’de vefat etti. Kabri, Gaziantep’teki Karlık mezarlığındadır.
*
Yeni müslüman olmuş, fakir bir gayr-i müslim için yardım toplanıyordu. Mecliste bulunan Mehmed Ağa da o zamanın en değerli paralarından olan ve üzerinde «gāzî» yazılı altınlardan iki tane infakta bulundu. Ardından da Allah yolunda infâk ettiği bu sadaka için latîfeyle şu beyti söyledi:

Müselman oldu bir kâfir,
Şehîd oldu iki gāzî…