ZAVALLI ÇIRA

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Andersen’in meşhur masalıdır:

İki sahtekâr terzi; kendini beğenmiş bir krala, çok hususî, çok müstesnâ bir elbise diktiklerini söylerler:

“Bu elbise, sadece akıllı kimseler tarafından görülmektedir! Akılsızlar bu çok güzel ve özel elbiseyi zinhar göremezler!”

Başta kral ve bütün avenesi, akılsız addolunmamak için, bu sahtekâr terzilerin olmayan elbisesini görüyormuş gibi yaparlar. Koca kral çıplak gezmekte, etrafındaki «akıllı» yağcıları da olmayan elbiseye methiyeler düzmektedir.

Nifâkı, ikiyüzlülüğü ve kibrin sefâletini ne güzel anlatır bu masal…

Masal böyle bitmez elbette. Masallar mutlu sonlarla biter. Sonunda sâfiyet içindeki bir çocuk başlar bağırmaya:

“–Kral çıplaak! Kral çıplak!..”

Bu çocuk zekîdir ve zekâsı, onu terzilerin sahtekâr modasından kurtarır. Ama saf gönüllüdür o çocuk. “Ya bana akılsız derlerse, ya kültürsüz sayarlarsa, ya adam yerine koymazlarsa…” gibi hesap ve kitaplar içine hiç girmez. Fıtratının temizliğiyle, gördüğüne; «Gördüm.» der. Kralın çıplak olduğunu haykırır. Bu haykırış; riyânın ve sahte davranışların perdesini indiriverir. İşte o zaman herkes; «Evet doğru!..» demeye başlarlar. Ancak o zaman çıplak olduğunu fark eder kral…

O zamana kadar kralı utanmaktan uzak tutan şey, terzilerin uydurduğu sahte hikâyedir.

Bu masal, bugün neredeyse bütün dünya tarafından bir şekilde sahneleniyor.

Sokakta; hayâdan, edepten ve iffetten soyunmuş, yerine batılı, şeytânî terzilerin güya diktiği «hürriyet, serbestlik, çağdaşlık ve modernlik» giysilerini giymiş gibi yapmış yüz binler var.

“–Niye soyundun? Niye sokağa bu vaziyette çıktın? Utanmıyor musun?” demeye görün. Siz aptal yerine konuverirsiniz. Siz; yobaz, barbar, çağdışı, hattâ hattâ ahlâksız diye yaftalanırsınız! Evet, soyunan değil de; «Niye soyunuyorsun?» diyen ahlâksız olur bu çarpıtmalar neticesinde.

Sahi çocuk; «Kral çıplak» demekle bir suç işlemiş sayılmış mıdır?

“–Bu ne hadsizlik? Sen kim oluyorsun da kralın kıyafeti ve hayat tarzına müdahale ediyorsun?” diye çocuğa hakaretler edilmiş midir acaba?

O iki terzi ne yaman terzidir: Bugün dört sahada görünen iki sahtekâr terzi:

Medya ve Moda…

Medyayı; gazete, dergi, televizyon, internet diye çeşitlendirebiliriz. Bilhassa son ikisi, artık insanın ayrılmaz bir uzvu hâline gelen cep telefonunda mevcut.

Moda ve reklâm ise, o neşriyâtın arka plânındaki açık ve gizli plân ve projelerdir.

O sahtekâr terziler; olmayan elbiseyi; «Akıllıların görebileceği elbise» diye yutturdukları gibi, bu terziler de gerçekleri ters yüz eden bir toplum mühendisliği yaparlar.

Kadîm zamanlardan beri; yoksulluğun, perişanlığın, aç ve açıkta olmanın alâmeti olan çıplaklığı, kimilerine «eşsiz ve paha biçilmez hürriyet elbisesi» diye yutturmayı başarmışlardır.

Giyinmek; insan insan olduğundan beri, soğuktan, sıcaktan ve nâmahrem nazarlardan muhafaza içindi. Fakat şimdi o terzilerin modasınca, giyinmek bile, teşhir etmek içindir.

