İnsanlık, Muhammedî Ahlâka Muhtaç; GELİN O’NUN MUHTEŞEM AHLÂKIYLA AHLÂKLANALIM!

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com


BİR HADİS:
عَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
« إِنَّمَا بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ صَالِحَ الْأَخْلاَقِ »
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (İbn-i Hanbel, II, 381)
BİR MESAJ:
“En güzel ahlâk sahibi Peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanmaya gayret et!”

Rûhum Sana âşık, Sana hayrandır Efendim!
Bir ben değil, âlem Sana hayrandır Efendim! (Ali Ulvi KURUCU)

Sevgili Peygamberimiz Medine’yi teşrif ettiklerinde Enes bin Mâlik Hazretleri henüz 9-10 yaşlarında idi. Annesi Ümm-iSüleym, oğlunu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hizmetine vermek istemiş ve şöyle demişti:

“–Yâ Rasûlâllah! Ensârın erkek ve kadınlarından Sana hediye vermeyen kalmadı. Bu oğlumdan başka Sana hediye olarak verecek bir şeyim yok. Bunu al kabul buyur. Sana hizmet etsin.”

İşte o günden itibaren yaklaşık on yıl Fahr-i Kâinât Efendimiz’e hizmet eden ve Hâdim-i Rasûlillâh lakâbını alan Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-, bir sözünde şöyle demektedir:

“–Rasûlullah, ahlâk bakımından insanların en güzeli idi.” (Buhârî, Edeb, 112)

Elbette bu ifadelerin Hazret-i Enes tarafından söylenmesinin büyük bir mânâsı vardır. Zira o, 10 yıl Efendimiz’in yanında kalması hasebiyle neredeyse O’nun her hâlini müşâhede imkânı bulmuştu. Yine o, bir sözünde şöyle demektedir:

“Ben Rasûlullâh’ın ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum. Rasûlullâh’ın kokusundan daha hoş bir râyiha koklamadım. Rasûlullâh’a tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile; «Öf!» demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı; «Niye böyle yaptın?» demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle; «Şöyle yapsan olmaz mıydı?» da demedi.” (Buhârî, Menâkıb, 2)

Evet; âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanların en güzel ahlâklısı idi. Zira Cenâb-ı Hak, Habîbi Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i güzel ahlâk nümûnesi olarak insanlığa göndermiş ve;

“(Ey Habîbim!) Elbette Sen muhteşem bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 68/4) buyurarak O’nun muhteşem bir ahlâka sahip olduğunu bütün insanlığa ilân etmiştir.

Nitekim O, Rabbine güzel ahlâk lutfetmesi için sık sık şöyle duâ ederdi:

“Allâh’ım! Yaratılışımı güzel eylediğin gibi ahlâkımı da güzelleştir.” (İbn-i Hanbel, I/403)

Yine namaza kalktığında Rabbine şöyle niyazda bulunurdu:

“(Allâh’ım!) Beni güzel ahlâka eriştir. Sen’den başka güzel ahlâka eriştirecek yoktur. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Sen’den başka kötü ahlâkı benden uzaklaştıracak yoktur!” (Müslim, Müsâfirîn, 201)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; kendisi güzel ahlâk sahibi olduğu gibi, ashâbını da güzel ahlâk sahibi olmaları hususunda teşvik etmiş ve bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:

“Kıyâmet günü, mü’minin mîzânında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Muhakkak ki Allah, söz ve fiilleri çirkin kimselere son derece öfkelenir.” (Tirmizî, Birr, 62)

Bir hadîsinde de îmân ile güzel ahlâk arasında bağ kurmuş ve şöyle buyurmuştur:

“Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15)

Rivâyet edildiğine göre, Sevgili Peygamber Efendimiz; Muâz bin Cebel Hazretleri’ni Yemen’e vâli olarak gönderirken ona şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Muâz bin Cebel! İnsanlara güzel ahlâk ile muamele et.” (Muvatta’, Husnü’l-hulk, 1)

Hakikaten O, çok yüce bir ahlâk üzereydi. Çünkü O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkı idi. Bir hadîs-i şerifte anlatıldığına göre; Sa‘d bin Hişâm Hazretleri Medine’ye geldiğinde, Hazret-i Âişe Vâlidemiz’den Sevgili Peygamberimiz’in ahlâkını anlatmasını istemişti. Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz ona;

“–Sen Kur’ân okuyorsun değil mi?” diye sordu.

