FAALİYET RAPORLARI

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Medine faaliyetleri Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’in oraya gidişi ile başlamıştı.

Aynı şekilde müesseseleşme de, Dâru Es‘ad ile başlamıştı.

Daha sonra Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evi Dâru Zeyd; Hazret-i Enes bin Mâlik’in evi Dâru Enes’ti. Diğer bazı evler de Dâru’l-İslâm ya da Dâru’l-Kur’ân şeklinde isimlendirilmişti. Bu şekilde çok çeşitli yerlerde çalışmalar yürütülüyordu.

Şimdi de bunlara Hazret-i Sa‘d bin Muâz ile Hazret-i Useyd bin Hudayr’ın evleri eklenmiş ve Dâru Sa‘d ile Dâru Useyd oluşmuştu. Başlangıç merkezi olması itibarıyla Dâru Es‘ad merkez olarak vazifesini yürütürken, diğerleri de onun şubeleri oluyordu.

Abdüleşheloğulları yeni müslüman oldukları için, onlara bir an önce İslâm’ın anlatılıp öğretilmesi gerekiyordu. Bu yüzden hiç zaman kaybetmeden Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr, Sa‘d bin Muâz Hazretleri’nin evine taşındı. Gelgitlerle zaman harcamak istemiyorlardı çünkü.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi, Hazret-i Es‘ad bin Zürâre’nin evi tümüyle terk edilmemişti. Orası yine Dâru Es‘ad olarak, merkez vaziyetini koruyacaktı.

Merkez başta olmak üzere; oluşan yeni şubelerle beraber, ciddî bir teşkilâtlanma ile faaliyet alanları bir hayli gelişmiş ve genişlemişti. Böylece daha çok kişiye, daha kolay yollarla ulaşmış oluyorlardı.

Hazret-i Sa‘d bin Muâz -radıyallâhu anh-; yeni İslâm’a girdiği hâlde, şimdiden çok büyük hizmetler yapmıştı. Üstelik her geçen gün, daha çok kişiye ulaşmaya çalışıyordu.

Halasının oğlu olan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre’nin yaptığı gibi, o da tanıdıklarından önde gelenleri Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’in yanına getirmeye çalışıyordu.

Bu kadarı ile yetinmeyen Hazret-i Sa‘d, her geçen gün yeni şeyler geliştiriyordu. Önceliği, yıllardır tanıştığı ve kavimlerinin en önde gelenleri olan arkadaşlarıydı. Onları tek tek ziyaret ediyor, dilinin döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Altından kalkamadığı sorular karşısında, işi hemen Mus‘ab Hoca’ya havale ediyordu.

Daha doğrusu, duruma göre sürekli yeni usûller geliştirme çabasındaydı. Muhataplarını dinler konuma getirdikten sonra, öyle konulara giriyordu ki, cevap vermede zorlanacağı sorulara kapı açıyordu. Böyle sorular gelince de asıl hedefini, uygun bir dille ortaya koyuyordu.

–Ben bu kadarını bilemiyorum. Dilerseniz bu mevzuda yetkili bir uzman kişi olarak Mekke’den buraya gönderilen Mus‘ab bin Umeyr’e götürelim konuyu. Uzman kişi odur çünkü. Burada bunun için bulunuyor.

–Biz de ona gidelim öyleyse!

Allâh’ın kullarına, Allâh’ın mesajını vermeye çalışırken, özellikle dikkat etmemiz gereken çok önemli şeyler var. Bunlardan biri de mesajın aktarım şeklidir. İnsanlara mesajı ulaştırma adına, mesajı ağırlaştırmak ya da hafifletmek değil; mesaj neyse, onu olduğu gibi aktarmak gerekiyor. Tabiî bu arada, katılımcıların seviyelerini ve şahsî özelliklerini de özellikle dikkate almak lâzım. Kime, ne, ne kadar ve ne zaman gerekliyse; ona, onu, o kadar ve o zamanda vermek esastır! Ama ne olursa olsun, her şey Kur’ân ile olacak elbet.

