MİLLÎ YEMİNİMİZE NE OLDU?

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Geçenlerde İstanbul’un bir ilçesinde; havadar, ferah bir mıntıkaya gittik. Yemyeşil serviler, çamlar…

Dikkatimi çekti:

Etrafta birçok Arapça ibareli levhalar vardı.

Yan yana, sıra sıra…

“–Eyvah!” dedim; “Birilerini kızdırmasalar…”

Malûm ülkemize Suriyeli kardeşlerimizin gelmiş olmasını, burada çalışıp yaşamalarını kendilerine problem edinen birtakım vatandaşlarımız var.

Fakat burayı fark etmemiş olsalar gerek.

Çünkü İstanbul’umuzun bu güzel, yemyeşil köşesini Suriyelilerin doldurduğunu bilseler herhâlde dillerine dolarlardı.

Başımı çeviriyorum, evet karşı köşede de bir Arapça levha. Bazı levhalar Lâtin harfleriyle hazırlanmış fakat yine belli, bir Suriyeliye ait olduğu.

Üstelik topraktan girmişler, öyle apartman dairesi değil, müstakil olarak alıp yerleşmişler buraya. Sıra sıra, dizi dizi…

Bir şey söyleyeyim mi? Kimse çıkaramaz onları buradan artık!.. Ebediyen bu toprağa aitler!.. Çıkarılmaları neredeyse fiziken imkânsız!..

Hem biraz daha şaşırtayım sizi:

Bedava verseler bile, bu sahiplendikleri vatan toprağımızı siz de almak istemezdiniz! O; «Suriyeliler memleketine gitsin!» diyenler de almak istemezlerdi.

Zannederim artık anladınız.

Bahsettiğim yer bir mezarlıktı.

Ülkemize gelen muhâcirler de fânî dünyanın kaidesi dışında değiller. Vâdeleri yetince vefat ediyorlar. Memleketlerine dönemediler maalesef. Fakat o paylaşamadığımız ne varsa bırakıp; «Senindi! Benimdi!» diye çekiştiğimiz toprağın bağrına geri dönüyorlar. Şimdilik bir mezar taşları var. Fakat gün gelecek onlar da silinecek; ne bir iz, ne bir işaret kalacak.

Yalancı dünyaya konup göçenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler.
Üzerinde türlü otlar bitenler;
Ne söylerler ne bir haber verirler.

Yûnus der ki: Gör takdîrin işleri,
Dökülmüştür kirpikleri, kaşları.
Başları ucunda hece taşları;
Ne söylerler ne bir haber verirler.

Muhâcirler hakkındaki tartışmalara, bu manzaradan bakmalı. Bir mezarlığın manzarasından.

Şöyle bir itiraz gelebilir: Anzakların da gelip atalarının mezarlarında âyin yapmalarına izin veriyoruz; fakat yine vatanımıza göz dikseler, yine karşı çıkarız!..

Eğer gelen Anzak ise tamam. Fakat gelen, aynı coğrafyanın araya sun‘î bir çizgi çekildiği için öteki olmuş öz kardeşiyse? Gelişi de; işgal değil, çaresizce bir sığınma ise?

Vatan telâkkîmize bu pencereden bakmalı. Ölümle bitmeyen, doğumla başlamayan fizik ötesi bir derinlikle…

Her semti benim mührüme etmekte şahâdet,
İstanbul’u hem biz koruruz hem şühedâmız!

Bir gün ölerek ayrılırız sanmasın âlem;
Sor serviye, tâ haşre kadar burda müdâmız! (Tâlî)

Gerçek vatan anlayışımızı, Fransız İhtilâliyle başlayan “ulus devlet” telâkkîsiyle şekillenen vatan anlayışına mağlûp etmemeliyiz.

Namık Kemal, vatan şairi diye bilinir. Yazdığı şiirlerde vatana; Kâbe’yi, Ravza’yı, Mescid-i Aksâ’yı dâhil ediyor:

Bu vatandır dağıtan âleme ilm ü edebi,
Bundadır Beyt-i Harem Mescid-i Aksâ-yı Nebî…

Vatana sahip çıkılmazsa, düşmanların, vatanın en kıymetli yerine kadar ulaşacağına dair şöyle korkutuyor:

Vatanı düşman elinde görmek,
Ademe, küfre müşâbihtir pek,
Bundan evvel ne şerefmiş ölmek!
Bu gidişle olacak puthâne
Mescid ü Kâbemiz, ey dîvâne!

“O zamanki sınırlarımız öyleydi.” diyeceksiniz.

Peki değişen sınırlara râzı mıyız?

Mecburen kabul başka bir şey, gönülden rızâ başka bir şey!..

Hatırlayın: Daha dün Mîsâk-ı Millî sınırları kırmızı çizgimiz idi. Bugün; «Gitsinler!» denilenlerin çoğu o sınırların içinden geldiler! Mîsâk-ı millî: Millî yemin demek. Yeminimize ne oldu?

İslâm Ansiklopedi’sindeki «Sykes-Picot Antlaşması» maddesinden şu cümleye bakınız:

“…Lozan Antlaşması, Arap mandalarının Sevr Antlaşması’ndaki dağılımını aynen korumakta ve bunun temelinde yatan Sykes-Picot Antlaşması hükümleri, buraların 24 Temmuz 1923 tarihinde Cem‘iyyet-i Akvâm’a havale edilmesinin mesnedini oluşturmaktaydı.”

