Modern Çağın Hastalıkları; UYDUM KALABALIĞA

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

İnsan yalnız başına dünyaya gelir, ancak hayatını idâme ettirebilmek için; bir anneye, babaya, aileye ve nihayetinde bir cemiyete ihtiyaç duyar. İnsan; ne kadar güçlü olursa olsun, hayatının başında ve sonunda mutlaka başkalarının desteğine ihtiyaç duyar, bundan dolayı da bir cemiyet içinde yaşamak mecburiyetindedir. Bu mecburiyet; insanın etkileyen ve etkilenen bir varlık olması, içinde yaşadığı cemiyetin dilinden, kültüründen, inancından velhâsıl onlara ait her ne özellik varsa pay alması hasebiyle lehine de olabilir, aleyhine de.

İnsanın şahsiyet ve karakterinin inşâsında; içinde yaşadığı cemiyetin dinamiklerinin etkili olması, insan için avantaj da olabilir, aksi istikamette seyredip dezavantaja da dönüşebilir. Şahsiyetli bir cemiyet içinde yaşayan insanlar için bu durum bir nimet mesâbesindeyken, ahlâkî yozlaşmanın yoğun olduğu bir cemiyette yaşayanlar için en büyük belâya dönüşebilir.

Sağlam bir karakteri ve şahsiyeti olmayan fertler; tıpkı rüzgârın önünde sürüklenen çöpler misâli, etkisiz, dirençsiz, rüzgâr ne yana eserse o yana uçan, gayesiz birer nesneye benzerler. Maalesef cemiyet içerisinde bu modeldeki insan sayısının gün geçtikçe arttığını ve bir hayli yekûn oluşturmaya başladığını da müşâhede ediyoruz.

Böyle insanları tarif ederken, en güzel örneğimiz ve önderimiz olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Sakın sizden kimse kararsız olup da; «Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik yaparım, kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım.» demesin. Aksine, nefsinizi sabit tutun; insanlar iyilik yaptı mı siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa kötülüklerinden uzak durun.”
(Tirmizî, Birr, 63)

Hadîs-i şerifte geçen «immea» tabiri sebatsız ve rey sahibi olmayan zayıf karakterli kimseler için kullanılıyor. Abdullah bin Mes‘ud -radıyallâhu anh-’a;

“–İmmea nedir?” diye sormuşlar. O da;

“«–Ben herkesle beraberim.» diyen; «Rüzgâra göre akan adam.»” cevabını vermiş. Yine bu kelimenin tarifini yaparken;

“–Biz câhiliyye devrinde, çağırılmadığı hâlde davetlilerin arkasına takılıp ziyafete giden asalaklara «immea» derdik; ama bugün immea; «Dînini, îmânını, insanların anlayışlarının peşine takan, delil ve burhan aramaksızın körü körüne onlara tâbî olan kimsedir.»” demiştir.

Yukarıda bu türde insanların yani «immea»ların hayli arttığını söylemiştik. Bugün cemiyetin; «Uydum kalabalığa!» örneklerine göz atacak olursak, aslında ne denli büyük savrulmalara muhatap olduğumuzu kolaylıkla görebiliriz.

Meselâ; Kur’ân’da müslümanların nehyedildiği en büyük haramlardan olan fâiz belâsına bir bakın, etrafınızda bu illete bulaşmamış ne kadar insan kaldı? Sanki; «Herkesin evi ve arabası olması gerekiyor.» diye bir mecburiyet var gibi, çılgınca kredi alma yarışına giriliyor. İslâm’ın en büyük farkı; bâtıl olan sistemleri yerle bir edip, kendine has sistemler kurmasıdır. Ancak ne yazık ki İslâm ile şereflenmiş bir cemiyet olarak; yeni sistemler kurmak, yardımlaşma ve dayanışma melekelerimizi geliştirmek yerine, fâizci sisteme teslim oluyoruz. Bunu yapanlara neden böyle bir yola tevessül ettiklerini sorduğunuz zaman aldığımız cevap; «Ne yapayım herkes alıyor.» oluyor.

Yine başka bir örnek; cemiyet olarak lükse, şatafata, israfa ve gösterişe teslim olmamızdır. Bunun neticesinde mahremiyet ölçülerimiz dönüşmekte, kazandığımız yetmemekte, daha fazla çalışmak zorunda kaldığımız için âhireti unutup sadece dünya için çalışmaktayız.

Evinin önünden akan nehirden abdest alırken dahî iktisâda riâyet etmesi gereken müslüman bir aile; en lüks mekânlarda yemek yemekte, yediği yemeklerin ve ailesinin fotoğraflarını çekip sosyal medya hesaplarında paylaşmakta artık bir beis görmemektedir. Eşinin, kızının resminin başkaları tarafından görülmesinden rahatsız olmayan; aksine ne kadar beğeni alırsa, onu bir gurur vesilesi yapabilen garip bir ruh hâline büründü insanlar. «Neden böyle yapıyorsun? Neden paylaşıyorsun?» diye sorduğumuzda aldığımız cevap; «Ne yapayım herkes yapıyor.» oluyor.

Hayatımızın her ânını kapsayan; İslâmî hükümlere göre yapmamız gereken cemiyetlerimiz, düğünlerimiz lükse, şatafata ve debdebeye teslim oldu. «Ömürde bir kere yapılıyor.» diye altından kalkılması zor masraflara giriliyor, evlenmek için âdeta bir servet ödemek durumunda kalınıyor. Bu çarpık anlayış yüzünden, cemiyet içerisindeki gençlerde, evlenme yaşı gitgide tehir ediliyor ve bu yüzden harama tevessül artıyor.

Giyim ve kuşamda tesettür ölçülerine değil, moda ölçülerine riâyet eder hâle geldik. Erkek olsun, kadın olsun, herkes tarafından geniş ve vücudu örten kıyafetler yerine, artık dar ve dikkat çeken kıyafetler tercih ediliyor. Sebebi yine aynı: «Herkes böyle giyiniyor.»

Müslümanın zamana veya cemiyete uymak diye bir vazifesi yoktur ve asla da olmamalıdır. Müslümanın vazifesi; cemiyetin gidişâtının iyi mi yoksa kötü mü olduğuna dikkat etmek, kendisini hak ve hakikat çizgisi üzerinde tutmak ve ailesinden başlayarak çevresindeki insanları bu çizgiye çekmeye gayret etmek olmalıdır.

Bunu sağlamak için; Allah Teâlâ bize ne emretmişse, tereddüt etmeden, o emirleri eğip bükmeden, te’vile girişmeden riâyet etmeli. Cemiyetin bir tabusu hâline gelen; «eş dost» veya; «el âlem ne der?» gibi söz ve bahanelere sığınmadan ibâdetlerimizi, muâmelâtımızı, ticaretimizi, her türlü hareketimizi, amellerimizi hâsıl-ı kelâm bütün hayatımızı buna göre düzenlemek olmalıdır.

Yüce Mevlâ; kalbimizi dîni üzere sabit kılsın, istikametimizi ve istikbâlimizi İslâm üzere sabitlesin inşâallah!