BÜTÜN BEŞERİYETE GÖNDERİLMİŞ EŞSİZ REHBER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Her şeyin birbirine karıştığı bir devirde yaşamaktayız. İyilerin ve iyiliklerin, kötülerin ve kötülüklerin hak ettiği karşılığı görmediği günümüz yaşantısında insanlar; ahlâkî olgunluğu özlemekte ve istemekteler. Bilgi ve iletişimin hızla ilerlediği çağımızda; ilmî ve teknolojik başarı derecelerinin zenginleşmesine rağmen, maalesef insanların ahlâkî seviyeleri düşmüştür. Tamamen mâneviyattan mahrum, haz ve hız eksenli asrın getirdikleri; insanları bencil, tembel, sorumsuz, kıskanç, kavgacı bir şahsiyete itelemiştir. Devamlı dünyevîleşme telkinleri, materyalist gidişat, toplumda yerleşik müsbet ahlâkî değerleri hiç kaāle almayan medya, dengesiz ve ölçüsüz tüketim harcamaları elbette insanları menfî yönde etkilemektedir. Neticede insanlar; sürekli kendilerine pompalanan bu olumsuzluklardan dolayı, ne yazık ki pek çok yerilen, istenmeyen ahlâkî davranış bozukluklarını geliştirmişlerdir.

Günümüzde ahlâkî ölçülere sığmayan bu seviyesiz davranışlar, zevk ve eğlence çatısı adı altında pazarlanıp çabucak yayılmakta ve revaç görmekte… Sokaklar, parklar hattâ toplu taşıma araçlarına varıncaya kadar her yerde en âdî, en çirkin ahlâkî düşüklükler; insanlar tarafından ulu orta hiç kimseden çekinmeden rahatlıkla işlenmekte… Her türlü tâciz çeşitleri, kerli ferli kişilerce icrâ edilmekte… Toplum genelinde; hak hukuk ihlâlleri, sahtekârlıklar, dolandırıcılıklar, rüşvetler, rezillikler, işkenceler, zulümler, intiharlar, cinayetler kol gezmekte… Şurası muhakkak ki, bu işleri yapanların iç dünyaları kirli ve karanlıktır.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki; yukarıda saydığımız ahlâkî bozukluklar, iyi eğitimli, meslekî donanımı yerinde insanlarda görülmekte. Şurası da bilinmeli ki, insanların ve toplumların temel nüvesi ahlâktır. Ahlâk, insanı insan yapar. Ahlâk olmadan; toplum hayatı olmaz, olamaz. İnsanların birbirleriyle iletişimi, ancak ahlâkî çerçevede oluşur ve doğru bir şekilde gelişir. Sû-i istimaller, yalancılıklar, hasedlikler, çekememezlikler ilişkileri mahveder. Toplumdaki denge sarsılır, insanlar arasında güven kalmaz. Bugün ne üzücüdür ki hâlimiz budur!

Geçenlerde bir arkadaş;

“Yeğenimi parka götürüyorum, gözümü üzerinden ayıramıyorum. Zira; her çeşit çocuk kaçırma, kandırma vak‘alarına şahit olduk, oluyoruz. Biz çocukluğumuzda İstanbul’da evimizin kapısının önünde saatlerce oynardık. Gece bisikletlerimizi bahçede bırakırdık, kimse almazdı.” diyor.

Dün nasıldık, bugün nasılız? İşte hâl-i pür melâlimiz.

Başka meşhur bir vak‘a:

Kızımız, okuduğu fakülteden evine gitmek üzere dolmuşa biniyor. Dolmuşçunun tecavüzüne uğruyor sonra da hunharca öldürülüyor. Bu şekilde pek çok menfur hâdise var, yazmakla bitmez. Asrımızda hem ferdî insan bazında, hem toplum bazında müthiş bir yozlaşma yaşanmakta. Bu üzücü tablonun nasıl ortaya çıktığı bellidir. İnsanlarımıza din, îman, ahlâk, vicdan eğitimi vermeyen bir eğitim sistemi; maalesef rûhî melekelerini ve hassâsiyetini kaybetmiş bir nesli ortaya çıkardı. Tıpkı batıda iflâs eden ahlâk; bizde de acıdır ki, aynı seviyededir.

