EDEP-HAYÂ-İFFET ve KORUNMASI

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bazı duygular vardır ki, insanın günah ve yanlış işler yapmasına engel olur. Yazımızın başlığına konu olan edep, hayâ, utanma hissi; sadece insanlara has insânî ve vicdânî bir duygudur. Çekinmek, iffeti korumak, nâmusu muhafaza etmek mânâsında olan «hayâ» duygusu, insan olana en yaraşan mühim bir haslettir. Râgıp el-İsfahânî;

“Fenalık ve kötülüklere karşı nefsi tutmak ve kötülüğü terk etmektir.” diye «hayâ»yı târif ediyor. Halk dilinde; «Hayâlı kişilerin, edebe aykırı bir iş yaptıklarında yüzünde beliren hafif kızarıklıktır.» diyerek vasfedilir. Maalesef bugün bu güzel haslete sahip insanların sayısı, azımsanacak dereceye düşmüştür.

«Hayâ» kişinin haddini bilip onu aşmamasıdır. Bilhassa yaşadığımız şu devirde çok ihtiyacımız olan bu güzel haslet, İslâm ahlâkının temel vasıflarındandır. Tabiî hayânın yanında «edep» duygusunu da zikretmek yerinde olacaktır. Zira genelde bu iki hususiyet birlikte kullanılır. Edep; toplumda yaşayan değerlere muvâfık davranmaktır, edep incelikli terbiyenin adıdır. İslâmî yaşantının içindeki nezâket kaideleri bize edebi anlatır. Büyükler;

“İnsanın ziyneti, edebin tamamıdır.”,

“Edep, Hakk’a giden yolun azığıdır.”,

“Hakikî güzellik ilim ve edep güzelliğidir.”,

“Edep, insanın mutlak bir fazîlet kaynağıdır.” derler. Hiç şüphesiz ki edep ve hayâ, iffeti muhafaza eder.

Edep, hayâ, iffet gibi ahlâkî özellikler toplumları fazîletli kılar. Her ne kadar bilim ve teknolojik yönden gelişmiş olsalar dahî, bu duygulardan mahrum milletlerin yaşadığı topluma ahlâksızlıklar, mutsuzluklar, dengesizlikler ve hüsranlar hâkimdir. Bugün gelişmişlik cihetiyle en ileri durumda olan ülke insanlarına baktığımızda, bunun tezâhürlerini görmek mümkündür. Bu fazîletli ahlâkî erdemlere sahip olmayan insanlar; ne kadar kabiliyetli ne kadar zeki ne kadar sanatkâr ne kadar tahsilli olursa olsunlar, onlar ve ait oldukları cemiyetlerde dünyalarını yaşarken âhenkli, dengeli bir hayatları olmaz. Böylesi insanlar; çevrelerine, imrenilir bir gelecek sunamazlar. Ancak ahlâk ve fazîlet sahibi, ilim ve irfan ehli, edep-hayâ ve iffet hasletlerini yitirmemiş kişiler; etraflarına huzur, denge ve mutluluk sunarlar. Bu ulvî hakikat aynı zamanda insanlığın rûhu mesâbesindedir. Alvarlı Muhammed Lütfü Hazretleri buyuruyor ki:

Olur isen ehl-i edep,
Edep saâdete sebep.

Hakikaten ne güzel söz!

Bilinsin ki; nimetlerin en büyüğü ilim ve edeptir. Büyükler eskiden kutsî mekânların kapısının üstüne; «Edep yâ Hû» yazılı levha asarlarmış. Nitekim Üftâde Hazretleri’nin türbesinde; «Edeple giren lütufla çıkar.» yazısı bulunur. Kişi sahip olduğu güzelliklere edebi sayesinde erişir. Nimetleri kaybeden, edebi terk ettiği için kaybeder. Asıl fakir; servet ve vâridâtı olmayan değil, ilmi ve edebi olmayandır. Yine asıl yetim; ana ve babası olmayan değil, edebi ve hayâsı olmayandır. Çünkü bu hasletler ahlâkın, huzurun, dengenin kaynağıdır.