Hazret-i Sa‘d;

“–Evet.” cevabını verince mü’minlerin annesi şöyle dedi:

“–İşte Hazret-i Peygamber’in ahlâkı Kur’ân idi.” (Müslim, Müsâfirîn, 139)

Evet O, Kur’ân ahlâkına sahip olarak bir nevî ilâhî bir terbiyeden geçmiştir. Dolayısıyla O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak, mü’min için Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmak, yüce Allâh’ın yeryüzündeki halîfesi sıfatıyla ilâhî terbiye ile terbiyelenmek mânâsına da gelmektedir.

Son Peygamber olarak O, gerek beden olarak gerekse ahlâk olarak bütün yaratılmışların en mükemmel olanı idi. İnsanda bulunması gereken bütün güzel vasıfların en mükemmeli O’nda idi. Serlevhâ hadîsimizde, O’nun ahlâk bakımından insanların en mükemmeli olduğuna vurgu vardır. Yine şu hadîs-i şerif, O’nun insanlığın kemal noktası olduğuna işaret etmesi bakımından câlib-i dikkattir:

“Benim ve benden önceki peygamberlerin durumu, bir ev inşâ eden kimseye benzer. O kimse evi güzelce yapıp mükemmel hâle getirmiş, fakat bir köşede sadece bir tuğla yeri boş kalmıştır. İnsanlar bu evi dolaşırlar, ona hayran olurlar ve şöyle derler:

«–Keşke şu tuğla da yerine konulmuş olsaydı.» İşte ben, o (yeri boş bırakılan) tuğlayım. Ben peygamberlerin sonuncusuyum.” (Buhârî, Menâkıb, 18)

Bu bakımdan O’nun ahlâkı; ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan son peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar ortaya konan ne kadar yüksek ahlâk misalleri varsa, hepsinin muhassalası ve mükemmeli olan bir ahlâktır. Dolayısıyla yaratılmışların en şereflisi olan insanda olması gereken bütün ahlâkî fazîletler, en kâmil mânâda O’nda toplanmış ve bu mükemmel hâliyle O’nun ahlâkı insanlığa timsal olmuştur.

Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede O’nun insanlık için bir üsve-i hasene (güzel bir örnek) olduğunu şu ifadelerle bildirmiştir:

“Andolsun ki, Allâh’ın Rasûlü’nde sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allâh’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 33/21)

Bu bağlamda Fahr-i Âlem Efendimiz, biz mü’minler için her yönden olduğu gibi ahlâk bakımından da örnek bir şahsiyettir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güzel ahlâkı ile insanlara örnek olmuş ve onları dönüştürmüştür. Öyle ki kızını diri diri gömen insanı, karıncayı bile ezemeyecek bir merhamet kıvâmına eriştirmiştir. Şairin diliyle söyleyecek olursak;

Çölde yangınları söndürdü o Gül!
Hem de cennetlere döndürdü o Gül!

İşte tıpkı câhiliyye döneminde yaşayan insanların O’nun ahlâkıyla ahlâklanıp fazîletli insanlar hâline dönüştüğü gibi, ahlâkî değerlerin dumûra uğradığı çağımızda da bütün insanlığın O’nun güzel ahlâkıyla ahlâklanmaya çok ihtiyacı vardır.

Şu bir hakikat ki, ahlâkı Kur’ân olan Sevgili Peygamberimiz’in ahlâkı ile ahlâklandığımızda; Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmış olur, sanki yaşayan Kur’ân oluruz.

