Modern Çağın Hastalıkları; VEHN

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Yeryüzünde yaşayan insanların üçte birini müslümanlar oluşturuyor. Dünyanın hemen her köşesinde, her coğrafyada müslümanlar yaşıyor. Yoğun olarak bulundukları bölgelerde; birçok devletin yönetimine, dünyanın birçok yerinde hem yer altı, hem de yer üstü zenginliklerine sahipler.

Müslümanları hem insan gücü, hem de maddî imkân olarak değerlendirmeniz hâlinde, rakamlara vurulamayacak ve hafife alınamayacak seviyede ve dünyanın sayılı süper güçleri arasında yer almaları gerekiyor. Ancak gerçekte maalesef dünya ölçeğinde esâmîleri dahî okunmuyor.

Belli başlı devletlerin haricinde; müslümanların yaşadığı hemen her bölgede ya iç savaş ya işgal veya iç karışıklıklar sebebi ile müslümanlar, birbirleri ile mücadele ediyorlar.

“Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (el-Enfâl, 46) âyetindeki îkaza kulak vermeyip, ellerindeki gücü başkalarına değil, birbirlerine karşı kullandıkları için karşılarındaki güçler onları muhatap dahî almıyor. Dolayısıyla müslümanlara karşı akıllara gelen her türlü zulmü yapmaktan geri durmuyorlar.

Müslümanların ellerinde bulunan hem insânî hem de maddî kaynaklar, ya sömürgecilerin emellerine hizmet etmek yahut da iç savaş ve iktidar mücadelelerine harcandığı için, müslüman halklar; dünyanın her yerinde fakirlik ve geri kalmışlık içerisinde yaşamaya mahkûm ediliyorlar.

Gerek dış güçlerin işgalleri, gerekse iç savaşların neticesinde her gün yüzlerce müslüman ölmekte; binlercesi evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalıp mültecî/muhâcir durumuna düşmekteler. Yaşanan göçler neticesinde; bombalardan, savaş uçaklarından ve zâlimlerin zulmünden kaçan, denizleri veya okyanusları aşarak başka ülkelere hicret etmeye çalışan muhâcirlerin ya kendilerinin veya evlâtlarının cansız bedenleri, maalesef müslüman ülkelerin kıyılarına vurmakta.

Binlerce kilometre öteden gelip müslümanların işlerine karışan, onları ayıran, onları birbirlerine düşürüp parçalayanlara, dünyanın gözleri önünde; Irak, Afganistan, Suriye, Doğu Türkistan, Keşmir, Myanmar ve isimlerini bile duymadığımız birçok müslüman ülkesinde müslümanların katledilip kanlarının heder edilmesine müslüman ülkelerden çıt dahî çıkmıyor.

Yaşanan bunca hâdiseye rağmen; «Müslüman ülkelerin tepkisizliğinin bir îzâhı var mı?» diye yüreği daralırcasına, kafası patlarcasına düşünüyor insan, ancak mâkul ve mantıklı bir îzah da bulamıyor. Sahip olunan onca maddî imkâna, insan kaynağına rağmen nasıl bu kadar zayıf, güçsüz ve gevşek davranılıyor; akla, vicdana sığmıyor.

Neden bu hâlde olduğumuzu biraz araştırınca; kendi yaşadığı çağdan günümüze ışık tutan ve çağlar sonrasına haberler veren Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu muhteşem hadîsine denk geliyoruz. Bu hadîs-i şerif mevcut hâlimize öylesine uyuyor, öyle güzel tarif ediyor ki bir kez daha;

“–Sadakte yâ Rasûlâllah!” demekten kendimizi alamıyoruz.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“–Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır.”

Ashabdan biri;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! O gün (sayıca) az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)?” diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Hayır, bilâkis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size karşı duyduğu «mehâbeti» (korkuyu) çekip alacak ve kalbinize «vehn» (zâfiyet) atacak (bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacak)tır.” buyurdu.

Ashabdan biri;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vehn nedir?” diye sordu.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Dünya sevgisi ve ölüm korkusu…” diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5)

Hadiste geçen «vehn» kelimesine lügatte baktığımız zaman; zaaf, zayıflık, çöküntü, gevşek olmak, güçsüz olmak ve gevşeklik göstermek mânâlarına geldiğini görüyoruz. Ümmetin şu andaki hâlini tarif etmek için, bundan daha uygun bir kelimenin bulunacağını da zannetmiyorum doğrusu.

Müslümanların yaşadığı topraklar, yer altı zenginlikleri ile dolu. Dünya üzerinde üretilen birçok malzemede hammadde olarak kullanılan petrolün mevcut rezervlerinin büyük bir bölümü, müslüman ülkelerin topraklarının altından fışkırıyor. Yerin altının bu kadar zengin olduğu bu coğrafyada, maalesef yerin üstündeki insanlar, dünyanın en ucuz varlıkları durumundalar. Dünyadaki en ucuz şey, ne yazık ki müslüman kanı ve müslüman canı oluyor.

Batılı bir devletin bir vatandaşına, dindaşına dokunulduğunda veya müslüman olmayan birilerine haksızlık, hukuksuzluk yapıldığında; ortalığı ayağa kaldırarak, mücadele ederek o haksızlığı ortadan kaldıranlar var. Ancak, söz konusu müslümanlar olunca, derin bir sessizlik kaplıyor ortalığı ve diğer müslümanlar, zulüm görenlere sabır dilemekten ve duâ etmekten ileri gidemiyorlar.

Câhiliyye devrinde bile, zulme maruz kalanların başvurduğu Hılfu’l-Fudûl müessesesi varken, bugün müslümanların uğradıkları zulümleri şikâyet edecekleri ve dertlerine devâ bulacak bir mercîleri bulunmamaktadır. Mevcut bir-leş-miş milletler veya benzeri topluluklarsa müslümanların uğradıkları zulümlere kör ve sağır olmaya devam etmektedirler.

Ülkemize gelenlere kucak açmak, onların hayatlarını idâme ettirmelerini sağlamak; hem insânî hem de îmânî bir vazifedir elbette. Ancak daha mühim bir vazife varsa o da; müslümanlara yapılan zulümleri engellemek, onların haklarını almak için; ekonomik, sosyal, siyâsî ve askerî olarak bir güç oluşturmak olmalıdır.

Müslümanların evlerini terk edip, ölümü göze alarak batılı devletlere sığınmaya çalışması yüreklerimizi dağlarken; ülkemize gelenlere revâ görülen farklı muameleler de gönül dünyamızı yaralamaktadır.

Hani mü’minler birbirlerini sevmekte, acımakta ve korumakta bir vücut gibiydiler.

Hani o vücudun bir âzâsı hasta olduğu zaman diğer âzâlar da uykusuz kalıp ateşleniyordu. (Bkz. Buhârî, Edeb, 27)

O hâlde neden geçici olan dünya zevklerine aldanarak, kardeşlerimizi yalnız ve yardımsız bırakıyoruz?

Elli yıl evvel yeryüzünün herhangi bir yerinde olmayan, elli yıl sonra da muhtemelen esâmîsi dahî okunmayacak olanların; yeryüzünün sahibi gibi davranması ve arzın sahibinin kullarına yeryüzünü dar etmeye çalışması nasıl îzah edilebilir?

Allâh’ın genişlettiğini daraltmaktan sakınalım, haddimizi ve hududumuzu bilelim.

Rabbim; gönüllerimize genişlik ihsan eylesin! Gönlümüzü mazlumların derdi ile dertlendirsin! Bizi onların haklarını almaya memur eylesin! Bizleri «vehn»e düşmekten muhafaza buyursun inşâallah…