SURİYELİLERİN DRAMI

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bilhassa son senelerde İslâm ülkelerinde yaşanan sistem krizleri neticesinde oluşan kaos ortamına sürüklenen insanlar, her şeylerini geride bırakarak kendi ülkelerinden başka ülkelere göç etmek zorunda kaldılar. Aynı zamanda bu ülkelerdeki savaşlardan dolayı evini-barkını, yerini-yurdunu terk etmek durumunda olan pek çok insan -ki çoğu müslüman- yurt dışına kaçarak son derece zor şartlarda evsiz, işsiz, yurtsuz birer mültecî olarak bazı ülkelere sığındılar. Ne yazık ki bu insanlar, gittikleri ülkelere de pek çok sıkıntı oluşturdular.

Günümüz dünyasında hiç şüphesiz göç, artmış bir vaziyettedir. Savaş veya farklı sebeplerden dolayı ülkelerini terk eden ve sayıları oldukça kabarık olan mültecîler; gittikleri yerlerde kültürel farklılıklara, ekonomik sıkıntılara, değişik insânî, ailevî ve ahlâkî iletişim problemlerine sebep olmuşlardır. Bu hâlin olumsuzluklarının yanı sıra bir parça olumlu etkileri olduğu da ayrı bir vâkıâdır. Farklı kültürlere sahip insanların birbirlerini tanıyarak kaynaşması, arada güzel irtibatların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ancak bu küçük olumlu tesire nazaran, gelişen pek çok menfî etki mevcuttur. Maalesef göç alan ülke insanları, mültecîleri ikinci sınıf insan muamelesine tâbî tutarak toplum dışına itelemişlerdir. Özellikle yurt dışında -meselâ; Almanya, Danimarka, Hollanda, Yunanistan gibi ülkelerde- Suriyeliler insânî muamelenin dışında davranışlara muhatap kalmışlardır. Ayrıca üzerlerinde mevcut bulunan bütün maddî birikimlerine el konmuştur. «Kokuyorlar» denilerek, banyo ihtiyaçlarının giderilmesi yerine onların bulundukları bölgelere kalın duvarlar örülmüştür. Yirminci asrın çağdaş dünyasında bu ne bağnaz, bu ne insanlığa yakışmayan tutumdur!..

Pek tabiî mültecîlik mevzuu, göçü alan ve göç eden insanları derinden etkilemiştir. Özellikle son senelerde Suriye savaşı neticesinde milyonlarca insan; civar ülkelere -Irak, Lübnan, Ürdün gibi- ve bizim ülkemize de göç etmişlerdir. Devletimiz «ölüm ve hayat» arasında kalan bu çaresiz insanlara kapılarını açarak sığınma hakkı tanımış ve sekiz senedir misafir olarak onları ağırlamaktadır. Yine aziz devletimiz; mültecî kardeşlerimize gıdâ, barınma, iş bulma ve kurma, sağlık, eğitim ve hukukî sahada geliştirdiği politikalarla pek çok imkân sağlamıştır. Çeşitli mahallî ve yabancı sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler, akrabalar, bilhassa da belediyeler bu problemin çözümüne yönelik gayet faydalı, takdire şâyan katkılar gerçekleştirmişlerdir.

Mahallî idareleri göz önüne aldığımızda, belediyelerin bu husustaki çalışmaları muhtevâsında; dar gelirlileri, muhtaçları, yoksulları, kimsesizleri ve engellileri kapsayan sosyal yardım hizmetleri yapılmakta; bu yardımlardan Suriyeli kardeşlerimiz de istifade etmekteler. Bunu yanında dil kursları açılarak Türkçe öğretilmekte, çeşitli eğitim faaliyetlerinin yanı sıra bir dizi ihtiyaç olan yeni proje yürütülmektedir. Bilhassa Gaziantep’te Suriyeli kardeşlerimizin sayısı oldukça fazla olup; belediyenin geliştirdiği örnek çalışmalarla mültecîler, şehrin sanayiine birçok olumlu katkılarda bulunmaktadırlar. Gerek Gaziantep’te gerekse diğer şehirlerde özellikle büyükşehir belediyelerinde mültecîlerle ilgili problemler için; «Göçmen İşleri Şube Müdürlükleri» oluşturulmuştur. Bunlar kayda değer çalışmalardır.

Rabbim, devletimize zeval vermesin!..