Peki, tamam. Mesele anlaşıldı, ama bu açmazdan artık bir şekilde çıkmak gerekiyor. Lâkin nasıl? Kanaatimiz odur ki; temel problem, inanç ve ahlâk eksikliğidir. Ve bunun da âcilen giderilmesi gerekiyor. Diyebilirsiniz ki:

“–Onca cami hocaları, vâiz ve vâizeler, Kur’ân kursları, İmam Hatip okulları, ilâhiyatlar, vakıflar, dernekler var. Neden onlar bu problemi gidermek için çalışmıyorlar?”

Cevap olarak biz de deriz ki:

“–Onlar da bu sıkıntıların benzerlerini kendi içlerinde ve dışlarında yaşıyorlar. Dînî câmia ve mensupları, bu yanlışların yaşandığı toplumun dışında değil ki! Onların bu olumsuzluklardan etkilenmemesi mümkün mü? Onlar da aynı sıkıntıları yaşıyorlar.”

Bugün herkes için iyi bir çevre, iyi bir arkadaş ortamı şarttır. Yoksa hepimiz, yanlış işleyen çarkın kurbanları olmaya adayız. O sebeple büyükler boşa söylemiyorlar;

“Sâlih ve sâdıklarla beraber olmak lâzım.” diye. Zira doğru insanlar, doğru çevrede bulunurlar. Onlarla birliktelik günümüzde bir seçkinlik ve ayrıcalıktır; bu hakikat, asla unutulmamalı.

Bugün düzelmek adına; toplum olarak, küçükten büyüğe, gencinden yaşlısına her hâl ve şartta, her konumda bir tezkiye iklimine girmek gereklidir. Bu mefhumu biraz açalım isteriz.

Tezkiye; Kur’ân ve Sünnet eksenli bir mefhumdur. Sözlükte; temizlenmek, arınmak, bereketlenmek mânâsında kullanılır. Terim olarak ise; «nefsini temizlemek; onu şirk, günah, nifak, rics, cehâlet, kötü duygular ve benzeri şeylerden arındırmak; ona itaat ve takvâyı öğretmek» demektir. (İslâm’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, İst, 2013, s. 739)

Aslında bu tanım; insanlarda bugün mevcut olan ahlâkî zâfiyetlerden nasıl kurtulacağımıza dair genel ölçüyü veriyor. Bilindiği üzere Cenâb-ı Hak; en tesirli tebliğini, yüce kitâbında insanlara açıkça bildirir. İnsanlara eğriyi doğruyu, güzeli çirkini, iyiyi kötüyü açıklar. Dolayısıyla insanları mutlak mânâda sadece yüce Rabbimiz tezkiye eder.

Allah Azîmüşşân; kendi tezkiye eğitimine ilâveten, yüce kitâbındaki tezkiye yollarını bıkmadan, usanmadan anlatacak sabır elçilerini -peygamberlerini- göndermek sûretiyle insanlara Hakk’ı bulmakta kolaylıklar sağlamıştır. O seçilmiş Hak elçilerinin içinden de seçtiği ve; «Habîbim!» dediği Son Elçi, Son Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtu vesselâm- yalnızca inananlara değil, bütün insanlığa hakkı ve hakikati, en güzeli ve en doğruyu anlatan biricik misaldir. O’na uyan asla aldanmamıştır, O’nun izinden giden en mükemmele ulaşmıştır. Zaten O kutlu Nebî’ye uymamızı, O’nu örnek almamızı bizzat yüce Kur’ân’ın kendisi istemektedir:

“Ey inananlar! And olsun ki; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok anan kimseler için, Rasûlullah (Allâh’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (el-Ahzâb, 21)

Dolayısıyla Peygamber -aleyhisselâm-’ın tezkiye görevi vardır.

“Ümmîler (okuma yazma bilmeyen kimseler) arasından; kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitâbı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O’dur. Onlar daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler. Onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- kitap ve hikmeti öğretmek üzere, Peygamber’i gönderen Allah’tır. O; güçlüdür, Hakîm’dir. Bu, Allâh’ın dilediğine verdiği lutfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (el-Cum‘a, 2-4)

