BU TERBİYE ŞART

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Yeryüzünde;

Her kim gönlünü ulvî hedeflerle, sarsılmaz hassâsiyetlerle, yıkılmaz fazîletlerle donattıysa âbâd oldu.

Her kim yaşantısından dîni uzaklaştırdıysa, ilâhî emirleri ihmal ve terk ettiyse sonunda perişan oldu.

Tarih de defalarca bu hakikat etrafında sayısız manzaralara şahit oldu.

Bir taraftan;

Evvelinde vahşî, kaba ve câhil olan nicelerinin, hidâyete eriştikten sonra ulaşmış oldukları; ilimde, ahlâkta, edepte ve insanlıktaki zirve hâllerini gördü ve gıpta etti.

Diğer taraftansa;

Îman gibi bir devletin kıymetini bilmeyerek nefsâniyetinin girdabında boğulanları izledi ve sayfalarını ibretlerle doldurdu.

O ibret sayfalarına yazılanlardan bir tanesi de:

Haccâc bin Yûsuf es-Sekafî… Nâm-ı diğer, Haccâc-ı Zâlim…

Meşhur bir hatipti. Çok fasih ve beliğ bir dili vardı. Hattâ; Irak’a vali tayin edildiğinde okuduğu hutbe, Arap edebiyatının örnek metinleri arasında yer aldı.

Bu özellikleriyle; «Vaay!» dedirtecek bir şahsiyetmiş gibi anlaşılabilir belki, fakat uygulamaları itibarıyla tam bir zâlimdi. Görüntüde sahip olduğu güya güzel hasletlerine hakikatte zerre kadar riâyet etmiyordu. Dağarcığı nice bilgilerle de dopdoluydu; ancak zulme batmış hayatı, sadece kitap yüklü bir merkep tabiriyle ifade edilebilirdi. Çünkü o, bütün ilmine rağmen;

İslâm’ın mukaddes beldesi olan Mekke’yi kuşatmaya ve Allâh’ın evi Kâbe’yi mancınıklarla taşlatmaya bile yeltendi.

Müslümanlardan haraç kesti.

Yüzlerce insanı haksız yere perişan etti.

Peygamber Efendimiz’in terbiyesinde yetişen meşhur sahâbî Enes bin Mâlik’e işkenceler etti.

Aşere-i mübeşşereden olan mübârek sahâbî Zübeyr bin el-Avvâm’ın oğlu; Medine’ye hicretten sonra ilk doğan ve bizzat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından ismi konulan mümtaz sahâbî Abdullah bin Zübeyr’i, sırf Emevî halîfesine muhalif olduğu için öldürttü.

Tâbiînden olan büyük muhaddis ve müfessir Said bin Cübeyr’i katlettirdi.

İnsanlara hitap ettiği esnada onlara bakıp;

«–Kesilmek için olgunlaşmış kelleler görüyorum.» diyecek kadar vahşet doluydu.

Hayatı;

Merhametsizlik, zulüm, cânîlik, zorbalık ve kötülüklerle geçti.*

Maalesef;

Taşıdığı bütün menfî özellikler itibarıyla azına veya çoğuna sahip onun gibiler hep var oldular. Bugün de;

Yoksula, yetime, güçsüze, mazlum ve mağdura şefkat nazarıyla bakamayan ve onları görüp gözetmeyen gaddar vicdanlar dolu dünyada. Hani; «İnsanlıktan nasibini almamış» diye tabir ettiğimiz hissiz, kalpsiz ve zorba tıynetler.

Şu habere ve fecaate bakın:

Bir anne.

Kalbi taşlaşmış ve annelikten bile bîhaber. Sadece câhil değil, vahşî ve cânî…

İki buçuk aylık yavrusunu; sadece çok ağladığı ve susmadığı için, mama yerken yüzüne yastık bastırıp boğarak öldürmüş. Yaptığı savunma da, suçu kadar kötü ve suçu kadar vicdansız:

“–Bir türlü susmadı. Ne yaptıysam ağlamaya devam etti. Bir anlık sinirle yaptım. Psikolojim bozuktu.”

Ne ağır bir cürüm!

Böyle bir hâdise, hastahâne terapileriyle çözülecek bir vak‘a değil.

Çünkü bunlar;

İnsana lâzım olan yüce ve vazgeçilmez merhameti, şefkati ve vicdanı ruhlara da, dimağlara da, gönüllere de nakşetmeden çözülmez, çözülemez. Eğer o anne; bir rahmet dîni olan İslâm’ın Çanakkale’de olduğu gibi düşmanını bile hayran bıraktığı îmanlı bir vicdan ile savaş meydanında dahî muhteşem bir şefkat destanı yazdıran merhametiyle yoğrulsaydı, acaba o bebeğin kılına bile zarar verebilir miydi?

Asla!

Bilâkis kendini fedâ eder, ona halel gelmesine engel olurdu.

Maalesef bu tür fâcialar, hep İslâm’dan uzaklaşmanın ve tek dişi kalmış canavarlığı medeniyet zannedenlerin peşinde zebûn olmanın çok acı bir faturası.

Tek çare;

Yabancı ve küfür dünyasının gitgide insanı da eşyayı da dünyayı da daha bir bozan cilâlı formülleri ve balon gibi lâkırdıları etrafında perişan olmak değil, ancak bize ait olan ve en vahşî insanı en medenî hâle getiren bir terbiye. Hazret-i Hamza’yı öldüren bir Vahşî’yi bile nihayet; «Hazret-i» ifadesiyle yâd edilen bir şahsiyete dönüştüren bir İslâm terbiyesi. Canlı Kur’ân olarak yaşatan bir îman terbiyesi. İslâm ve îmân ekseninde bir ahlâk terbiyesi, şefkat ve merhamet terbiyesi.

Örnek ve rehber;

Hakkında;

“Sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurulan Hazret-i Peygamber.

Rabbim bu yüce ahlâkın terbiyesinde yetişmeyi, olgunlaşmayı ve fazîlet âbideleri olabilmeyi cümlemize, bütün nesillere ihsân eylesin…

Unutmamalı ve unutturmamalıyız;

Yüce bir ahlâk şart!

Yüce bir merhamet ve şefkat şart!

Bunlar da ancak İslâm ve îman terbiyesi ile kazanılabilecek hasletler.

İşte;

Bu terbiye şart!

___________________________

* Bilgi için, bakınız: https://islamansiklopedisi.org.tr/haccac-b-yusuf-es-sekafi