HEZÎMETTİ ZAFER OLDU!

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Ahmed Şemseddin Sivâsî Hazretleri, 1520’de Tokat’ta doğdu. Tahsilini Tokat’ta ikmâl ettikten sonra İstanbul’a gitti. Bir müddet müderrislik yaptı. Ardından Tokat’a dönerek Abdülmecid Şirvânî’ye intisâb etti. İcâzet aldıktan sonra; Sivas valisinin daveti üzerine Sivas’ın Merkez Camii’nde ve yanında açtığı tekkede uzun müddet irşad faaliyetlerinde bulundu. 76 yaşındayken Sultan III. Mehmed’in daveti üzerine Eğri Seferi’ne iştirak etti. Kendisine bu yaşta böyle bir sefere katılmasının hikmetini soranlara; «Nefsiyle bir ömür cihâd ederek büyük cihad sünnetini yerine getirdiğini fakat küçük cihâda katılmadığını, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu sünnetine de uymak arzusunda olduğunu söylerdi.» Şemseddin Sivâsî Hazretleri, Eğri Seferi’nden döndükten kısa bir süre sonra -Ekim 1597’de- Sivas’ta vefat etti. Kabri, Sivas Meydan Camii hazîresindedir.

*

Şemseddin Sivâsî; yakınlarından birini yanına çağırarak, din düşmanlarının haddi aştığını, kendisinin de yapılacak sefere iştirak etme arzusunda olduğunu söyledi. O kişi sıhhatinin ve yaşının buna müsait olmadığını söyledi. Sivâsî Hazretleri, böyle olmasına rağmen hazırlıkların yapılmasını emretti. Tam hazırlıklar tamamlandığı esnada, İstanbul’dan III. Mehmed’in davet mektubu kendisine ulaştı. Zaten hazır bulunan Şemseddin Sivâsî, hemen yola çıktı. İstanbul’a vardığında Sultan ve beraberindekiler bu büyük Hak dostunu husûsî olarak karşıladı. Sultan;

“–Sizi sefere davet etmek üzere gönderilen kapıcıbaşımız, sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş. Hazırlıklı olduğunuza göre, bu seferin sonunda ne olacağını da bilirsiniz.” dedi. Şemseddin Sivâsî Hazretleri, Padişah’a gönlünü hoş tutmasını, seferin zafere dönüşeceğini söyledi. Ordu sefere çıktı. Eğri Kalesi kolayca fetholundu. Fakat düşman ordusu kalenin dışında bir yerde bekliyordu. Göğüs göğüse bir cenk başladı. Muharebe esnasında Osmanlı ordusu bir ara dağıldı. Kaçışlar başladı. Padişah, Şemseddin Sivâsî’ye;

“–Müşâhedeniz yanlış çıktı. Biz yeniliyoruz!” dediğinde Şemseddin Sivâsî Sultan’a sakin olmasını ve daha henüz vaktin gelmediğini bildirdi. Nitekim yarım saat geçmeden ordunun içinde bir zât dikkatlerini çekti. Şemseddin Sivâsî, Sultan’a;

“–Vakt-i fetihtir.” dedi. Az önce dikkatlerini çeken o zât kuvvetli bir şekilde;

“–Eyyühe’l-mü’minûn! Eyne gayretü’l-İslâm ve eyne gayretü Hayri’l-enâm ve eyne gayretü’s-Sultânı ekremi’l-kirâm. «Ey Mü’minler! Nerede İslâm dâvâsına sahip çıkışımız? Peygamberimiz’e sahip çıkma gayretimiz nerede?»” diye bağırarak düşmanın üzerine atıldı. Askerler de bu manzara ile şahlandılar ve hücuma geçtiler. Bu şekilde İslâm ordusu zafere ulaştı. (Bkz. Dâî, Feth-i Bilâd-ı Engürüs; Prof. Dr. Hasan AKSOY, Şemseddin Sivâsî Hayatı, Şahsiyeti, Tarîkatı, Eserleri)

SOKULLU ve I. MURAD HAN

Sokullu Mehmed Paşa, 1505’te Bosna’nın Sokoloviç köyünde dünyaya geldi. Kanunî zamanında saraya devşirme olarak alındı. Müslüman oldu ve Mehmed adını aldı. Enderun’da eğitim gördü. Devlet kademelerinde muhtelif vazifeler aldıktan sonra önce Kaptân-ı Deryâlığa ardından Rumeli Beylerbeyliğine getirildi. Zigetvar Seferi’nde vezir olarak Kanunî’nin yanındaydı.

Sokullu, 12 Ekim 1579’da konağında ikindi dîvânına gelen bir meczup tarafından hançerlenerek şehîd edildi. Kabri, Eyüp’teki türbesindedir.