Bugün; menfîliklerin hâkim olduğu, her konuda haksızlıkların yaşandığı, çirkinliklerin güzellik diye takdim edildiği, zâlimlerin alkışlandığı neredeyse ahlâksızlığın ahlâk sayıldığı bir devirde yaşıyoruz. Bundan pek çok kişi şikâyetçidir; «Peki, o zaman ne yapmalıyız? Nasıl düzelebiliriz?» diye ruhları hasta olan insanlığa, çözüm reçeteleri aranıyor. Biz de diyoruz ki, sağda solda çözüm aramaya ne hâcet! Bizim yanı başımızda mukaddes kitâbımızda; «Örnek alın!» diye salık verilen bir önderimiz var. Ve yine diyoruz ki bu hastalıklı topluma, şu «Mevlid-i
Nebî» ayının kahramanı, en güzel misaldir. O, «üsve-i hasene»dir. O, âlemlere rahmettir. O’nun her sünneti, bütün bir insanlığı ihyâ edecek mahiyettedir. Yeter ki biz, yalnızca O’na ve O’nun getirdiklerine teslim olalım.

Nebiyy-i Ekrem -aleyhisselâm-, hakikaten bütün beşeriyet için gönderilmiş eşsiz bir rehberdir. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın şahsî ve mânevî hayatı gibi, sosyal ve fizîkî hayatındaki mükemmellik; O mübârek Peygamber’i sadece kendi hâlleriyle dahî değerli bir şahsiyet olarak insanlığın önüne koyuyor. Müslümanlar şimdiye kadar kendi ferdî hayatlarında ve yaşadıkları sosyal çevre içerisinde inançları îcâbı; hep o en güzel davranış modellerini bizzat üzerinde toplayan, kâmil ahlâk sahibi Peygamberlerin Sultânı Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhisselâm-’ı örnek almışlardır. Zira O -aleyhissalâtü vesselâm-; hayatı boyunca, Kur’ân’ın küllî emirlerinin gösterdiği çizgide yaşamış, zerre sapması olmamıştır. Yanında bir saâdet asrını yaşayan, tıpkı yıldızlara benzetilen o güzîde sahâbeler, sadece O’nu örnek aldılar, O’nun sünnetlerine ittibâ ettiler. Bu şekilde onlar; Kur’ân ve Sünnet’te belirtilen esaslar üzerinde, ahlâkî olgunluğun zirvesinde huzurlu bir hayat yaşadılar.

Bugün bizim yaşadığımız pek çok zorluk, çirkinlik ve ahlâksızlık; o zamanlarda da vardı. O devirdeki câhiliyye âdetleri, değiştirilmesi imkânsız gibi görülen sıkıntılardı. Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-, devrinin en zorlarını başardı. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-; bu zorlu vazifesinde, vahyin kutsî hakikatleriyle insanları değiştirme ve dönüştürme işinde muvaffak oldu. Bu başarının alt yapısında; -bilindiği üzere- o kutlu Nebî’nin, daha çocukluğundan itibaren halk arasında güvenilir ve emîn bir kişilikte bulunması gerçeği yatıyordu. O’nun devrinde de insanlar; aynen bugün olduğu gibi birçok günah davranışları işliyor, hadde tecavüz ediyor, verdikleri sözleri tutmuyor, çeşitli zâlimlikleri alenen gerçekleştiriyor, zinâ yapıyor, yakışıksız işkenceler icrâ ediyor, hattâ kız çocuklarını kendi elleriyle toprağa diri diri gömerek öldürüyorlardı. Bunlar nasıl işlerdi? Elbette bu kadar çirkinliği bitirmek çok ama çok zor bir işti. Fakat, O -aleyhissalâtü vesselâm- bu zor işi başardı. Zira;

O kutlu Nebî’nin yüce Kur’ân’da övülen pek çok özelliği; insanların şahsî ve içtimâî problemlerini giderecek ahlâkî, fikrî ve rûhî olgunlukta idi. O’nun insanlarla olan muâşeretinde takip ettiği metod; bütün insanlığı kuşatıcı mahiyette, engin bir genişlik ve ince bir derinlikteydi. İnsanlık tarihinde; siyâsî, hukukî, sosyal ve ekonomik sahalarda Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın başarısına denk bir başarıya imza atacak şimdiye kadar tek bir lider çıkmamıştır. O’nun mânevî keşif istîdâdı sayesinde, Arap âlemindeki mevcut sosyal gerginlikler çözüme kavuşmuştur. Peygamber -aleyhisselâm-, devrin nice problemlerini derin firâsetiyle bir dâhî gibi kolaylıkla gidermiştir. O, engin aklî bilgeliği ile Arap âlemi arasında reform olabilecek pek çok yeniliğe öncü olmuştur.

