GÜVENİLEN İNSAN OLMAK

Sami GÖKSÜN

Bir müslümanın en bariz özelliği, doğruluk ve dürüstlüktür. Peygamber Efendimiz’in hayatı incelendiği zaman, bu hususun ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.

Peygamberlerde bulunması gerekli özelliklerden biri de «sıdk» doğruluk ve dürüstlüktür. Bu sıfat, peygamberlerin doğru sözlü ve dürüst olduklarını ifade eder. Çünkü peygamberler, Allah ile insanlar arasında elçilik yapan kimselerdir. Böyle olan kimseler, dürüst ve doğru sözlü olmak zorundadırlar. Aksi takdirde, insanlar kendilerine inanmaz ve güvenmezler.

Peygamberler; gönderildikleri toplumlara, önce bu özelliklerini dürüst ve güvenilir olduklarını söylemişlerdir. Cenâb-ı Hak Şuarâ Sûresi 107. âyet-i kerîmesinde bu hususu şöyle bildirmektedir:

“Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş (dürüst) ve güvenilir bir Peygamber’im.”

Peygamberlerin;

“Ben güvenilir bir peygamberim.” demeleri sözden ibaret değildi. Onlar güvenilir kimselerdi. Hayatları incelendiğinde bu husus daha iyi anlaşılır. Şimdi burada Peygamberimiz’den söz edelim. Çünkü O’nun hayatı, bizim için en güzel örnektir. Zaten Cenâb-ı Hak da Kur’ân’ında O’nun örnek alınmasını tavsiye etmektedir.

Efendimiz’e peygamberlik geldikten sonra, Kâbe’nin en yakınındaki Ebû Kubeys Dağı’na çıkarak onlara;

“–Ey Kureyş topluluğu! Size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylesem, inanır mısınız?” diye sormuş. Orada hazır bulunanlar hep bir ağızdan;

“–Evet inanırız, çünkü Sen bir defa olsun bize yalan söylemedin.” demişlerdi.

Efendimiz’in peygamber olarak geldiğini duyan diğer ülkelerin başkanları; karşılaştıkları her Mekkeliden O’nu soruyor, hakkında bilgi alıyorlardı. İşte Bizans İmparatoru Herakliyüs; ticaret maksadıyla Şam’a gelmiş Ebû Süfyan’ı kabul ederek kendisine Peygamberimiz’e dair bazı sorular sormuştu. Bu suallerden birisi şöyle idi:

–Peygamberlik iddiasında bulunan bu Zât’ın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu?

Henüz müslümanlığı kabul etmemiş ve Peygamberimiz’e düşman olanlarla dayanışma içerisinde bulunan Ebû Süfyan şu cevabı vermişti:

–Asla! Yalan söylediğini hiç duymadık.

Onlar Efendimiz’in; yalan söylediğini, verdiği sözü tutmadığını bilmiş ve duymuş olsalardı, bunu fırsat bilir aleyhinde kullanırlardı. Fakat onlar, O’nun yalan konuşmadığı, kimseyi aldatmadığı hususunda ittifak hâlinde idiler.

İşte yüce Rabbimiz’in Kur’ân’da yüksek ahlâkını övdüğü Peygamberimiz. O; hiçbir zaman yalan söylememiş, verdiği sözden dönmemiş ve yaşadığı toplum içinde daha peygamberlik vazifesi kendisine tevdî edilmeden; «Güvenilir Muhammed» diye tanınmıştır.

Efendimiz’i örnek alan her müslüman, ahlâkî yönden de O’na uymak zorundadır. Çünkü O;

“Ben üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. (Muvattâ, Hüsnü’l-hulk, 8)

Güzel ahlâk, kişiye toplumun güvenmesini sağlar. Bir insanın, toplumun güvenini kazanmasından daha güzel bir şey olamaz. Bu mevzuda Peygamberimiz de, müslümanın güvenilirliğini ortadan kaldıran dört huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:

“Dört huy vardır ki; bunlar kimde bulunursa o kimse katıksız münafık olur, kimde bunlardan bir şey bulunursa, onu bırakıncaya kadar, kendisinde nifaktan bir vasıf var demektir. O:

➢Konuştuğu zaman, yalan söyler.

➢Söz verdiği zaman, sözünde durmaz.

➢Bir şey va‘dederse, va‘dinden döner.

➢Bir dâvâ ve duruşma esnasında haktan ayrılır.” (Müslim, Îmân)

Müslüman; Peygamberimiz’e uyarak verdiği sözde durmalı, yaptığı va‘di yerine getirmelidir. Yapamayacağı bir şeyi va‘detmemeli, tutamayacağı bir sözü vermemelidir. Yüce Rabbimiz Kur’ân’ında; yapamayacağı bir şeyi söyleyen, tutamayacağı bir sözü veren kimseleri kınıyor ve;

“Ey mü’minler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (es-Sâf, 2) buyuruyor.

İnsanlara verdiğimiz sözü tutmakla mükellef olduğumuz gibi, elbette Allâh’a verdiğimiz sözü de tutmakla mükellefiz.

Verdiği sözde duranı Cenâb-ı Hak Kur’ân’ında övüyor ve şöyle buyuruyor:

“Mü’minler içinde Allâh’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir, kimi de şehidliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.” (el-Ahzâb, 23)

Yine yüce Rabbimiz Kur’ân’ında, Allâh’a söz verdiği hâlde verdiği sözünü tutmayanları kınıyor ve şöyle buyuruyor:

“Onlardan kimi de;

«–Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâdıklardan olacağız.» diye Allâh’a and içti.

Fakat Allah lutfundan onlara verince, onda cimrilik edip (Allâh’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (et-Tevbe, 75-76)

Bu âyet-i kerîmenin Sa‘lebe hakkında nâzil olduğu rivâyet edilir.

Sa‘lebe; Peygamberimiz’den, Allâh’ın kendisine mal vermesi için duâ etmesini rica eder. Peygamberimiz kendisine;

“–Sa‘lebe! Şükrünü edâ edebildiğin az mal, güç yetiremeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” buyurur. Sa‘lebe bu isteğinde ısrar eder ve;

“–Sen’i hak Peygamber gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Allah bana mal verirse kesinlikle her hak sahibine hakkını veririm.” der. Bunun üzerine Peygamberimiz de kendisi için duâ eder ve Sa‘lebe çok zengin olur. Medine, hayvanlarına dar gelince bir vadiye çekilir ve artık Cumalara bile gidemez olur. Daha sonra mallarının zekâtını almak için kendisine Peygamberimiz’in gönderdiği tahsildarlara zekât vermez ve onları eli boş geri çevirir. Peygamberimiz iki defa;

“–Eyvah, yazıklar oldu Sa‘lebe’ye!” buyurur. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 370-372)

Bunun içindir ki verdiği sözde durmamak nifak belirtisi sayılmıştır. Bunun için yüce Rabbimiz İsrâ Sûresi’nin 34. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurur:

“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”

Bu âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerifler bize gösteriyor ki; müslüman, doğru, dürüst, sözünde duran ve bu yolda gayret eden olmalıdır. Bir de Sa‘lebe’nin hâline bakarak; «Ne oldum?» değil; «Ne olacağım?» diye de düşünmek lâzım.

Rabbim bizlere bu hakikatleri anlayabilmeyi ihsan eylesin. Âmîn…