Edep bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,
Giy ol tâcı emin ol her belâdan.

diye boşa söylenmemiştir. Edep ve hayâ duygusu olmayan insanlar; dünyada hayatlarını rezilce yaşarlar, âhirette de azâbı hak ederler. Toplumda edep ve hayâdan bîhaber yaşayan insanlar, ait oldukları cemiyeti âdî ve basit davranışlarıyla hüsrana ve buhrana sürüklerler. Neticede cemiyetler; onların tahripkâr, ahlâk dışı davranışları hasebiyle bozulur, ifsâd olur. Bu kişiler; her ne kadar rütbe olarak üst seviye ve makamda olurlarsa olsunlar, toplumun başına belâ olurlar. Cemiyetleri; ancak ilim-irfan ehli, edep ve hayâ sahibi insanlar ihyâ eder. Edep ve hayâdan mahrum insanlar; kendi hayatlarında huzurlu ve mutlu olamadıkları gibi, toplumdaki şeref ve haysiyetlerini de zedelerler.

Edep ve hayâ sahibi kişiler her yerde takdirle anılır. Edepsiz ve hayâsız kişilere ise lânet edilir. Müslümanların bugün titizlikle muhafaza etmesi gereken vasfı, edep ve hayâsıdır. Ecdâdımızın bizlere mukaddes bir mîras olarak bıraktığı mânevî değerlerimiz; ilim-irfan, terbiye-ahlâk, edep-hayâ gibi güzel örf ve âdetlerimiz mutlaka hassâsiyetle korunmalıdır. Bazı televizyon dizileri, basın, yayın, internet ortamları bu güzel değerleri ne yazık ki ifsâd etmiş; erkekleri vakarsızlığa, kadınları bayağı ve iffetsiz davranışlara, gençleri de ahlâksızlık bataklığına sürüklemiştir. Çocuklarda ve yaşlılarda ise eski masumiyet ve itibar kalmamıştır. Son zamanlarda çok üzücüdür ki; zarâfet ve nezâhetten nasibi olmayan, hiçbir mânevî değeri takmayan, her canının istediğini, ortam ne olursa olsun alenen yapma yarışında olan bir nesil türemiştir. Edep, hayâ, iffet ölçülerinin çiğnenmesi; bir neslin tükenişidir. Unutulmasın ki insanı insan yapan, milletleri millet yapan, değerleridir. Bir milletten değerlerini söküp aldığınızda; o millet çöker, batar, yıkılır. Ne idüğü belirsiz bir hâle dönüşür.

Senelerdir yapılan müstehcen neşriyat; «Hayatını yaşa!», «Kimseye aldırış etme!», «Özgür ol!», «Kır zincirlerini» gibi hadsiz, mesnetsiz, âdî sloganlarla insanlarımız, hem dünyada hem âhirette perişan edecek karanlık mecrâlara sürüklenmiştir. Özgürlük lakırdılarıyla; yeni nesil, nefislerinin kulu ve kölesi hâline getirilmiştir. Edepsizlik ve iffetsizlik, insanın rûhunda tedavisi zor hastalıklar oluşturur. Bugün ne yazık ki; rûhî dengesizlikleri, psikolojik sıkıntıları olan bir gençlik çıkmıştır karşımıza. Bu bir ahlâkî sefâlettir…

İffet ve hayâ; kişileri yücelten, karakterine değer katan ahlâkî fazîletlerdir. Bu duygular; insanın hislerini, arzu ve isteklerini, aklın ve inancın disiplininde tutarak, kişiyi hem Hak katında hem insanlar nazarında küçük düşürecek her türlü menfîlikten, şeref ve haysiyetini zedeleyecek durumlardan sakındırır. Böylece kişi vakarlı ve fazîletli bir şahsiyet kazanır.