Doğrusu devletimize ve ona destek veren halkımıza müteşekkiriz. Tabiî eksiklikler, kusurlar olabilir; bunlar giderilebilir şeylerdir, yeter ki canlar gitmesin. Fakat özellikle son zamanlarda devlet politikaları üzerinde oyun oynamak isteyenler, Suriyeliler vesilesiyle halkı alttan alta galeyâna getirerek hükûmeti köşeye sıkıştırmak istiyorlar:

«Suriyeliler yüzünden biz iş bulamıyoruz.», «Onlar ucuza çalışınca bizim emeklerimiz yerini bulmuyor.», «Ekonomik olarak devlet bütçesinden Suriyelilere niçin bu kadar para harcansın? O para bize harcanmalı.», «Onlar yan gelip yatıyor, bizim askerimiz onların ülkesini koruyor, bu nasıl mantık?», «Onlar çarşı pazarda çok etkililer, dükkânlarına Arapça yazılar asıyorlar, burası Arap ülkesi değil!», «Arap âdetlerini bizim ülkemize yerleştirecekler, bunu istemiyoruz.», «Ahlâksızlık, hırsızlık, dolandırıcılık, dilencilik yapıyor, toplumun huzurunu bozuyorlar.», «Suriyeli kadınların sadece gözleri görünecek şekilde dış kıyafetleri var. Bunlar bizim ülkemizde de yaygınlaşırsa ne olur hâlimiz!»… gibisinden toplumu huzursuz kılıcı; bazen haklı, bazen haksız fikirleri topluma yaymaya çalışan kesimler var.

Biz bu vâveylâlara katılmadığımızı peşinen belirtelim. Ülkemize ve dünyanın çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda kalan bu insanların hiçbiri; kendileri isteyerek, keyfî olarak başka ülkelere gitmediler. Kendi ülkelerinde ölmeyi beklemekten başka çareleri olmayan bu insanlar, mecburen aslî yurtlarını terk etmek zorunda oldukları için göç ettiler. Şüphesiz bu kadar yoğun mültecî; bulundukları mekânlarda kültürel kaynaşmadan tutun da dil problemlerine, ahlâkî zâfiyetlere, güvenlik sıkıntılarına kadar pek çok sıkıntıya sebebiyet vermektedir. Bu bilinen bir vâkıâdır. Ama ne yapalım? «Bu insanlar probleme sebebiyet veriyor.» diye onları geri ölüme mi gönderelim? Bu; üç kıtada at koşturmuş, asil ve necip bir millete yakışır mı?

Asırlardır dünyaya hâkim olmuş Osmanlı bakiyesi bir devlet olan Türkiye’miz; kendine yakışır bir vakarla elinden gelen imkânları seferber ederek, Suriyeli muhâcir kardeşlerine ensar olmuş, onları bağırlarına basmıştır. Halkımızın ekser çoğunluğu da bu fazîletli girişime bizzat destek olmuştur. Her mahalleye yeni gelen Suriyeli mültecî ailenin kurduğu evleri âdeta donatmış; ne eksiği varsa hem gıdâ hem eşya yönüyle gidermiştir. Hattâ iş bulma, iş verme gibi hususlarda dahî hep yardım etmiştir. Devletimiz de pek çok eksiklerin giderilmesi noktasında; sağlıktan eğitime kadar bu kardeşlerimizin önünü açmıştır. Bize yaraşan budur. Ne yapalım yani? Birilerinin dediği gibi, onları ülkelerine ölsünler diye geri mi gönderelim? Aynı durum bizim başımıza gelse böylesi bir muamele hoşumuza gider mi? El-insaf!..

Şurası bir gerçek ki ülkemiz bugüne kadar tarih boyunca hiç bu şekilde büyük ölçüde insânî bir krizle karşılaşmamıştır. Çok kısa zamanda, sayıları oldukça kabarık olan bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalan ülkemiz insanının; devletiyle bütünleşerek büyük bir hoşgörü, fedâkârlık ve dayanışma göstermesi hakikaten ayakta alkışlanacak düzeydedir. Bu davranış son derece değerlidir. Ama tabiî bu bazı endişelerimiz olmadığı anlamına gelmez. Şimdiye kadar ülke olarak Suriyelilerle birlikte yaşama olgunluğunun gösterilmesinde en temel kıstas, «Dindaşlık ve Kardeşlik» fikridir.