İnsan üşür, insan terler ve insan utanır. Bunlar en fıtrî hususiyetleridir insanın. Dünyanın en sıcak mıntıkalarında asırlardır yaşayan milletlere bakın:

Hepsi güneşten örtünerek saklanmaya çalışmıştır. Medeniyeti olmayan kabîleler dışında, hiçbiri çıplak gezmez.

Günümüz câhiliyyesinin sahtekâr toplum mühendisleri, bugünün insanına;

“Yaz sonunda iş yerindeki arkadaşlarının yanına; yanmış, bronzlaşmış bir tenle dönmelisin ki, yazın keyfini çıkardığını gösterebilesin.” diyor. Sağlık açısından dahî güneş ışığının fazlası doğrudan cilt kanseri sebebi. Fakat ne gam!

Hiciv diliyle anlatırsak:

Yaz geldi şeytanlar, işe soyundu…
Kızartmalık etler, «şiş»e soyundu…

Serinlemek için, zavallı çıra,
Tuttu kızgın, kor ateşe soyundu…

Kırk ipek bohçaya sarındı hümâ,
Harâmî akbaba, leşe soyundu…

Deryâ dibinde de, sedefte inci,
Yolun ortasında lâşe soyundu…

«Kara Fatma» dedi örtünenlere,
Kararmaya ta güneşe soyundu…

«Annelik, hanımlık haksızlık» dedi,
Erkeklerle baş güreşe soyundu…

Üstünde ne varsa attı yerlere,
İffet, nâmus, ar… peş peşe soyundu…

Profesyonellik denildi buna,
Dörde; «Ayıp» dedi, beşe soyundu…

Yırtıldı hayâsı beyaz perdenin,
Sanat için reji, gişe soyundu…

Batakhâne oldu genel sokaklar,
Zannetme ki üç fahişe soyundu…

Nasıl bir kasırga esti yurdumda?
Nene Hatun kızı Ayşe soyundu…

Yaz geldi şeytanlar, işe soyundu…

Çıplaklık ardır. Utanç sebebidir. 15 Temmuz’u hatırlayın. Darbecilerin hangi vaziyette istiflendiğini gözünüzün önüne getirin.

Giyinmek, şeref ve haysiyetle öyle aynîleşmiştir ki; elbisenin topuklara kadar taşırılması, meşhur bir gurur alâmeti olmuştur.

Hattâ, câhiliyyede bazı kabîleler için tavafın çıplak yapılması, güya Allah karşısında bir tevâzu ve mahviyet gösterisi idi. Cenâb-ı Hak;

“Takvâ elbisesi daha hayırlı!” buyurarak bu sözde tevâzu gösterisini reddetti. Edebe davet etti. (Bkz. el-A‘râf, 26-27) Kefen iklimi ve mahşer provası ise, sadece erkekler için, «dikişsiz iki parça bez» tatbikatıyla gerçekleştirildi.

O iki sahtekâr terzinin, insanın kadîm mânevî yolculuğunda da iki karşılığı var:

Şeytan ve nefis…

Şeytan insanın ezelî düşmanı. Âdem babamızın ilâhî huzurda, şeref ve kerem elbisesini giyinip, secde emrinin kıblesi olmasına, iblisin büyük bir hasedi var. Bu sebeple ilk intikam saldırısını gerçekleştirdiğinde, ilk yaptığı şey, Âdem ve Havvâ’yı çıplak bırakmak oldu.

İnsanın çıplaklığını fark etmesi, yani insanı çıplaklığa mâruz bırakmak, onu hayvanlar âleminin bir ferdi gibi göstermeye çalışmaktır. Nitekim melekler de «fesat çıkaracak ve kan dökecek» bir varlık diyerek, muhtemelen hayvanlar âlemindeki kaidesiz, şerîatsız, ahlâksız ve içgüdülerle şekillenen bir hayatı kastetmişlerdi. Melekler iki madde saymışlar, fakat devamını biz getirebiliriz:

“Nikâhsız, ailesiz, rezil bir nefsânî bir hayat yaşayacak, temiz-kirli, helâl-haram demeden yiyecek, çıplak gezecek bir varlık…”

Belgeselleri gözünüzün önüne getirin:

–Hayvanların kavgası ne için olur?