Şu kutlu «Mevlid-i Nebî» ayında; bugün insanların çözüm bulamadığı, üzerinde kafa yorduğu pek çok problemli meselenin giderilmesi için sevgili Peygamberimiz’in uygulamaları yegâne çözümdür. Bu sebeple çeşitli mevzularda, O’nun sünnetlerini ve hâdiseler karşısında gösterdiği örnek davranışlarını bilmek îcap ediyor.

Meselâ, içtimâî mes’ûliyet açısından şu muhteşem hadisleri bizim dertlerimize derman mahiyetindedir:

Buyuruyorlar ki -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz;

“İnananlar birbirini sevmede, birbirine merhamette ve birbirini korumada bir vücuda benzerler. Bir vücudun bir organı hastalanınca diğer organları da onun gibi uykusuzluk ve rahatsızlık duyarlar.” (Buhârî, Edeb, 27) Yani; «bana ne»cilik yok, herkes birbirinden haberdar olacak, kimse diğer kardeşinin derdine omuz silkmeyecek, sahip çıkacak. Bu ne muhteşem bir bakış; insana saygı, insana sevgi…

Başka bir hadislerinde buyuruyorlar ki:

“Varlığımı elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız ya da Allah, katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allâh’a yalvarıp yakarsanız da duânız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9)

Şimdi hadîs-i şerif üzerinde düşünelim:

İstanbul günah dolu bir şehir hâline gelmiş vaziyette, diğer sahil şehirleri de bunun dışında değil. İçtimâî hassâsiyet adına, yanlış gördüğünüz ahlâksızlığı düzeltmek adına bir îkazda bulunsanız, insanlar âdeta üzerinize saldırıp;

«Sen ne karışıyorsun? Herkes özgür, dileğini yapar.» diyerek bir «mahalle baskısı» oluşturuyorlar. Hâlbuki şimdiye kadar hepimiz peygamberî bir hassâsiyetle «emr-i bi’l-mâruf» yapsaydık belki ahlâksızlık bu kadar yaygınlaşmayacaktı…

Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-’ın hayata dair olan kaidelerine kısaca bir göz atalım:

“Allah Rasûlü; rüşvet verene de alana da lânet etti.” (Tirmîzî, Ahkâm, 9)

Allah Rasûlü buyurdu ki:

“İki zayıfın, yetimle kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (Nesâî, İşratü’n-nisâ, 64)

“Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği, ne fena yemektir.” (Buhârî, Nikâh, 72)

“Rasûlullah -aleyhisselâm-; kendisine yapılan kötülüklerden dolayı asla intikam peşinde koşmadı. Fakat Allâh’ın bir yasağı ihlâl edilince, cezasını mutlaka verirdi.” (Buhârî, Edeb, 80)

Allah Rasûlü buyurdu ki:

“Zandan sakının; çünkü zan (asılsız, yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize hased etmeyin, kin tutmayın, yüz çevirmeyin!

Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olun!” (Buhârî, Nikâh, 45, Edeb, 57)

“Aldatan bizden değildir.” (Müslim, Îmân, 164)

“Bir zaman gelir ki; kişi malını helâl yoldan mı, haram yoldan mı kazandığına aldırmaz.” (Nesâî, Büyû, 2)

“Pazara mal getiren rızıklandırılmış, karaborsacı ise lânetlenmiştir.” (İbn-i Mâce, Ticaret, 6)

“Çalıştırdığınız kimseye, teri kurumadan ücretini veriniz.” (İbn-i Mâce, Ruhûn, 4)

“Hangi müslüman bir ağaç diker, bir şey eker de ondan bir kuş, bir insan veya bir hayvan yerse; onunla kendisine bir sadaka (sevabı verilmiş) olur.” (Buhârî, Hars, 1)

“Bir hayra (iyiliğe) öncülük eden kimseye o hayrı yapanın sevabı kadar sevap vardır.” (Müslim, İmâre, 133)

Bu kaideler; hayatı doğru yönlendirmede, bunca yanlışı düzeltecek mahiyettedir.

“Bizler iyi ki O’na ümmetiz. İyi ki O’nun yolundayız. İyi ki O’nu rehber ve öncü bilmişiz. Son olarak; toplum, problemlerin çözümünde «Kâinâtın Tek Önderi»nin insanları tezkiye metoduna tâbî olmalı, O’nun çözümlerini ve uygulamalarını hayata tatbik etmelidir.” diyoruz vesselâm.

Mevlid-i Nebî’niz mübârek olsun efendim.