Onlar bizim ülkemizde misafirdir. Bu durum, bizim geçmişimizde, aynı asr-ı saâdette olduğu gibi ülkelerinden acı ve zulüm sebebiyle hicret eden muhâcirlere benzer. Bu kardeşlerimizle aramızdaki bağ ancak şu âyette ifade edildiği gibidir:

“Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah’tan sakının ki size acısın.” (el-Hucurât, 10)

Biz;

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” medeniyet anlayışına sahip olduğumuzdan; ekmeğimizi, aşımızı, eşyamızı, işimizi hattâ sevgimizi onlarla paylaşırız ve bundan da hoşnutuz. Siz bakmayın üç-beş kendini bilmezin hazin yaftalarına! Aldanmayın!..

Âdeta bir ateş çemberinin içinde bulunan Türkiye’miz; etrafında cereyan eden onca olumsuz duruma rağmen, tüm dünyada Suriyelilere en çok destek veren, onları maddî ve mânevî olarak en güzel şekilde ağırlayan ülke konumundadır. Türkiye, güvenilir bir ülkedir. Elhamdülillâh, dünya bizi takdirle yâd ediyor. Gerçi biz takdir edilelim diye değil, özümüzde vâr olan kültürel birikimlerimizden ötürü bu yardımları yapıyoruz. Onların övgüsüne zerre ihtiyacımız yok. Kendi destekleri de, köstekleri de, icraatları da ortada; herkes buna şahit. Burası net. Ammâ;

Ya onları destekleyen, hükûmetin bu husustaki mükemmel derecesine varan projelerini kötü, eksik, kusurlu gösterenlere ne demeli!.. Doğrusu biz, bu yanlı kesimi kınadığımızı açıkça belirtelim. Hiç şüphesiz bu kadar çok göçmenin bulunduğu yerlerde, her şey dört dörtlük olmaz, olamaz. Elbette sıkıntılar, problemler olacaktır. Onları aşmak için yapıcı katkılar olmalı, yıkıcı popülist yaklaşımlar değil. Daha açıkçası bu hezeyanların yerine, Suriyelileri külfetten çok nimete dönüştürecek girişimlerimiz bulunmalı.

Şunu da belirtmiş olalım. Ne yazık ki dünyanın; mültecîlere destek olma mevzuunda «insânî yük paylaşımı»nda mâlî desteğini en alt seviyede tutması kabul edilemez bir durumdur. İşin ucunda müslümanların olması, onların adım atmadaki isteksizliğinin temelidir. Onların bu yanlı ve tarafgir uygulamalarını da kınadığımızı buradan açıklamış olalım. Oysaki insânî olmada, lâfa gelince mangalda kül bırakmazlar. Veyl olsun onlara!!! Ancak eğer ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu bîçare insanlara destek olunmazsa, ileride her boyutta yaşanabilecek pek çok problemli insânî dramlara ve fecî âkıbetlere dünya şahit olacaktır. Bu gerçek de böylece biline…

Ama biz bu sıkıntıların farkındayız. Hem devlet olarak hem ülke insanları olarak ülkelerindeki ölüm ve zulümden kaçarak bize sığınan bu muhâcir kardeşlerimize; tıpkı ensar gibi kucak açarak onlara her türlü desteği verme konusunda fedâkârlık, cömertlik ve diğergâmlık gibi fazîletlerimizi îfâya devam edeceğiz inşâallah. Bilindiği üzere bu tarihî bir vecîbedir. Yüce dînimizin bize olan bir emridir. Elbette dînî kardeşlik, bizim omuzlarımıza sorumluluk yüklemektedir. Her şeyin bir bedeli vardır. Bedelsiz şeyler değersizdir. Kardeşlik de bedel ister, şükür ister, fedâkârlık ister. Bizim ölçülerimizde kardeş kardeşin elinden tutar, kaldırır, bir olur, beraber olur. Kardeş kardeşe sırt çevirmez, yan çizmez, düşmanlık gütmez, haset etmez, zan yürütmez. Kardeşlikte sevinçler de, hüzünler de paylaşılır. Zira bizler aynı yolun yolcularıyız. İslâm ümmetinin parçalarıyız. O sebeple parçalanamayız, dağılamayız, ayrılamayız.

Yazımıza bir âyet-i kerîmeyle son verelim:

“Ey îmân edenler! Siz Allâh’a /Allâh’ın dînine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)