Nefsânî duyguların peşinde koşmak, arzularının müptelâsı olmak; kişinin insânî vasıflarını zayıflatır hayvânî tarafını teşvik eder. Kur’ân-ı Kerim’de arzu ve hevesleri peşinde koşanlar için;

“Hevâ ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu hâlde Allâh’ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?” (el-Câsiye, 23) buyuruluyor.

İnsanlığın Efendisi Peygamber -aleyhisselam- da;

“En kötü kul, hevâsına kul olup da dalâlete düşen kimsedir.” (Tirmizi, Kıyâme, 17) buyuruyorlar.

Bilinmelidir ki her türlü hayâsızlık şeytandandır. Bu gerçeği mukaddes Kitâbımız bize haber veriyor:

“O; size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (el-Bakara, 169)

Yüce Kur’ân’da hayâsızlığı yayanlara karşı da ciddî bir uyarı vardır:

“İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için, dünyada da âhirette de çetin bir azap vardır. Allah bilir siz bilmezsiniz.” (en-Nûr, 19)

Çirkin işler nedir peki? Elbette çirkin işler, edebe aykırı Allah Teâlâ’nın istemediği günah işlerdir, haramlardır. Zaten hayâ, çirkin işlerden utanmaktır.

Bütün güzel ahlâk özelliklerinin hepsini şahsında toplayan Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın bu husustaki sözlerine baktığımızda;

“Hayâ bütünüyle hayırdır?” (Müslim, Îmân, 61)

“Hayâ sadece iyilik getirir.” (Buhârî, Edep, 77)

“Her dînin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyuruyorlar. İnsanların en hayâlısı Peygamber Efendimiz’dir.

“Hazret-i Peygamber’in kendisi de evinde edebiyle oturan bir genç kızdan daha hayâlı ve iffetliydi.” (Buhârî, Menâkıb, 23) Yûsuf -aleyhisselâm- Züleyhâ’nın edebe yakışır olmayan talebi karşısında iffetini koruyup senelerce zindanda kalmaya râzı olmuştur. Edep ve hayâ sahibi insanlar her yerde itibar görürler. Nitekim Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- edep ve hayâsı sayesinde itibar gördü ve Mısır melikinin başdanışmanı oldu. Hayâ ve edep öyle bir şan ve şereftir ki, o nice bilinmeyen ayıpları örter. Edep ve hayâsız insanlar toplumda aşağılanan; rezil ve perişan kimselerdir. Böylelerinin itibarı olmaz.

İffet, edep, hayâ, hicap müslümanlara yakışan bir vasıftır. İnanmayanlarda yahut inancı zayıf kişilerde bu bahsedilen fazîletli hususiyetler bulunmaz. Utanmayan insandan her şey beklenir. Toplum düzenini bozan ahlâksızlıklar, eşi görülmemiş fuhuş misalleri bugün genç nesli menfî etkilemektedir. Utanma duygusu, âdeta insanın bayağılaşmaması için önüne konmuş bir set durumundadır. Yine bu duygu, kişiler ve toplumlar için bir kontrol mekanizmasıdır. İnsanlar toplumun değerlerini hiçe saymamalıdır. Hayânın kaynağı Kur’ân ve Allâh’ın güzîde peygamberlerinin hayatlarında sergiledikleri fazîlet timsâli misallerdir. Bu sebeple, kaynak doğru ve ilâhî olunca sonuç da elbette ki doğru olacaktır.

Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-;

“Hayâ güzeldir, îmandandır ama kadında daha güzeldir.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs / Câmîus-Sağîr, No: 5685) buyuruyorlar. Mü’min kadınlar ancak hayâsıyla, örtüsüyle, hicâbıyla kâmil olurlar. Nûr Sûresi’nin 31. âyet-i kerîmesinde kadınları hayâ sahibi kılacak ölçüler tek tek sıralanmıştır. Önce; «Harama bakılmasın!» denilerek bakışlara dikkat çekilmiştir. Şimdi; internetteki, filmlerdeki, dizilerdeki erkeklere bakan hattâ beğendiğini belirtenlere ne demeli?