Şahıs, mevzu ve mekân kim veya ne olursa olsun, hiçbir şey Kur’ân ve Sünnet’in önünde değildi. Kur’ân her şeylerinin başındaydı.

«Yeri geldikçe…» değil! «Ara sıra…», «Lâzım oldukça…» hiç değil! Sürekli, her zaman ve hep Kur’ân! Kur’ân ve Sünnet başa alındığı için, başarı da o nisbette oluyordu.

Dâru Sa‘d; sadece kendi bölgesinin değil, bütün Yesrib’in merkezi hâline gelecek bir çalışma içindeydi. Bütün bu çalışmalar ile kısa sürede Medine, İslâm yurdu olma yolundaydı! Eski kasaba Yesrib, şimdilerde Medine olmak üzereydi…

Hazreti Mus‘ab -radıyallâhu anh-; Medine çalışmaları hakkında malûmat vermek için hazırladığı raporları Rasûlullah -aleyhisselâm-’a götürüyor, O’ndan aldığı yeni tâlimatlarla Medine’ye dönüyordu. Yeni tâlimatlarla beraber yeni gelen âyetler, Medine’de büyük bir coşkuyla karşılanıyordu.

Mus‘ab bin Umeyr; Medine’de vazife yaptığı süre içinde, duruma göre birkaç defa Mekke’ye gidip, çalışmaları hakkında bilgi vermişti. Ancak, kaynaklarımızda tam olarak kaç defa gidip geldiği belirtilmiyor.

Bazen de, bizzat kendisinin gidemediği zamanlarda, uygun birini seçiyor, Medine çalışmaları hakkındaki raporlarını gönderiyordu. Rasûlullah -aleyhisselâm- da, her seferinde yeni gelen âyet ve sûreleri gönderiyordu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’a
raporlarını sunan ve O’nun değerlendirmelerini dinleyen Hazret-i Mus‘ab, yeni âyetler ve yeni tâlimatlarla dönmüştü. Az önce belirttiğimiz gibi, yeni gelen âyetlerle Medine müslümanları bir başka bayram yaşamışlardı.

Yine çalışmalarını tamamlayan Mus‘ab Hoca, yeni raporlar ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Rasûlullah -aleyhisselâm- ile yeniden buluşacağını düşündükçe bir hoş oluyordu. O’nu görmek, O’nunla beraber olmak ve O’nu dinlemek Mus‘ab Hoca için bambaşka bir şeydi. Bu düşüncelerle onca yolu tüketmişti…

Mekke’ye varır varmaz, kimseye sezdirmeden ve kendini de belli etmeden doğruca Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın yanına vardı. Rasûlullah -aleyhisselâm- onu öyle bir muhabbetle kucakladı ki, Hazret-i Mus‘ab bütün yorgunluğunu unuttu. Aşk ve muhabbetle doldu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’a sordurma zahmeti bile vermeyen Hazret-i Mus‘ab; yapmış olduğu çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi vererek, faaliyet raporlarını sundu. Bu arada kullandığı bir cümle, ortama başka bir güzellik kattı:

–Yâ Rasûlâllah! Yesrib artık Kur’ân’ı ve İslâm’ı konuşuyor! Yesrib’de Kur’ân ve İslâm’ın konuşulmadığı bir ev bile kalmadı!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; bu anlamlı ifadelere o kadar sevindi ki, Mus‘ab Hoca’nın ayaklarını yerden kesecek müjdeyi verdi:

–Yâ Mus‘abu’l-Hayr! Allah Teâlâ, senin elinle Yesrib’e hayrın en güzelini ulaştırdı desene!*

Rasûlullah -aleyhisselâm-;

«Yâ Mus‘abu’l-Hayr!» buyurunca, o günden sonra «Mus‘abu’l-Hayr» onun en meşhur künyesi oldu. «Yâ Mus‘abu’l-Hayr» deyimi, «ey Hayırlı Mus‘ab» demekti.

Peygamber Efendimiz’i örnek alan her müslüman böyle hareket eder işte!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

______________

* İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğābe Fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 5, s. 175.