O’nun ahlâkıyla ahlâklandığımız zaman, O’nunla aynîleşmiş oluruz;

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Müslim, Birr, 165) Fermân-ı Nebîsi fehvâsınca bu dünya hayatında O’nunla beraber olduğumuz gibi, âhiret hayatında da inşâallah O’nunla beraber haşroluruz.

Öyleyse gelin, O’nun güzel ahlâkıyla ahlâklanmaya gayret edelim. Yaşadığımız hayatı, elimizden geldiği kadar O’nun yaşadığı hayata yaklaştırmaya çalışalım.

Yine şimdi gelin, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmaya az da olsa vesile olması niyâzıyla O’nun güzel ahlâkından bir demet güle hepimiz kulak verelim:

O, her dâim Rabbine şükreden bir kuldu.

Gelmiş geçmiş bütün günahları affedildiği hâlde istiğfârı dilinden düşürmezdi.

Affediciydi. Affetmeyi severdi.

Âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Canlı cansız bütün varlıklara karşı merhametliydi.

Doğru sözlüydü. Ahde vefâ O’nun en çok ehemmiyet verdiği güzel hasletlerden biriydi.

Mütemâdiyen insanlarla dayanışma ve yardımlaşma içerisinde idi.

Hangi dîne, hangi inanca mensup olursa olsun bütün insanlara karşı saygı duyardı. Ama din kardeşlerine karşı sevgisi dillere destandı.

Mütevâzı idi. Ama bunun yanında zâlimlere karşı şedîd, gerektiğinde savaş meydanlarının en cesuru, en önde gideni idi.

Her türlü cefâ karşısında sabırlıydı.

O; akrabasını gözetir, muhtaç durumda olanlara elini uzatırdı.

Cömertti. Misafirperver idi…

İnsanlar O’na güvenirdi. Bu sebeple kendisine daha nübüvvet vazifesi tevdî edilmeden önce belki O’na verilen ilk lakap, Muhammedü’l-Emîn lakâbı idi.

Edep sahibi idi. Âdâb-ı muâşerete çok riâyet ederdi.

Hayâ ve iffet sahibi idi.

Kimseyi incitmez, ama daha önemlisi incinmezdi.

Hasbî idi. Yaptığını herhangi bir menfaat veya çıkar elde etmek için değil, sırf Allâh’ın rızâsını kazanmak için yapardı.

Evet; eğer şu fânî dünya hayatında ve ebedî âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmak istiyorsak, saymakla bitiremeyeceğimiz O’nun muhteşem güzel ahlâkı ile ahlâklanmaya hepimizin ihtiyacı vardır. Şunu unutmayalım ki O’nun ahlâkıyla ahlâklandığımızda, nebevî terbiye vesilesiyle ilâhî bir terbiyeye de girmiş oluruz.

Netice olarak nasıl ki Peygamber Efendimiz; cemiyette zamanla yok olmuş veya yok olmaya yüz tutmuş ahlâkî fazîletleri yeniden canlandırmak için gönderilmiş ve içinde yaşadığı cemiyeti fazîletli bir toplum hâline dönüştürmüş ise, bizler de ahlâkî erdemlerin zayıfladığı şu çağımızda, önce kendimizi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklandırmalı, sonra içinde yaşadığımız toplumu nurlandırmalı, insanları dönüştürmeye çalışmalıyız. Önce kendimizi sonra etrafımızı dönüştürmek zorundayız. Bu, müslüman fertler olarak en temel vazifelerimizden biri olmakla birlikte, aynı zamanda üzerimize yüklenen tarihî bir mes’ûliyettir.

Ne mutlu en güzel ahlâk sahibi olan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkıyla ahlâklanabilene!

Ey Rabbimiz! Bizleri Sana lâyık kul, her yönden yaratılmışların en Mükemmeli’ne lâyık ümmet eyle!

Ey Rabbimiz! Bizleri en güzel ahlâk sahibi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklandır!

Ey Rabbimiz! Hepimizin ahlâkını güzelleştir, çirkin ahlâktan hepimizi muhafaza buyur!

Âmîn…