Allah -azze ve celle- kadının her hâlükârda namus ve iffetinin korunmasını istemiştir. Peki, nasıl korunacak namus ve iffet? Namus ve iffet ancak tam mânâsıyla tesettür kaidelerine uyularak sağlanır. Tabiî bugünkü gibi çıplaklık sergileyen kadınlara ilâveten, tesettürlü olduğunu sanan giyinik çıplaklar ne yazık ki bunu sağlayamıyorlar. Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın;

“Giyinik olduğu hâlde çıplak gibi görünen kadınlar, cehennem ehlindendir.” (Müslim, Cennet, 53) buyurmasının sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz? Âyet-i
kerîmede; «Ziynetlerini gizlesinler!» buyuruluyor. Ziynet hususunun içine pek çok şey giriyor. Kadının fıtrat ziynetlerinin yanı sıra dış giysilerdeki ziynetler, süs-püs; «Bak bana!» hâlleri… Ziynet; kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherat ve elbise gibi şeyleri de içine alır. Dışarı çıkıldığında güzel kokudan da (parfümden) kaçınmak şarttır.

“Her göz zinâ eder. Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçerse o da zinâ işlemiş olur.” (Tirmizî, Edep, 35)

Kadınların konuşurken ciddî olma mecburiyetleri vardır: Âyet-i kerîmede;

“…Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.” (el-Ahzâb, 32)

Müslüman hanımın davranışı ve yürüyüşü de ağırbaşlı olmalı, dişiliğini ve cinsî câzibesini öne çıkarmamalıdır:

“…Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” âyet-i kerîmesi buna delildir. (en-Nûr, 31)

Tesettürdeki gaye ve hikmet, ulemânın ittifakı ve ümmetin icmâı ile kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden; kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsünün ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nûr Sûresi 31. âyet-i kerîme, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar.

Hâlbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor. Oysaki ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa, bu nasıl tesettür olabilir? Başı örtülü ama vücut hatları ortada olup erkeğin ilgisini çekiyorsa, bu tesettür değil başka bir şeydir. Yine başörtülü genç hanımlar; eğlence merkezlerinde ve diğer meclislerde orada, burada hiç kendini sakınma gereği duymadan erkeklerle iç içe oturabiliyor. Başörtülü ama namaz kılmıyor. Başörtülü ama bacakları açık, bacak bacak üstüne atmış oturuşunda zerre edep yok…

İSLÂM’DA TESETTÜR ÖNEMLİ, ÇÜNKÜ KADINDA HAYÂ ÇOK MÜHİMDİR!

Hayâyı kaybeden insan, her şeyini kaybetmiş demektir. Ar duygusu, hayâ duygusu kaybolan insanın artık sözünün güvenilirliği kalmaz. Kimliğinin, duygularının herhangi bir inandırıcılığı olmaz. Yani onun ruh omurgası kırılmış demektir. Hayâ büyük oranda tesettürle teminat altına alınır. Kadın, tesettürle hayâsını muhafaza ediyor. Güzelce kapanıyor. Aynı zamanda erkeğin hayâsını da muhafaza ediyor.

Edep ve hayâ duygusunun hem iç hem dış cihetle hayata konması ile kadın çirkinliklerden korunmuş olur. Ancak bu şekil, kadını günahlardan muhafaza eder ve başkalarını da günaha girmekten alıkoyar. Neticede toplumun hayâsızlığa sürüklenmesinin önüne geçilmiş olur.

Dünyada yaşanan birçok rezâletler, ölümler, kanlı-bıçaklı kavgalar, fenalıklar, hiç tasvip edilmeyen münasebetsiz durumlar hep hayâsızlık sebebiyledir. Bu çirkinliklere bulaşmamanın yolu insanlara «Allah korkusu»nun verilmesidir. Allah Teâlâ, her türlü hayâsız ve çirkin işten kullarını men eder. İffet, edep, hayâ bilhassa genç hanımlar için en değerli bir mücevher gibidir. Kadınlar böylesi bir mücevhere sahipler ise, onu korumaya hassâsiyet göstermeliler. Aksi, kendileri için hüsran sebebidir.