NİYE BENİM SOSYAL MEDYADA TAKİPÇİM AZ!

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Yurtdışında bulunan kardeşlerimize mânevî gelişim anlamında destek olmak amacıyla bayram öncesi mini bir program yaptık. Düsseldorf’tan başlayarak Lüksemburg, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Makedonya, Yunanistan’ı içine alıp kara yoluyla güzel ülkemiz Türkiye’ye gelme programıydı bu. Programın amacı ise; minibüsümüzde bulunan yurt dışında yetişmiş genç kardeşler ile birlikte, hem gezmek hem de Hoca Ahmed Yesevî ekolünce kısa hikâyeler ve âyetler ışığında mânevî gelişim eğitimi yapmaktı. Minibüsümüzün adını da Hezarfen Eğitim Akademisi koyduk. Şimdi de bu yolculuğumuzda geçen bir-iki önemli olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Geçtiğimiz ülkelerden fotoğraflar çekiyor, kısa videolar hazırlayarak bunları sosyal medyada paylaşıyorduk. Lüksemburg, Belçika, Almanya, Avusturya ve nihayet Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye ulaştık. Bayram namazını burada kılıp sonra da Gül Baba’yı ziyaret edecektik. Arefe akşamı bizi misafir eden vakfımızda dinlenirken, söz, paylaştığımız video ve resimlere geldi. O kadar kilometre yol aldık, o kadar fotoğraf ve video çektik ama beklediğimiz beğeni ve övgü yoktu. Bu satırların yazarı kardeşiniz biraz buruldu;

“Yahu niye bizi kimse beğenmiyor? Niye; «Aferin!» demiyor?” diye kendi kendime sitem ettim. O gece Budapeşte’yi yürüyerek gezip tekrar kalacağımız vakfa döndükten sonra tüm Hezarfen Akademisi ekibi ile uykuya daldık. Bendeniz gece yarısı bir ara uyandım, lavaboyu kullanmak için salona geçtim. Salonda, başka bir odada misafir olan Macar bir kardeşimizle karşılaştık. Gecenin saat 3’ü salonda oturuyor. Sanki beni bekliyor gibiydi. İngilizce konuşarak anlaştık. Beni ve belki de bu satırları okuyan sizleri de etkileyeceğini düşündüğüm şu güzel mesajları verdi. Her zaman derim ya; «Hikmet mü’minin emânetidir; o nerede, kimden bulunursa alınmalı.» İşte adını vermemi istemediği için yazmıyorum. O Macar kardeşimizin daha ben sormadan bana anlattığı mesajı şöyleydi:

“–Fahri kardeş! Sana bir şey sormak istiyorum: Nasreddin Hoca’nın hiç şöyle bir derdi oldu mu acaba? Benim kaç tane youtube takipçim var. Ya da Gül Baba Hazretleri hiç üzüldü mü ki, yahu benim instagramda niye takipçim az? Bir de Aziz Mahmud Hüdâyî, Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ, Yûnus Emre ve Hoca Ahmed Yesevî gibi güzel insanlar; hiç şöyle dediler mi ki: Facebook’ta kaç beğeni aldık? Kaç kişi bizi takip ediyor? Elbette hayır!

Bak Fahri kardeş! Herkes nereden besleniyorsa, ürün olarak da onu verir. Bugün sosyal medyada, 40 milyon takipçisi olan varmış. Varsın olsun; beslendiği yer neresi, beslediği yer neresi sen ona bak. Mâneviyattan, tasavvufun kaynak suyundan besleniyorsa onu verir takipçilerine. Ama tüketim kültüründen beslenip yine tüketim kültürüne hizmet ediyorsa bir paylaşımın, o zaman 1 milyar takipçin olsa ne olur ki; Hak katında değerin SIFIR. Ama Hak’tan beslenip; O’nun ilâhî kanunlarını anlatıyorsan, O’nun mesajlarını aktarıyorsan o zaman varsın takipçi sayın 1 olsun. Ne önemi var ki? Peygamber Efendimiz bir duâsında şöyle demiyor mu?

«Ey Rabbim! Sen haksın Muhammed de hak.» Yani kimse inanmıyorsa da ben Hazret-i Muhammed’in O’nun Peygamber’i olduğuna inanıyorum. O hiç üzüldü mü; «Benim takipçim az.» diye. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece Hak’tan beslendi, güzel olanı aldı ve güzel olanı da ümmetine verdi. Biz de böyle olmalıyız. Vücudumuza giren yiyeceklere dikkat ettiğimiz kadar, mânevî vücudumuza giren mânevî beslenme şeklimize de dikkat etmeliyiz.

Unutma Fahriciğim; «Hakikati rehber eden insanlarla beslenen kişi, beslendiğini verir.»”

Kısaca:

“Gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder.” (en-Necm, 39)

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!” (el-İsrâ, 17)
“De ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!» Doğrusu ancak akıl (iz‘an) sahipleri bunu anlar.” (ez-Zümer, 9)