Yani güney sınırımız o lânetli Sevr’den kalma…

Suriye’de bugün yaşananlar; Antep’i Gazi, Maraş’ı Kahraman, Urfa’yı Şanlı yapan mücadeleden ayrı düşünülemez. Dünkü de bugünkü de, İslâm dünyası üzerindeki nüfuz ve hâkimiyet savaşlarından farklı bir şey değil çünkü.

1939’da Hatay’ı geri alabildiğimize ne kadar sevindiğimizi hatırlayalım! Halep’i geri alamadıysak, halkını zulümden kurtardık. Meseleye böyle bakmamız lâzım.

Bu coğrafyada, DNA dökümü çıkarmadan (!) kimsenin soy şeceresi ortaya konamaz. “Ulus devlet” uyruğuna dair ayrımlar, bahsettiğimiz şâibeli hudut çizgilerinden kaynaklanıyor. Sınır çekilince, insanlar o coğrafyada hâkim dili konuşmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla, Suriye’den gelen kardeşlerimizin çoğunun, güney illerimizde yaşayan vatandaşlarımızdan «etnik olarak da» hiçbir farkı yok. Din ve insanlık olarak zaten yok!..

Vahdetteyken onca İslâm beldesi,
Sardı bizi, Fransız’ın modası,
Yetmiş parça oldu, kime faydası? (Tâlî)

Hulâsa;

Vatan bütün İslâm topraklarıdır. Ceddimin at koşturduğu, kadırga yüzdürdüğü ve şehid olup toprağına yerleştiği her yerdir!..

Çünkü hayata bakışımızdaki kıyas ölçüsü; İslâm olmalıdır, ezelden ebede geçerli bir hakikat olmalıdır. Lozan’dan onu bozana kadar geçerli olan dar ölçüler değil.

Öyle olunca; Halep’ten, Şam’dan gelen misafirin, Antep’ten, Rize’den gelenden farkını bulamaz göz, iz‘ân ve vicdan.

15 Temmuz gecesi; «Vatanım tehlikede!» diye Makedonya Kalkandelen’den kalkıp İstanbul’a gelen kişiyi ancak bu vatan telâkkîsiyle anlayabiliriz.

Hac yolunu; «Halîfe şehridir.» diye İstanbul’dan geçiren Orta Asyalı soydaş ve dindaşlarımızı ancak bu telâkkîyle anlayabiliriz.

Dahası, her şeyden önce Allâh’ın arzıdır bu. Bu öyle bir anlayıştır ki;

Toprak vatanım, nev-‘i beşer milletim.

diyen Tevfik Fikret ve diğer hümanist, enternasyonalciler, bu ulvî kardeşliğin yanından bile geçemezler.

Dahası; bereket cimrilikte, egoistlikte, kendine saklamakta değil, cömertlikte, ikramda ve fedâkârlıktadır.

Dahası, «Men sâde câde. / Seyyid olan cömertlik eder!» darb-ı meseli yahut;

Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı,
Kerem etmeyen beyin, fakirden nedir farkı?

beytiyle anlatılmak istendiği üzere, riyâset de ikrâm iledir, cömertlik iledir.

İşte on bin kilometre öteden gelen kovboylar, tır tır silâh verme «cömertliğiyle» kendilerine tâbî olacak bir mıntıka oluşturmaya çalışıyorlar.

İşte sömürgeci devletler; ırkçılıklarını içlerine gömerek, işgal ettikleri ülkelerden gelen koyu tenli vatandaşlarına ne şirinlikler yapıyorlar. Meselâ şu anda Londra’nın belediye başkanı, Sadık Han adlı, Hint asıllı liberal solcu bir müslüman.

Ne kadar acı!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir PUTİN; basın toplantısında, Yemen ile alâkalı soruyu şu âyet-i kerîmeyi okuyarak cevapladı:

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103)

Peki, göç edenler hiç mi problem çıkarmaz? Elbette 3-4 milyon Suriyelinin ülkemize gelmesinin; kendi mücadele ettikleri sıkıntılar kadar ülkemizin ekonomisine, dirlik ve düzenine de tesirleri olmuştur. Mümkün olan en kısa sürede, kalıcı bir çözüm için idarecilerimiz gayret ediyorlar. Bu satırların yazıldığı günlerde Cumhurbaşkanımız R. Tayyip ERDOĞAN’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının en büyük kısmı, Suriye’de güvenli bir bölge oluşturup, misafirlerimizi vatanlarına döndürmek üzerineydi.

Fakat dünya şu sıralar hiçbir problemi çözecek bir irade gösteremiyor. Bu çözümsüzlük sarmalı, zâlimlere yeni problemler çıkarma ve eski yaraları kaşıma cesareti veriyor. İsrail iyice fütursuzlaşıyor. Dünyanın her yerinde müslüman, kanı en kolay dökülebilir varlık olarak görülüyor.

Gidişâtın sonunu Rabbimiz hayreylesin.

Eğer ortalık 100 sene evvelki gibi karışırsa, yine 100 sene evvelki gibi «milletler arası anlaşmalara dayalı» vatan telâkkîleri değişebilir!..

Rabbimiz yardım ederse, müsbet yönde değişir. Fakat o yardıma lâyık olabilirsek; yani kardeşlik şuuruyla, fedâkârlıkla ve cömertlikle O’nun rızâsını kazanabilirsek…

Ne olursa olsun;

Vatan telâkkîsi ezelden ebede olanlar için, hiçbir şey değişmeyecek!..