*

Sokullu Mehmed Paşa; her gece âdeti olduğu üzere abdestini yeniledi, teheccüd namazını kıldıktan sonra hazinedar Hadım Hasan Ağa’ya bir miktar kitap okuttu. O gece Hasan Ağa’ya;

“–Sultan Murad’ın Kosova’da şehîd edilişini anlatan yeri oku!” dedi. Hasan Ağa Murad Han’ın zaferini ve sonunda meydan yerini gezerken bir Sırplı tarafından hançerlenerek şehîd edildiğini tasvir eden satırları okurken Sokullu gözyaşları içinde kaldı. Ellerini kaldırdı ve;

“Yâ Rabbî! Bana da böyle bir devlet nasip eyle!” diye duâ etti. Murad-ı Hüdâvendigâr’ın rûhuna Fâtiha okuduktan sonra Hasan Ağa’yı yolladı. Sokullu, ertesi sabah Dîvân-ı Hümâyun’da yapılan toplantıya başkanlık ettikten sonra ikindi vaktinde kendi konağında bir toplantı daha tertip etti. Hükûmet erkânıyla beraber yarım kalan işleri görüşüyor, istekleri cevaplıyordu. Her zaman Sadrazamdan para istemeye alışmış olan Bosnalı meczup kişi, muhafızlardan çok rahat sıyrıldı. Dîvan’dan çıkmak üzere olan Paşa’nın yanına kadar yaklaştı. Günün yorgunluğu içindeki ihtiyar Sadrazam, pek çok defa olduğu gibi ihtiyaçlarını bildiren meczuba para vermek için kesesini çıkardı. Ancak meczub, entarisinin altından çıkardığı hançerle Sokullu Mehmed Paşa’nın kalbini doğradı. Kanlar içinde yere kapaklandı. Derhâl dairesine kaldırdılar ve yarasının sarılması için cerrah getirdiler. Ayasofya’da akşam ezanı okunurken yaşlı Sadrazam rûhunu teslim etti. (Ahmed ŞİMŞİRGİL, Bir Devrin Adı: Sokollu)

AYAKTA UYUTTU

Türk-İslâm âlimi Fârâbî, 871 yılında Türkistan’ın Fârâb şehrinde doğdu. İyi bir tahsil gördü. Tahsilini tamamlayınca bir müddet kadılık vazifesi yaptıysa da daha sonra kadılığı bırakarak ilme yöneldi. O dönemin öne çıkan ilim merkezlerinden Merv, Buhârâ, Semerkant ve Belh şehirlerinden sonra Bağdat’a gitti. Burada mantık ve felsefe okudu. Birçok eserini 20 senesini geçirdiği Bağdat’ta kaleme aldı. Fârâbî, 950 senesinin Aralık ayında Şam’da vefat etti. Kabri, Bâbüssagīr denilen mevkîdedir.

*

Fârâbî kanundan başka bir müzik âleti daha îcat etmişti. Bu âlet kurularak çalınır ve kuruluş tarzına göre nağmeler çıkarırdı. Dinleyenlerde gayet hoş bir tesir meydana getirirdi. Fârâbî bir gün Seyfüddevle’nin şarkı ve çalgı meclisinde bulunmuştu. Meclistekiler Fârâbî’yi tanımıyordu. Fârâbî o mecliste bulunan ses sanatçılarını beğenmeyince Seyfüddevle kendisine mûsıkîden anlayıp anlamadığını sordu. Fârâbî bunun üzerine îcat ettiği çalgıyı kılıfından çıkardı. Bu enstrümanı kurdu ve çalmaya başladı. Bunun üzerine meclistekilerin hepsi gülmeye başladılar. Sonra Fârâbî enstrümanı söktü ve başka bir tarzda kurdu. Tekrar çalmaya başladı. Bu sefer meclistekilerin hepsi ağlamaya başladılar. Fârâbî söz konusu teçhizatı tekrar söktü ve yeni bir şekilde tekrar kurdu. Sonra çalmaya başladı. Bu sefer kapıcıya varıncaya kadar mecliste bulunanların hepsi uyudular. Onlar uyurken Fârâbî meclisi terk edip gitti. (Corci ZEYDAN, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, c. III, s. 393)

KİM İŞ BİTİRİCİ?

Hasan el-Bennâ, 17 Ekim 1906’da Mısır’ın Mahmudiye kentinde doğdu. Dînî ve ilmî yönden köklü bir aileye mensuptu. Medresede okuduktan sonra Kahire’ye giderek Dârü’l-Ulûm’a kaydoldu. Öğrencilik yıllarındaki aktif siyâsî ve içtimâî hayatını, mezun olduktan sonra da devam ettirdi. Gitgide büyüyen gençlik hareketi 1928 yılının Mart ayında «İhvân-ı Müslimîn» adı altında teşkilâtlandı. Kendi ifadesiyle; selefî bir mesaj, Sünnî bir yöntem, tasavvufî bir hakikat hareketi olan bu teşkilât 1948’de yahudilere karşı yaptığı cihad çağrısı sebebiyle mevcut hükûmet tarafından yasadışı ilân edildi ve 1949 yılında kapatıldı. Birkaç hafta sonra -12 Şubat 1949 tarihinde- Hasan el-Bennâ düzenlenen sûikast ile şehîd edildi.

*

Hasan el-Bennâ bir gün talebesine bir iş verir ve;

“–Evlâdım bu işi bugün bitir, gel!” der.

Talebesi;

“–Hocam bugün yapılması gereken birçok iş var, onları yapacağım. Uygun görürseniz bu işi de falan arkadaşa verelim o bugün boş, o yapsın!” der.

Üstad Hasan el-Bennâ;

“–Evlâdım! O arkadaşın iş bitirebilecek biri olsa idi, bugün boş olmazdı. Çünkü işi, meşgul insanlar bitirir.” diyerek talebesine bir hayat dersi verir.