–Ya avlayıp yemek ya dişileri elde etmek…

Hâlbuki insan, rızâlaşarak helâlinden kazanıp yiyebilir ve helâlinden nikâh kıyarak aile kurar. Bunun için de nefsâniyeti olur olmaz ortaya dökecek davranışlardan uzak durur. Çıplak gezmez.

Zaten sair mahlûkat umumiyetle; çirkin çıplaklıktan postuyla, kuyruğuyla vs. korunmuştur. İnsanda ise bu; elbiseyle, hicabla, tesettürle, hayâ ile gerçekleşecektir.

Ne kadar câlib-i dikkat ki; evrimcilerin kendilerine en yakın bulduğu bazı maymun türlerini Allah, bilhassa çirkin uzuvları çıplak ve görünür vaziyette yaratmıştır.

İbret alan yok mu!..

Gelelim iç dünyadaki ikinci terziye:

Nefs…

Bu kendini kandıran sahtekâra ne oluyor?

Şeytan elbette ister ki; ezelî düşmanı insan, kerem hil‘atını çıkarsın da rezil rüsvay olsun, çirkin bir maymuna dönsün!… Bu onun hasedinin, kininin neticesi.

Ya nefse ne oluyor?

Nefs seviye seviye… Emmâre seviyesinde, sadece kötülük istiyor. Kendi aleyhine de olsa; basit, rezil ve hayvânî duyguların peşinde koşuyor. Allah hakkına ve kul hakkına girse de istiyor, başını belâya sokacak olsa da istiyor, kendini rüsvay edecek olsa da istiyor, istiyor da istiyor.

Levvâmede aklı başına gelip de örtünecek yaprak arasa da istiyor.

Mülhemede; her ne kadar takvâ libâsını sırtına geçirse de, irade kemerini sıksa da içten içe istiyor.

Takvâ üniformasının getirdiği insanca mes’ûliyet ve mükellefiyetler hoşuna gitmediği için, vazifeden sıyrılıp hayvanlığa koşmak istiyor.

Hâlbuki;

Bu isteklerin sonu tatminsizlik!.. İnsan, maddî nimetlerde hep aşırı gider. Haddinden fazla yer, hastalıklara dûçâr olur. Cismâniyette de, aşırı gittiğinde, artık «işin normali» kendisini tatmin edemez olur. Kendisini sapkınlıkların pençesinde bulur. Hak dînin ve istikametli geleneklerin, «kıllet» terbiyesi, «kifâf-ı nefs ve riyâzat» tavsiyesi, demek ki, bu sapkınlıklardan muhafaza ediyor.

Nefs; ancak tezkiye olur da mutmainne seviyesine çıkıp, dünyevî ve nefsânî arzular onun gözünde değerini kaybederse, işte ancak o zaman şeytan terzisinin rezil kıyafetlerini bir tarafa itip, gerçek takvâ libâsına bürünüyor.

Masaldaki çocuğu, sâfiyeti korudu. Eğer o çocuk da sahtekâr terzilerin tezgâhından geçmiş olsaydı, o da bu yalancı seremoniyi sona erdiremezdi, o da mevcut çirkin vaziyeti normal karşılar, o da akıllı ve anlayışlı rolü keserek, çıplaklığa methiye düzenlerden olurdu.

Bu sebeple bu çirkin gidişâta; «Dur!» diyecek istikbâlin neslini; bu toplum mühendislerinin tezgâhından, yani batı taklitçisi, çarpık eğitim sisteminden korumak mecburiyetindeyiz.

Yoksa istikbalimiz dünya ve âhiret cehennemlerinde yanmaya namzet zavallı birer çıraya dönecek…